Onurun Bedeli . Морган Райс
açtı ve öfke içinde kükredi; bu, önündeki tüm ağaçları titreten bir kükremeydi. Kendisinin bile geri çekilmesine sebep olacak bir sıcaklıkta ateş püskürttü. Öylesine güçlü bir alev dalgasıydı ki, tüm bir şehri yok edebilirdi. Alevler, önüne çıkma şanssızlığı yaşayan küçük bir köyün üzerine yağdı. Aşağıda, yüzlerce insan, onları bekleyen ölümden habersiz bir şekilde çiftliklerde ve bağlarda yayılmış durumdaydı.
Alevler üzerlerine gelirken, insanlar gökyüzüne baktı ve yüzlerinde bir dehşet ifadesiyle donakaldılar; fakat artık çok geçti. İnsanlar çığlıklar atarak can havliyle kaçışsalar da alev bulutu onları yakaladı. Alevler erkek, kadın, çocuk, köylü, savaşçı demeden, can havliyle kaçanları veya olduğu yerde donakalmış olanları ayırmıyordu. Theos devasa kanatlarını çırparken, insanları, evlerini, silahlarını, hayvanlarını ve sahip oldukları her şeyi ateşe verdi. Herkes, her bir insan bedel ödeyecekti.
Nihayet Theos tekrar yükseldiğinde geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bir zamanlar köyün olduğu yerde şimdi büyük bir yangın, köyü kısa süre sonra küle dönüştürecek ateşler vardı. Gayet uygun, diye düşündü Theos kendi kendine, insanlar külden geldiler, küle dönüyorlar.
Theos yavaşlamadı. Yere yakın bir şekilde uçmaya devam etti. Ağaçları parçalayıp, dalları tek bir pençe darbesiyle kırarak ve yaprakları lime lime ederek ilerlerken kükrüyordu. Ağaçların üzerinden kendine yol açarak uçarken, hala ateş püskürtüyordu. İlerledikçe ardında büyük, ateşten büyük bir iz bırakıyordu, Escalon’un onu sonsuza kadar hatırlamasını sağlayacak bir ateş yolu… Dikenli Ormanın büyük bir bölümünü ateşe verdi. Oradaki ağaçların yeniden büyüyebilmesinin binlerce yıl süreceğini biliyordu, ülkeye bir yara açtığını biliyordu ve bu düşünceler onda bir tatmin duygusu oluşturuyordu. Ateş püskürtmeyi sürdürürken, bir anda bu ateşlerin kendi yumurtasına da ulaşabileceğini ve ona zarar verebileceğini fark etti. Fakat öfke ve hüsranla o kadar doluydu ki, kendine engel olamıyordu.
O uçarken, altındaki arazi de yavaş yavaş değişiyordu. Ormanlar ve vadilerin yerini taş binalar aldı ve Theos aşağı bir göz attığında, mavi sarı zırhlı binlerce askerle dolu, geniş bir garnizonun üzerinden geçmekte olduğunu gördü. Pandesialılar! Askerler panik ve merak içinde gökyüzünü tarıyorlardı, zırhları parıldıyordu. Bazıları, zeki olanlar, kaçmaya başladı; cesur olanlar ise yerlerini koruyup, o yaklaşırken mızrak ve süngü fırlattı.
Theos ateş püskürttü ve atılan tüm silahları havada yakıp küller halinde geri gönderdi. Püskürttüğü ateş yoluna devam etti; kaçışmaya başlamış askerlere ulaştı ve onları parlak zırhları içinde tuzağa düşürüp canlı canlı yaktı. Theos, tüm o parlak metallerin kısa süre sonra paslanan kabuklara döneceğini biliyordu, oraya yaptığı ziyaretin bir hatırası… Her bir asker alev alıncaya kadar durmadı ve garnizonu dev bir alev kazanı haline getirdi.
Theos kuzeye doğru uçmaya devam etti; kendine engel olamıyordu. Arazi sürekli değişiyordu ve Theos ilgi çekici bir şey görene kadar hiç yavaşlamadı. Aşağıda, aşırı büyük bir yaratık, bir dev, yerin altındaki bir tünelden yeryüzüne çıkıyordu. Bu, Theos’un daha önce gördüğü hiçbir yaratığa benzemiyordu, çok güçlü bir yaratıktı. Fakat Theos hiç korkmamış aksine öfkelenmişti. Bu yaratığın yoluna çıkmış olmasına öfkeliydi.
Yaratık gökyüzüne baktı ve Theos ona doğru dalışa geçerken biçimsiz yüzü korkuyla doldu. Dönüp çıktığı deliğe doğru kaçmaya başladı fakat Theos onu o kadar kolay göndermeyecekti. Eğer oğlunu bulamazsa herkesi, insanları ve insana benzeyen yaratıkları yok edecekti. Ve Escalon’daki herkes ve her şey yok olana kadar durmayacaktı.
