Kore Masalları. William Elliot Griffis
gözleri de ateşe çok dayanıklıdır. Bu cin, gece gibi kapkaradır ve beyaz olan hiçbir şeyi sevmez. Küçücük bir saç tokası bile olsa gümüşten çok korkar.
Tokgabi’nin en çok sevdiği şey, geceleri şöminenin üzerinde oynamaktır. Kirişlerin etrafında koşturup toz yığınları ve örümcek ağlarını dağıtmak en büyük eğlencesidir. En sevdiği oyunsa demir pilav tenceresi kapağını kaldırıp indirmektir. Bunu yaptığında kapak tencerenin içine yuvarlanır ve güç bela çıkartılabilir. Ah, Tokgabi’nin tencerenin içine düşürdüğü kapağı çıkaracağım diye aşçı kaç defa parmaklarını yakmış ya da haşlamıştır! Bilseniz, kadıncağız o isli cin hakkında neler neler söylerdi!
Fakat Tokgabi her zaman böyle yaramaz değildir. Aslında şakalarının çoğu kimseye zarar vermez. Bu neşeli arkadaş, insanlar ağlasa da gülse de daima meşguldür. Kimseyi incitme niyetinde değildir lakin her dakika, bilhassa da geceleri gönlü hoş olmalı, eğlenmelidir.
Ateş sönünce bacanın altında ve kirişlerin üzerindeki güvercinlikte fareleri kovalamaya başlar. Bazen sırtüstü yere düşen farecikler ölür ve ayak parmakları yukarı çevrilmiş halde yerde yatarlar. İşte o zaman sokak çocukları onları götürüp havaya fırlatır. Daha yere düşmeden şahinler kanat çırparak gelip fareleri mideye indiriverir. Pek çok yırtıcı kuş, kahvaltısını bu şekilde bulur.
Tokgabi şaka yapmayı çok sevse de mutfak hizmetçilerine daima nazik davranır. Yoğun bir günün ardından bitkin düşüp uykuya dalan kızlara, zor işlerinde yardımcı olur.
Tokgabi, iyi hizmetçilere yardım etmek için tabakları yıkayıp masaları temizler. Sabah erkenden kalkan hizmetçi kızlar bütün işlerin halledildiğini görünce çok şaşırırlar. Bu muzip cinin yaptıkları hakkında pek çok masal anlatılagelmiştir. Gerçekten iyi insanlara güzel şeyler verirken kötüleri kasten çılgına çevirir. Derler ki bütün Tokgabi’lerin kralının ilginç eşyalar koleksiyonu ve bir deposu vardır. Burada altınlar, mücevherler ve güzel elbiselerle her türden şekerlemeler bulunmaktadır. Tabii ki bu tatlı yiyecekler küçük çocuklar içindir. Bir de kuşlara ve akılsız hayvanlara iyi davranan yaşlılara verirler bu şekerlemelerden. Öte yandan kral, kötü insanlar için her türden çirkin ve can sıkıcı şeyi toplamıştır. Mesela cimrileri, yoksul ve sefil hale getirerek cezalandırır.
Kralın bir de hayvan koleksiyonu vardır. İyileri ödüllendirip kötüleri cezalandırmak için işte bu hayvanları görevlendirir. Tokgabi’lerin kralının o yıl nerede yaşadığı her sene kırmızı ve yeşil kaplı küçük yıllığa yazılır. Böylece çiftçiler ve köylüler, kralın yolundan çekilip onu rahatsız etmezler. Hayvanları arasında insanlara yardımcı olanlar ejderha, ayı, kaplumbağa, kurbağa, köpek ve tavşandır. Bütün bu hayvanlar insanların dostudur. Tokgabi’ler kralının hayvanlarından zalim ve hain olanlar ise kaplan, yabandomuzu, leopar, yılan, karakurbağası ve kedidir. Bunlar, kötüleri cezalandırmak istediğinde Tokgabi kralının emirlerini yerine getiren elçilerdir.
Tokgabi, erkeklere pek şaka yapmaz. Bunun yerine, genç kızlar ile kadınlara takılmayı sever. Belki de bunun nedeni, babaları veya ağabeylerine göre kızların evde daha fazla zaman geçiriyor olmalarıdır. Çamaşır dövme seslerinin hiç dinmediği Rat-tat-tat ülkesinde Tokgabi, kadınların kolalı elbiseleri dövüp parlatmak için kullandıkları çamaşır sopalarını aşırmaya bayılır. Kimseler bulamasın diye sopaları saklar. Bunun üzerine evin babası büyük bir gürültü koparır çünkü uzun beyaz paltosu, her zamanki gibi ışıl ışıl olmamıştır. İşte bütün bunlar Tokgabi’nin suçudur.
Tokgabi, beyaz renkli olduğu için çamaşır kolasından hiç hazzetmez. Ama evin reisinin duvarda asılı siyah şapka kutusunun üstünde dans etmeye bayılır. Bazen de kirişlerden sarkıtılmış olan fetich yani putu sallar. Ama en çok şöminenin üzerindeki dolaba yerleştirilmiş tabakların arasında dans etmeye bayılır. Tabii bunu yaparken tabakları sallayıp aşağı yuvarlayıverir.
