Yeryüzünün tarihi. Martin J. S. Rudwick
Buffon kısa bir süre sonra yeryüzünün kökeni hakkında bir makale daha yayımladı; gizli bir sonsuzlukçu olduğu konusundaki her türlü kuşkuyu ortadan kaldırdı. Eğer yeryüzünün bir kökeni varsa sonsuz olamazdı (evren, her zamanki gibi bambaşka bir konu olabilirdi). Buffon geçmişte bir noktada büyük bir kuyrukluyıldızın Güneş’le yakın temas sırasında, parlak bir cismin bir parçasını kopardığını öne sürüyordu. Bunun sonucunda cisim yoğunlaşarak aralarında yeryüzünün da olduğu bir dizi gezegene dönüşmüştü. Buffon’un teorisi, Whiston’ınki gibi bilimsel olarak saygınlık kazanmasına yardımcı olan Newton’ın çok beğenilen doğa felsefesinden esinlenmişti (Buffon, Newton’ın bazı eserlerini yavaş yavaş tüm bilimlerin ana uluslararası dili olarak Latincenin yerini almakta olan Fransızcaya çevirmişti).
Buffon, yeryüzü hakkında iki zıt teori oluşturmuştu: Şu andaki süreçlerini esas alan durağan hal teorisi ve geçmişte uzak bir noktada aniden ortaya çıkışına ilişkin diğer bir teori. Yıllar sonra bu iki teoriyi, devasa eserinin son ciltlerinden birinde ve Des Époques de la Nature adını taşıyan kitap uzunluğunda bir makalede birleştirdi. Bu arada, bu yeni yeryüzü teorisinin mümkün olabileceğini gösteren çok gelişme olmuştu. Derin madenlerde artan ısının ölçülmesi (günümüz ifadesiyle “jeotermal ısı”) yeryüzünün iç ısısı gerçeğini doğrulamıştı; Buffon bunun ancak, kendisiyle başkalarının zaten önermiş olduğu parlak kökenden kalan sıcaklık olarak açıklanabileceğini düşünüyordu. Lapland ve Peru’ya yapılan bilimsel keşif gezilerinde gerçekleştirilen hassas ölçümler Dünya’nın genel şeklinin, Newton’ın yasalarının dönen bir sıvı cisim olduğu takdirde öngördüğü gibi kutupları basık küre olduğunu kanıtlamıştı. Avrupa’da yapılan saha çalışmaları Steno’nun en alt tabakadaki kayaların hiç fosil içermediği, dolayısıyla bunların herhangi bir yaşam başlamadan önceki dönemden kalmış olabilecekleri şeklindeki çıkarımını doğrulamıştı. Bunların üstünde olup daha genç oldukları belli olan kayalar birçok tuhaf fosil içeriyordu. Bazıları, örneğin dev ammonitler, bariz bir şekilde tropikal görünüyordu. Tüm sert kayaların üstünü kaplayan oynak çökeltilerde fillerin ve gergedanların kemikleri vardı; ama bunlar Kuzey Sibirya’da bile bulunuyorlardı. Ayrıca hiçbir yerde insan fosili izine rastlanmamıştı (Bu, Scheuchzer’ın kuşkulu “Tufan’ın tanığı insan” iddiasını gözden düşürüyordu).
Buffon bizzat bu araştırmaya doğrudan katkıda bulunmamış olsa da Paris’teki Académie des Sciences’a sunulan raporlardan, yürütülen tartışmalardan ve müzesi için elde ettiği fosillerden, bu sonuçları biliyordu. Bunlar, Buffon’a yeryüzünün, onun önerdiği aşırı sıcak kökenden zamanla soğumuş olabileceğini ve bu yavaş yavaş soğumanın birbirini izleyen aşamalarının yeniden canlandırılabileceğini ileri sürmüştü.
Uygarlık tarihinde olduğu gibi insanlık devrimlerinin dönemlerini belirlemek ve insani olayların tarihlerini saptamak amacıyla tapu senetlerine danışıldı, madeni paralar incelendi ve eski yazıtlar deşifre edildi. Yani doğa tarihinde de dünyanın arşivlerini kazıyıp ortaya çıkarmak, yeryüzünün içindeki eski anıtları çıkarmak, kalıntılarını toplamak ve bizi doğanın farklı dönemlerine geri götürebilecek fiziksel değişiklik izlerini bir kanıt grubunda birleştirmek gerekiyor. Uzayın sınırsızlığı içinde bazı noktaları sabitlemenin ve zamanın sonsuz yolculuğunda belirli sayıda dönüm noktasını yerine koymanın tek yolu bu.
Şekil 3.3 Buffon’un, yeryüzü tarihini insan dünyasının tarihçileriyle aynı yöntemleri kullanarak yeniden oluşturduğunu iddia ettiği Nature’s Epochs (Époques de la Nature, 1778) kitabının açılış sözleri. Geleneksel tanımlayıcı “doğa tarihi” modern anlamda doğanın kendi dinamik tarihine dönüştürülecekti. “Sonsuz zaman yolculuğundaki dönüm noktaları” referansı bunların eşit aralıklı olduğunu düşündüğü anlamına gelmemekteydi ve sonsuz olan, sadece zamanın soyut boyutuydu, tarihteki gerçek olaylar kronolojisi değil.