BÖLÜM İKİ
Vesuvius tünelin içinde durmuş üzerine düşen güneş ışığına bakıyordu, Escalon güneşi; hayatındaki en tatlı duyguyu hissediyordu. Hemen üzerindeki, güneş ışığının üzerine düşmesini sağlayan o delik, hayal edebileceği tüm zaferlerden daha muhteşem bir zaferi temsil ediyordu, hayatı boyunca hayal ettiği tünel tamamlanmıştı. Diğerleri bunun yapılamayacağını söylemişti fakat Vesuvius babasının ve babasının da babasının başaramadığını başarmış, tüm Marda ulusunun Escalon’u işgal etmesini sağlayacak yolu açmıştı.
Hala havada uçuşan tozlar ışıkta görülebiliyor, devin tavanda açtığı delikten hala moloz yığınları dökülüyordu. Vesuvius delikten dışarı doğru baktı; hemen üzerindeki deliğin kaderini temsil ettiğini biliyordu. Tüm ulusu hemen ardında onu takip edecekti ve kısa sürede Escalon’un tamamı onun olacaktı. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı, daha şimdiden kendisini bekleyen tecavüz, işkence ve yıkımı hayal edebiliyordu. Tam bir katliam olacaktı. Kölelerden bir ulus yaratacaktı ve Marda ulusunun büyüklük ve toprak genişliği iki katına çıkacaktı.
“MARDA ULUSU, İLERİ!” diye bağırdı.
Tüneli dolduran yüzlerce trol baltalı kargılarını kaldırıp onunla birlikte harekete geçerken büyük bir bağırış yükseldi. Vesuvius açıklığa, fethe doğru, çamur ve kayaların üzerinde kayarak ve tökezleyerek ilerlerken, tünelin çıkışına doğru ordusuna önderlik etti. Escalon’u görmek onun heyecanla titremesine neden oldu. Ayağının altındaki zemin, yukarıda çığlık atan devin yarattığı sarsıntı nedeniyle titriyordu; belli ki yaratık da özgür kaldığı için heyecanlanmıştı. Vesuvius devin kendini kaybetmiş bir öfkeyle kırsal alanda dehşet saçarken ne kadar büyük bir zarar verebileceğini hayal etti ve gülümsemesi daha da genişledi. Bu, yaratık için bir eğlence olacaktı ve Vesuvius ondan sıkıldığında onu öldürebilirdi. Aynı zamanda bu dev dehşetli saldırısında değerli bir eleman olacaktı.
Vesuvius yukarı baktı ve gökyüzü aniden kararınca kafası karışmış bir şekilde gözlerini kırptı. Üzerine doğru gelen büyük bir sıcaklık dalgası hissetti. Üzerinde doğru gelen ve aniden araziyi kaplayan bir ateş duvarı görmek onu afallatmıştı. Korkunç bir sıcak dalgası üzerine doğru gelip yüzünü yakarken neler olduğunu anlayamıyordu. Hemen arkasından devin kükremesi ve acı içindeki çığlığı duyuldu. Büyük bir patırtı kopartan devin bir şey tarafından yaralanmış olduğu açıktı ve Vesuvius yukarı bakıp devin açıklayamadığı bir şekilde onlara doğru geldiğini görünce dehşete kapıldı. Devin yüzünün yarısı yanmıştı. Tünele doğru, yerin altına ve doğrudan Vesuvius’a doğru atağa geçmişti.
Vesuvius olanları izliyor fakat önünde gerçekleşmekte olan kâbusa bir anlam veremiyordu. Neden dev geri dönmüştü? Bu sıcaklığın kaynağı neydi? Devin yüzünü ne yakmıştı?
Derken Vesuvius bir kanat çırpma sesi ve devinkinden ve hatta o güne kadar duyduğu tüm çığlıklardan daha korkunç bir çığlık duydu. Yukarıda uçmakta olan şeyin ne olduğunu anladığında ürperdiğini hissetti; yukarıdaki şey devden çok daha dehşet verici bir şeydi. Bu Vesuvius’un hayatı boyunca karşılaşmayacağını düşündüğü bir şeydi; bir ejderha…
Vesuvius olduğu yerde durdu, hayatı boyunca ilk kez korkudan donakalmıştı. Arkasındaki trol ordusu da donakalmıştı. Hepsi orada kapana kısılmıştı. Ön görülemeyen bir şey gerçekleşmişti ve dev kendisinden daha büyük bir şeyden korku içinde kaçıyordu. Yanmış, acı içinde ve paniklemiş olan dev aşağı doğru gelirken kocaman yumruklarını savurdu, korkunç pençeleriyle rasgele vurdu ve Vesuvius etrafındaki trollerinin ezilişini dehşet içinde izledi. Devin yoluna her ne çıkarsa ayakları altında ezildi, pençeleriyle parçalandı ve yumruklarıyla dümdüz edildi.
Ve sonra, devin yolundan çekilmeye fırsat bulamadan Vesuvius kaburgalarının kırıldığını hissetti. Dev ona sert bir şekilde vurmuş ve havaya fırlatmıştı.
Vesuvius