Yeryüzünün tarihi. Martin J. S. Rudwick
olarak değerlendirmişti. Bu tür yükselmelerin defalarca gerçekleştiğini iddia etmişti. İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin ilk zamanlarında olağanüstü bir rol oynayan buharlı makinelere atıfta bulunarak, yeryüzünün bir “makine” olduğunu söylemişti. Buharlı makineler ısının devasa, kapsamlı gücünü göstermişti; her aşamada, sonsuza kadar tekrarlayan döngüler halinde çalışmayı sürdürebiliyorlardı. Hutton yeryüzünü buhar makinesine benzeyen doğal bir makine yapan şeyin bu döngüsel yapı olduğunu savunuyordu.
Hutton ardışık silsilesiyle oluşmuş kayaların sağlam olduğu yerlerde bu doğal makinenin işleyişi hakkında ilave kanıtlar aramış ve bulmuştu. Eğer bir deniz tabanına yatay tabakalar olarak biriken bir dizi katman, sonradan kabararak kuru bir kara oluşturmuş, sonra yağmur ve nehirlerle aşınarak deniz seviyesine inmiş, sonra da başka bir deniz tabanına birikmiş ikinci bir katman dizisiyle kaplanmış ve daha sonra tekrar kabararak kurak bir kara parçası oluşturmuşsa bu en az iki ardışık “yaşanabilir yeryüzü” kanıtı olarak değerlendirilebilirdi.
Hutton bunlardan önce başkalarının olduğundan ve gelecekte başkalarının olabileceğinden kuşkulanmak için hiçbir neden görmemişti. Kendisinin en sevdiği benzetmeyi kullanacak olursak, yeryüzünün “sistemi” Güneş sistemindeki gezegenlerin yörüngeleri kadar tekrarlanıyordu; ardışık “gezegenler” ardışık yörüngelerden farklı değildi. Fosillerin başka şeyler ileri sürdüğünü düşünmüyordu. Bu noktada onun için önemli olan tek şey, bitki ve hayvan fosillerinin eski “gezegenlerde” hem karanın hem de denizin mevcut olduğunu kanıtlamasıydı. Hutton kayıtlı insanlık tarihi öncesinde insan hayatı olduğuna ilişkin fosil kanıtı olmadığını kabul ediyordu; ama bitki ve hayvan fosilleri, o olmayan kanıtların yerini tutuyormuş veya onları temsil ediyormuş gibi davranıyordu. Deistik akıllı tasarım sisteminde onun nihai amacını yerine getirmek üzere gerçekte insanlar da olmasaydı, çok sayıda insansız yaşam olan “yerküre” anlamsız olurdu.
Şekil 3.5 Hutton’ın yayımlanan ve 1787 yılında Güney İskoçya’da bir nehir vadisinde bulduğu iki dizi katman arasındaki açılı “birleşim yeri”ni gösteren gravürü (1795). Alttaki ve daha yaşlı olan katman, başlangıçta yatay tabakalar olarak birikmiş olsa da kabararak dikey konuma gelmişti; sonra aşınmış ve katmanın tepesi kesilmişti (üstte bazı parçalar kalmış); sonra üstüne daha genç bir katman dizisi birikmiş ve bu katman yükselerek bitkilerin, hayvanların ve insanların yaşadığı bugünkü kurak alanı oluşturmuştu. Hutton’ın görüşüne göre bu kayalar, okyanusta iki ardışık birikimin ardından kabararak yeni kara oluşmasını ve sonra aşınmasını simgelemekteydi. Bunlar iki ardışık yaşanabilir dünyanın kalıntılarıydı.
Artık mantık yürütmenin sonuna geldik; şu andaki gerçeklere katkıda bulunacak başka veri yok. Ama elimizdekiler yeterli, doğada bilgelik, sistem ve tutarlılık olduğunu bulduğumuz için memnunuz. Zira bu gezegenin doğal tarihinde, bir dizi gezegen gördüğümüz için buradan, doğada bir sistem olduğu sonucuna varabiliriz. Benzer şekilde, gezegenlerde köklü değişiklikler olduğundan, bu değişikliklerin sürdürülmesini sağlayan bir sistem olduğu sonucuna varılmıştır. Ama eğer birbirinin ardından gelen gezegenler, doğa sistemi içinde oluşuyorsa yeryüzünün kökeninde daha ileriye gitmeye çalışmakta yarar bulunmamaktadır. Bu nedenle, şu andaki araştırmamızın sonucunda, herhangi bir başlangıç izi veya son olasılığı bulamadık.
Şekil 3.6 Hutton’ın Theory of the Earth (1795) kitabının son paragrafı ve yeryüzü “sisteminin” ne başlangıç ne de son işareti gösterdiğini iddia eden ünlü son cümlesi. Hutton’ın “ardışık gezegenler” içeren –burada açıkça Güneş’in etrafındaki ardışık gezegen yörüngelerine benzetilmektedir–, kökeni olmayan ve geçmişten geleceğe uzanan durağan, sürekli sonsuzluk içeren teorisini özetlemektedir. “Bilgelik” ve “niyet” ve de aslında “sistem” dili, Hutton’ın deistik teolojisini ifade etmektedir: Dünya mekanizmasının Akıllı Tasarımı, yaşanabilir topraklarda sonsuza kadar insan hayatı olmasını sağlamasına imkân vermektedir.
