ruhumdaki yaralar. Barbaros Altug

ruhumdaki yaralar - Barbaros Altug


Скачать книгу
azından,” dedim. Ama beni Istanbul’a gitmeden görmeden yapamamış. Üstelik biraz da kendini sorumlu hissediyormuş. Kendi boşboğazlığı yüzünden bu işi bana kalmış gibi hissediyormuş. Halbuki bu durumun, durum derken biraz da başını öne eğdi elbette, benim için ne kadar hassas olduğunu da biliyormuş. “Adresimi nereden buldun?” diye sordum biraz sertçe. “Marie-Caroline” dedi. Dergide hepimizin başındaki editördü ama kimsenin özel hayatına karışmaz, anlatana da çok yüz vermezdi. “Annemin üniversiteden arkadaşı”. Biraz kıkırdadı “senle ben gibi biraz onlar da, Marie-Caroline’e ısrar edince annem …” Biz böyle kapıda konuşurken aksi, yalnız ve yaşlı karşı komşum Anne-Charlotte kapısını aralayıp sessiz olmamızı bir nevi emredince bunu fırsat bilen Emmanuelle içeri dalıverdi.

      “Hadi son bir içki içelim beraber,” dedi. Çok işim olduğunu, sabah da erkenden alana gideceğimi söyledim. Yine de teşekkür ederim dedim, bu dağınık halini, benim karşımdaki ürkekliğini, her şeye rağmen beni hep sevdiğini görmeyi özlemiştim.

      Yüzüme bir müddet baktı, sonra “Bak,” dedi. “Adresi annem aldı Marie-Caroline’den. O da seni görmek istiyor. Eğer biz çıkmazsak onun buraya geleceğini biliyorsun. Gelince de sabaha kadar kalkar mı kalkmaz mı sen karar ver.” Bunu söylerken yine kıkırdamaya başlamıştı. Aslında için için dışarı çıkmak ve biraz kafamı dağıtmak istiyordum ben de. Üstelik madem ki Emmanuelle’le aynı yerde çalışmaya başlamıştık, aradaki buzları eritmenin de zamanı gelmişti belki. Annesinin yeni maceralarını dinlerken biraz Istanbul’a gitme stresimi de unuturdum belki.

      Hem ilk adımı atan ben olmadığıma göre bu kadar naz yeter diye düşünüp tamam dedim.

      Jacqueline’in Son Oyunu

      Kalın paltolarımıza iyice sarınarak buz gibi bir Paris gecesinde Saint Germain’e doğru yürümeye başladık. Lokantaya vardığımızda üstümüzde biriken kar tanelerini serperken annesinin şen, kristal gibi yankılanarak dağılan sesi geldi kulağımıza “Voilà!”.

      Jacqueline’in oturduğu masaya yaklaşırken karşısında kendisinden epey yaşlı bir adamın da oturduğunu farkettim. Herhalde yeni erkek arkadaşı diye düşündüm. Jaqueline’in yaş ayrımcılığı yoktur, sadece sınıfsal ayrımcılıkla bakar hayata. Koyu renk takım elbiseli, beyaz tenli, dik duruşlu bir adamdı. Jacquline’in kendini ait hissettiği sınıfa uygun bir görünüşü vardı. Masaya geldiğimizde Jacqueline kalkıp beni yanaklarımdan büyük birer öpücükle selamladı. Sonra bulaşan rujunu yanaklarımdan sarsakça silmeye çalışıp beni dört kişilik bölmenin duvar tarafına oturttu, kendi de yanıma geçti. İpek şalı, göğsünden aşağı inen incileri, her zamanki cömert dekoltesi ile hiç değişmediğini düşündüm. Sadece biraz kilo almıştı ama onu da sadece kadınlar anlayabilirdi; kıyafet seçimiyle yeni kilolarını ustaca kapatmayı becermişti.

      “Eski dostların yeri doldurulmaz” dedi bana ve Emmanuelle’e bakarak. Sonra hemen garsonu çağırıp ikimize de birer bardak şampanya doldurttu. Gösterişli bir el hareketiyle kaldırdığı şampanya kadehini bizim kadehlerimize tokuştururken “Dostluğa, kardeşliğe ve aşka” dedi. “Her zaman kazanan onlardır”.

      İlk kadehi içerken annemi, işimden memnun olup olmadığımı, sevgilim olup olmadığımı, Istanbul’dan ne zaman döneceğimi, hangi otelde kalacağımı, uçağımın kaçta olduğunu ve benim bile unuttuğum bazı şeyleri sorup, bana da hatırlatıp, iyice öğrendikten sonra hemen ikinci kadehlerimizi doldurttu. Sonra masada sadece kendisinin ve benim konuştuğunu farketti sanırım. Ya da belki de benim sorgum tamamlanmıştı ve şimdi onun çok daha uzun konuşulmaya değen hayatına geçebilirdik.

