Görev Yemini . Джек Марс
burası,” dedi Ed Newsam.
“Öyle mi?” dedi Stone. Yanında oturan ortağına baktı. “Kesin bilgi mi?”
Ed Newsam iri, siyahi ve kaslıydı. Ulusal Amerikan Futbolu ligindeki defans oyuncularına benziyordu. Adamda herhangi yumuşaklık yoktu. Saçlarının üst kısmı dümdüz kesilmişti ve sakalları vardı. Devasa kolları dövmelerle kapkara olmuştu.
Ed dün akşam altı adam öldürmüştü. Makinalı tüfekle taranmıştı. Hayatını kurşun geçirmez yelek kurtarmıştı ama kurşunlardan biri leğen kemiğine isabet etmişti. Çatlamıştı. Ed’in tekerlekli sandalyesi arabanın arkasındaydı. Ne Ed, ne de Luke iki gündür uyumuyorlardı.
Ed elindeki tablet bilgisayara baktı. Omuz silkti.
“Ev kesinlikle bu. İçeride olup olmadıklarını bilmiyorum. Sanırım birazdan öğreneceğiz.”
Ev Atlantik Okyanusundan üç sokak ötede eski, üç yatak odalı bir sahil eviydi ve birazcık da derme çatma gözüküyordu. Bir tarafından körfeze komşuluk yapıyordu ve ufak bir limanı vardı. Hemen arkasına on metrelik bir tekneyle yanaşılabilir, liman boyunca üç metre yürüdükten sonra birkaç basamak çıkar ve eve ulaşabilirdiniz. Gece, bunu yapmak için güzel bir zamandı.
CIA bu evi onlarca yıl güvenli ev olarak kullanmıştı. Yazları, Dewey Sahili tatilciler ve parti yapmaya gelen üniversite çağındaki tiplerle o kadar kalabalık olurdu ki ajanlar buraya Osama bin Ladin’i getirseler bile kimsenin ruhu duymazdı.
“İşaret verildiğinde bizi içeride istemiyorlar,” dedi Ed. “Bize herhangi bir görev bile verilmedi. Biliyorsun değil mi?”
Luke başıyla onayladı. “Biliyorum.”
FBI, Wilmington’dan gelen Delaware eyalet polisi SWAT timiyle birlikte bu harekatı düzenleyen öncü ajanstı. Son bir saat içerisinde adamlarını bütün mahalleye sessizce konuşlandırıyorlardı.
Luke bu tür şeylerin nasıl geliştiğini yüzlerce kere görmüştü. Sokağın sonuna bir Verizon FIOS ticari van araç park etmişti. Bu FBI olmalıydı. Körfezin yüz metre açığına bir balıkçı teknesi demir atmıştı. Bunlar da federallerdi. Birkaç dakika içinde, saat tam dörtte bu tekne limanın güvenli evin önündeki kısmına doğru hızla yanaşacaktı.
Aynı anda, zırhlı bir SWAT kamyoneti bütün gürültüsüyle sokağı inletecekti. Olası bir kaçışı engellemek için bir başka SWAT kamyoneti de arka sokaktan yaklaşacaktı. Hızlı ve sert bir darbe gerçekleşecek, hedefin hareket etmesine izin verilmeyecekti.
Luke ve Ed davet edilmemişti. Neden edilsinlerdi? Polis ve federaller bu işi kitabına uygun şekilde halledeceklerdi. Kitaba göre Luke’un herhangi bir görevi yoktu. İçeridekiler Luke’un ailesiydi. İçeri girerse kendini kaybedebilirdi. Kendisini, ailesini, diğer memurları ve bütün operasyonu tehlikeye sokmuş olurdu. Bu sokakta bile bulunmamalıydı. Bu çevrede olmamalıydı. Kitap böyle söylüyordu.
Ama Luke içerideki adamların nasıl tipler olduğunu biliyordu. Muhtemelen FBI ve SWAT’tan daha iyi biliyordu. Şimdi çaresiz durumdalardı. Hükümeti devirmek için her şeylerini ortaya koymuşlar ve başarısız olmuşlardı. İhanet, adam kaçırma ve cinayet ile suçlanacaklardı. Darbe girişiminde, içlerinde Birleşik Devletler Başkanı dahil üç yüz kişi hayatını kaybetmişti ve bu sayı artıyordu. Beyaz Saray yok edilmişti. Radyoaktif durumdaydı. Tekrar inşa edilmeden önce yıllar geçmesi gerekiyordu.