Tokgabi, bazen erkeklere musallat olmayı da sever. Baba, topuzunu bir sıçan deliğine sıkıştırırsa ya da uyurken başı ahşap yastığından kayıverdiği için burnunu çarpmışsa bunun sorumlusu tabii ki Tokgabi’dir. Delikanlıların sırtına dökülerek onları kız gibi gösteren uzun saç örgüsüne bir şey olursa, suçlu yine Tokgabi’dir. Hatta derler ki bazı yaramaz adamlar, kötü şeyler yapmak için Tokgabi’yle anlaşırmış ama haylaz cin, sırf eğlence olsun diye yardım edermiş onlara. Çünkü Tokgabi, fani insanların doğru ya da yanlış dediği şeylerle ilgilenmez. Onun aklı fikri şamata ve muzipliktedir. Bu yüzden, pek dikkatli olmamız gerekiyor.
Mutfak hizmetçileri ile erkekler, Tokgabi’yi atlatıp oyunlarını bozmayı bildiklerini sanır. Tokgabi’nin bu renkten hoşlanmadığını bildikleri için, nişanlanan delikanlılar parlak kırmızı kıyafetler giyer. Tokgabi, parlak gümüşten de korkar. Bu yüzden erkekler ve kızlar topuzlarını gümüş saç tokalarıyla bağlarlar. Devlet yöneticileri ve memurların şapkalarında leylek şeklinde gümüşten yapılmış küçük süsler olur ya da elbiselerinin üzerine gümüş iple bu kuşların resmi işlenir. Gücü yeten herkes kış giysilerinde gümüş düğmeler ve süsler kullanır. Tokgabi, beyaz renkli her şeyden nefret eder. İşte Korelilerin kar gibi bembeyaz elbiseler giymesinin nedeni budur. Paltolarını, eteklerini, gömleklerini ve çoraplarını beyazlatmak için dağlar kadar çamaşır kolası kullanırlar. Öyle ki bayram günlerinde insanlar sanki kolaya batırılmış gibi gözükür, kıyafetleri ise akide şekerine bulanmıştır âdeta. Bu şekilde Tokgabi’nin eşek şakalarından kendilerini korurlar.
Doğu Işığı ve Balıklar Köprüsü
Evvel zaman içinde Kuzey Kore’nin Ebedi Beyaz Dağları’nın ötesinde bir kral yaşardı. Bu krala çok güzel ve genç bir kadın hizmet ediyordu. Her gün güneye bakıp neşeyle dolardı kadın. Zira Ejder Havuzu’nu kalbinde saklayan bulutlu dağın zirvesi, beyaz başını bu tarafa doğru kaldırırdı. Günlük işlerden yorulduğu zamanlar kaynağını Ejder Havuzu’ndan alan nehri düşünürdü. Günün birinde bir erkek evlat sahibi olacağını hayal ederdi. Oğlu, nehrin cömertçe suladığı ülkeyi yönetecekti.
Bir gün yine dağın zirvesini seyrederken doğu yönünden parlak bir duman geldiğini gördü. Mavi gökyüzünde beyaz bir bulut gibi süzülen bu şey, bir yumurta kadardı. Sonra giderek yaklaştı ve nihayet kadının elbisesinin göğsüne girdi. Bu olaydan kısa bir süre sonra kadın bir erkek çocuk dünyaya getirdi.
Fakat kıskanç Kral çok öfkelenmişti. Küçük yabancıdan hiç hazzetmiyordu. Bu yüzden bebeği alıp ahırdaki domuzların arasına attı. Böylece çocuğu bir daha görmeyeceğini düşünüyordu. Ama hiç de umduğu gibi olmadı! Domuzlar, bebeğin burun deliklerine nefes vererek sıcak soluklarıyla onu hayatta tuttular.
Kral’ın hizmetçileri küçük çocuğun neşeli kahkahalarını işitince sesin nereden geldiğini görmek için dışarı çıktılar. Tuhaf beşiğini hiç de yadırgamayan mutlu bir bebekle karşılaşmışlardı. Çocuğa yiyecek bir şeyler vermek istediler ama öfkeli kral, bebeği bu defa büyük ahıra atmalarını emretti. Bunun üzerine hizmetçiler çocuğu bacaklarından kaldırıp atların arasına koydular. Hayvanların üzerine basıp onu öldüreceğini düşünüyorlardı.
Ama böyle olmadı. Kısraklar bebeğe pek nazik davrandılar, onu ısıtıp sütleriyle beslediler. Böylece çocuk tombullaşıp güçlendi.
Kral, domuzlar ve atların bu muhteşem davranışını duyunca gökyüzüne baktı ve saygıyla eğildi. Bu çocuğun büyüyüp adam olması Tanrı’nın isteği olmalıydı. Bunun üzerine bebeğin annesinin yalvarışlarına kulak verdi. Kadın, çocuğunu saraya getirebilecekti. Çocuk burada tıpkı bir prens gibi eğitim alarak büyüdü. Güçlü delikanlı