      Bir kere daha kadeh tokuştururken karşımızda oturan Emmanuelle’e ve yanındaki adama nerdeyse başını eğerek selam verdi. Sonra bana döndü “Sizi tanıştırmak istiyordum epeydir” dedi. Tekrar adama dönerek “Derin benim ikinci kızım gibidir, anlatmıştım” diye sürdürdü. “Derincim, canım” dedi sonra bana “Istanbul’a gitmeden konuşun istedim”. “Doktor Vahan Marian. O da senin gibi ailemizden sayılır”. Sonra aniden oturduğu yerden kalktı “Hadi chérie,” diyerek yanına Emmanuelle’i de aldı, “sizi başbaşa bırakıyorum, konuşacaklarınız vardır,” dedi ve hızla kapıya yöneldi.

      Ben şaşkınlık, kızgınlık, utanç duygularım birbirine karışmış halde yerime çakılmışken garson gelip ikimizin şampanya kadehlerini doldurmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemeden “Teşekkürler, istemem kalkıyorum ben, uçağım var” diye bir şeyler geveledim. Hayatımda daha önce görmediğim, dedem yaşında bir adamla ne konuşacaktım? Sonra karşımda oturan adamın yüzüne bakmadan “İyi geceler,” deyip sıkıştığım duvar yanından masayı iterek çıkmaya çalışırken bir anda elimin üstüne bir el kondu. Kafamı çevirdiğimde Doktor Vahan Marian’ın yaşlı ellerini elimin üstünde buldum. “Gitmeyin şimdi,” dedi. Ya da sadece baktı, bir şey demedi; belki de ben gitmek istemedim.

      Geçmişe Yolculuk

      Uçak yükseldikçe gelen o ferahlama hissi. Sanki bir daha geri dönmek zorunluluğu yokmuş gibi bir hafiflik. Bulutlar. Uyku.

      Nice. Beraber gittiğimiz ilk tatil. Emmanuelle hem sevinçli, hem şaşkın, hem de rahat, her zamanki gibi. Ben biraz gergin, sebepsiz yere huzursuz ve biraz endişeli. Henüz içimdeki bu tuhaf endişenin sebebini bilmeden.

      Nice. Orada beraber geçirdiğimiz üç gün ikimiz için de hayatımızın en güzel günleriydi, ben o zaman öyle sanıyordum. Kaldığımız ucuz pansiyondan kaptığımız havlularla gittiğimiz çakıltaşlı plajda birbirimize sarılarak uyumuş, uyandığımızda yanımızda uzanan yaşlı karı kocanın gülümseyerek bize baktığını farketmiştik. Yanlarında getirdikleri soğuk pembe şarabı plastik kadehlere koyup bize uzatırken “burada gördüğümüz en güzel çiftsiniz” demişti ellerinde yaşlılık çilleri çıkmaya başlamış kadın. Sonra gülüşerek konuşmaya başladık. 37 senedir beraberiz dedi, hiç evlenmedik. Belki de sırrı budur diye gözlerinin içine bakarak elini okşadı adam kadının.

      Siz?

      Birbirimize baktık, iki yıl dedi Emmanuelle. Sonra da bana sarıldı. Başını bir kedi gibi göğsüme koydu, en sevdiğim haline büründü. Güneş batana kadar plajda konuşarak şarap içtik. Üstümüzde hala sadece bikinilerimiz, elele otele yürürken biraz sarhoş ama çok da mutluyduk.

      Ertesi gün Emmanuelle uyurken Paris’e gidecek uçağa yetişmek için sessizce odadan çıktım. Yaz güneşi odayı hafiften ısıtmaya başlamış, Emmanuelle’in güneş yanığı yüzüne, açık renk perdenin aralığından süzülen ışıklar vurmaya başlamıştı. Eğilip alnından öptüm. Yastığa dağılan sarı saçlarına dokundum. Sevgilim. Onu sonra, hep bu hâliyle hatırlayacağımı henüz bilmiyordum.

      Yere İniş

      Her güzel rüyanın sonu var. Hostesin usulca omzumdan sarsmasıyla gözlerimi açtım. “İnişe geçtik, kemerinizi bağlar mısınız?” dedi sakin ve huzurlu bir gülümsemeyle. Sanki uyandırmaya çekinir gibi kısık sesle konuşuyordu.

      Istanbul. Uzaktan ne kadar güzelsin. Pencereden bakarken, belki daldığımda gittiğim Nice günlerinden, belki her Istanbul’a geldiğimde babamı hatırlamaktan, belki de gece boyu beni uyutmayan Vahan Bey’in anlattıklarından gözlerim doldu.

      Vahan’ın Hikayesi

      Emmanuel ve annesi pat diye kalkınca, bir müddet


Скачать книгу