Luke dün akşam ve bu sabahı yeni Başkan ile birlikteydi. Başkan’ın merhamet edecek durumu yoktu. Kanun kitaplarda şöyle geçiyordu: ihanet, ölüm cezasıyla sonuçlanabilirdi. Darağacı. Kurşuna dizilme. Ülke, bir süreliğine eski tarz bir cezalandırma isteyebilir ve bu durumda içeride bulunanlar gibi olanlar bu cezaların en ağırıyla yüz yüze olacaklardı.
Bütün bunlarla beraber, panik yapmayacakları kesindi. Bu adamlar sıradan suçlular değildi. Bunlar oldukça iyi eğitim almış, yetenekleri olan, çatışma görmüş ve büyük tersliklere rağmen başarı elde etmiş insanlardı. Teslim olmak terimi onların kitabında yoktu. Bu adamlar oldukça akıllıydı ve onları oradan çıkarmak oldukça zor olacaktı. Bir SWAT baskını onlar için bir boyama kitabı sayılırdı ve yeterince iyi değildi.
Luke’un karısı ve çocuğu içerideyse, ve eğer içerideki adamlar ilk saldırıyı püskürtebilirlerse… Luke bunu düşünmeyi reddetti.
Bu bir seçenek değildi.
“Ne yapacaksın?” dedi Ed.
Luke pencereden dışarıya, mavi gökyüzüne bakıyordu. “Benim yerimde olsan, ne yapardın?”
Ed bir an bile duraksamadı. “İçeri olabildiğince sert bir şekilde girerim. Gördüğüm herkesi öldürürüm.”
Luke başıyla onayladı. “Ben de.”
*
Adam bir hayaletti.
Eski sahil evinin arka tarafında, üst kattaki yatak odasında durmuş, rehinelerine doğru bakıyordu. Bir kadın ve küçük bir çocuk, penceresi olmayan bir odaya tıkılmıştı. Katlanan sandalyelerin üzerinde yan yana oturuyorlardı, elleri arkadan kelepçelenmiş, ayak bilekleri ise birbirlerine kelepçelenmişti. Görüşlerini engellemek için başlarına siyah bir şey geçirilmişti. Adam onların ağzına hiçbir şey tıkmamıştı, böylece annesi oğluyla sessizce konuşup onu sakinleştirebiliyordu.
“Rebecca,” dedi adam, “birazdan burada heyecan dolu şeyler olabilir. Böyle bir durumda, sessiz kalmanızı istiyorum. Çığlık atmayın, ses çıkarmayın. Eğer yaparsanız buraya gelip ikinizi de öldürmek zorunda kalırım. Anlaşıldı mı?”
“Evet,” dedi Rebecca.
“Gunner?”
Kafasına geçirilmiş çuvalın altından kurbağanınkini andıran bir ses çıkardı.
“Fazla korktu, konuşamıyor,” dedi annesi.
“İyi,” dedi adam. “Korkmalı. Akıllı bir çocuk. Ve akıllı çocuklar aptalca şeyler yapmazlar, değil mi?”
Kadın cevap vermedi. Adam, tatmin olmuş bir şekilde başını salladı.
Bir zamanlar bir ismi vardı adamın. Sonra, zaman içinde, on ismi oldu. Şimdi ise isimler umurunda değildi. Kendisini “Brown” olarak tanıtırdı, sanki böyle inceliklere ihtiyaç varmış gibi. Bay Brown. Bunu seviyordu. Ölü şeyleri çağrıştırıyordu. Sonbahardaki ölü yapraklar. Bir yangının her şeyi kavurduktan sonra arkasında bıraktığı, aylar sonra bile iyileşmeyen çorak bir arazi ve ağaç kalıntıları.
Brown kırk beş yaşındaydı. Cüsseli ve hala güçlü bir adamdı. Seçkin bir askerdi, ve kendini korumayı başarmıştı. Acıya ve yorgunluğa karşı koymayı çok seneler önce Deniz Komando Okulu’nda öğrenmişti. Dünyanın birçok sıcak noktasında öldürmeyi ve ölmemeyi öğrenmişti. Amerikan(Kuzey ve Güney)askeri okullarında işkence yapmayı öğrenmişti. Öğrendiklerini de önce Guatemala ve El Salvador’da daha sonra da Bagram Hava Kuvvetleri Üssü ve Guantanamo Körfezi’nde pratiğe dökmüştü.
Brown artık CIA için çalışmıyordu. Kimin için çalıştığını bilmiyordu ama umurunda da değildi. Serbest çalışıyor ve iş başına para alıyordu.
Para, yüklü miktarda para nakit olarak geliyordu. Reagan Ulusal Havalimanı’na park edilmiş kiralık bir sedanın bagajında, kanvas torbalara doldurulmuş, yeni basılmış yüzlük banknotlar. Baltimore’da şehir dışındaki bir spor salonunun dolaplarından birine kilitlenmiş, deri bir çantanın içine rasgele