Anlamlı bir şekilde kitabının başlığında, kronoloji uzmanlarından alınmış önemli bir kelime vardı. Uzmanlar insanlık tarihindeki önemli dönüm noktalarına “çağ” diyordu. Buffon doğanın çağlar silsilesini yeniden canlandırmaya çalışıyordu. Bir asır önce Hooke’un yaptığı gibi o da antikacılardan da başka anahtar kelimeler almıştı, fosiller gibi bulgular doğanın “anıtları”ydı, bunlar geçmişten kalan eski eserlerdi. Paralar ve yazıtlarla, belgeler ve arşivlerle benzerlikler, yeryüzünün kendi tarihini yeniden canlandırma iddiasında bulunduğunu daha da açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
Buffon yeryüzü tarihi varsayımını, dönen sıcak bir sıvı cisimden –Ateş topu– başlayıp deniz seviyesinden yükseklerde bile büyük tropik kara hayvanlarının ortaya çıkmasına kadar altı çağ halinde tanımlayarak özetlemişti. (Yeni yaşam biçimlerinin kökeni Buffon’la o dönemde yaşayanlar için büyük bir bilmece değildi; bunu başka canlı türlerinin evrimleşmesine veya doğrudan kutsal olaylara değil, bir tür doğal “kendiliğinden oluşum” sürecine bağlıyorlardı.) Altı günlük Yaratılış’la paralelliği atlamak mümkün değildi ama Buffon bunu Genesis’in saygın bir yorumu yerine kurnaz bir parodi olarak düşünmüş olabilir. Ancak bu, her durumda anlatısının çok yönlü yapısını vurguluyordu. Buffon, insanların ilk ortaya çıkışını (Genesis’te altıncı günde olduğu gibi) altıncı çağa yerleştirmeyi planlamıştı. Ancak bu durumda insanlar, en az bir türünün soyunun tükendiğinden kuşkulandığı büyük fosil memelilerle aynı dönemde yaşamış olacaktı. Bu nedenle tam eseri yayımlanmak üzereyken, insanların ilk kez ortaya çıkışını göstermek amacıyla yedinci bir çağ ekledi: Böylece hikâyedeki son önemli olay geleneksel yerini korumuş oldu (gerçi böylelikle insanları, Genesis’te kutsal Sebt tatilince işgal edilen üstün konuma yerleştirmiş oluyordu). Ancak daha da önemlisi Buffon’un son dakikada yaptığı değişiklik, diğer bilginlerin kesin gözüyle baktığı şeyi açıkça sergilemişti: Bu yeryüzü (ve canlı varlıklar) tarihinin neredeyse tamamı insanlar ortaya çıkmadan önce yaşanmıştı. İnsanlar hâlâ hikâyenin zirvesinde olabilirdi ama şimdi insan olmayan giriş çok genişlemişti. Başka bir deyişle insanlık tarihi, çok daha uzun bir dramda final sahnesine indirgenmişti.
Ancak tarihin ne kadar uzun olduğu konusu, yani geleneksel birkaç bin yılın çok ötesine uzanan bir toplam süreç fikri, diğer bilginler tarafından da hesaba katılmış olsa da Buffon’un açıklığa kavuşturduğu bir konuydu. Diğerlerinin aksine Buffon süreci, doğru rakamlarla tespit etmeye çalışmıştı. Kırsal kesimdeki konağında bulunan demir imalathanesini kullanarak çeşitli maddelerden yapılmış farklı boyutlardaki küçük topların akkor halinden oda sıcaklığına soğuma hızını ölçtü ve sonra sonuçları yeryüzünün boyutuna yükseltti. Bu işlem sonucunda yeryüzünün toplam yaşının yaklaşık 75.000 yıl olduğunu belirlediyse de bunun fazlasıyla düşük bir tahmin olduğundan kuşkulandı ve içten içe sayının on milyonlara varabileceğini düşündü. Buffon’un yayınladığı düşük tahmin bile kronoloji uzmanlarının olağan hesaplarını altüst etti. Yüksek tahminlerini kendisine saklamasının sebebi kilise yetkilileri tarafından eleştirilme korkusu değildi. Aksine, düşük rakam için deneysel kanıtları olduğunu düşünüyordu, oysa yüksek rakam konusunda yalnızca önsezisi vardı. Haklı olarak korktuğu şey, diğer bilginlerin önerisinin fazla spekülatif olduğuna ilişkin eleştirileriydi. Buffon’un bulduğu bütün rakamlar, küçük modellerden gerçek yeryüzüne yaptığı büyütme işlemine ve tabii, soğutma teknolojisinin geçerliliğine dayanıyordu.
Buffon yeryüzünün yaşını, teorisi hakkında çok daha önemli bir bilgi veren bir bağlama yerleştirmişti. Onun tarih silsilesinin tamamı, başlangıçta akkor halinde olan bir