Bu nedenle Hutton, yeryüzünün eskiden şu andaki halinden farklı olduğunu veya gelecekte farklı olabileceğini düşünmeye gerek görmemişti. Karanın sürekli olarak aşınması ve denizin altında kaybolmasına rağmen, başka yerlerde karalar ortaya çıkıyor ve kaybedileni telafi ediyordu. Yani insanların yaşaması için hep kara olmuştu ve olacaktı. Bu nedenle Hutton’ın sürekli, durağan gezegeni, sonsuza dek insan hayatını destekleyecek şekilde tasarlanmış bir “sistem” olarak Buffon’un gelişen gezegeninden daha az tarihseldi. Hutton’ın ardışık gezegenleri zamanda sonsuz bir silsile oluşturuyordu ama tekrarlanan gezegen yörüngeleri nasıl Güneş sisteminin gerçek tarihi değilse, bu da yeryüzünün gerçek tarihi değildi.
Hutton’ın teorisi kendi ülkesinde ve Avrupa’da bilginlerin dikkatini çekmişti. yeryüzünü sonsuz olarak tanımladığı, aynı dönemde yaşayan bilginler, hem destekleyenler, hem eleştirenler açısından gayet açıktı. Örneğin Erasmus Darwin (Charles’ın büyükbabası) teoriyi onaylayarak Hutton’a göre “sudan ve karadan oluşan kürenin” hep sonsuz olduğunu ve olacağını belirtmişti. Başka bir yazar, açık bir şekilde The Eternity of the Universe (Evrenin Sonsuzluğu) adını verdiği destekleyici kitabında bunu aktarmıştı. Diğer tarafta, bir eleştirmen alaycı bir şekilde Hutton’ın, “ezelden beri düzenli olarak birbirinin ardından gelen pek çok yeryüzü olduğunu ve bu silsilenin sonsuza dek süreceğini” iddia ettiğini belirtmişti. Ayrıca kayalar hakkında bir iki şey bilen bir maden araştırmacısı, Hutton’ın “açıklanamayacak bir sistemi, yani dünyanın sonsuzluğunu desteklemek için her şeyi çarpıttığından ve zorladığından” yakınmıştı. Bu tür eleştiriler kısmen teorisinin bilimsel özelliklerine, örneğin tüm yumuşak çökeltilerin yoğun bir şekilde ısıtılarak hatta okyanus tabanında eritilerek sert kayalara dönüştürülmesi gerektiği iddiasına yöneltiliyordu.
Hutton’ın sistemi göz ardı veya ihmal edilmemişti ve tabii, Aydınlanmanın kültür merkezlerinden birinde yaşayıp görüşleri yüzünden eziyet görmesi düşünülemezdi. Ancak 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde, bilginler genellikle “Yeryüzü Teorisi” türünün ömrünü tamamladığını düşünüyordu. Yaygın bir şekilde, Hutton’ın örneğinin, Buffon’unki gibi ciddiye alınamayacak kadar spekülatif olduğu düşünülüyordu. Detaylı gözlemlerinin bir kısmı değerli olarak kabul edilse de teorisi, 18. yüzyıldaki aynı türdeki diğer çalışmalar gibi unutulsa daha iyi olurdu ama o, Hutton’ın ölümünden sonra yeni yüzyılın zevkine uyacak şekilde yeniden paketlenip insanlara sunuldu.
Antik ve Modern Yerküreler mi?
Ancak Hutton’ın eleştirenlerden biri, hem de en akıllılarından biri, çalışmalarıyla bu bilim türünün hem değişeceğinin, hem de terk edileceğinin habercisi olan Jean-André Deluc’tü (veya de Luc). Deluc, Cenevre vatandaşıydı (Cenevre o zaman şehir devletiydi ve henüz İsviçre’nin parçası değildi), meteoroloji uzmanı ve bilimsel cihaz imalatçısı olarak ün yapmıştı. Otuzlu yaşlarında İngiltere’ye göç etmiş ve Royal Society’ye katılarak Kral III. George’un Almanya doğumlu karısı Kraliçe Charlotte’a entelektüel danışman olarak atanmıştı. Uzun hayatının geri kalanında Batı Avrupa’ya birçok yolculuk yaptı ve eserlerinin çoğunu anadilinde, yani Fransızca olarak yayımladı. Deluc kendini, en az Buffon ve Hutton kadar Aydınlanma filozofu olarak görüyordu ama onların aksine, bırakın deist olmayı, ateist bile değildi. Kendini “Hıristiyan filozof” ya da "teist" olarak nitelendiriyordu. Tutucu bir dindar değildi ama kutsal kitabın insan hayatı konusunda güvenilir bir kılavuz olduğuna ve özellikle de ilahi girişimle ilgili inandırıcı