Pollyanna. Элинор Портер
bir küçük lavabo, aynasız bir masa, bir de yazı masası vardı. Duvarlar resimsiz, pencereler perdesizdi. Güneş bütün gün damın üzerine vurduğu için oda bir fırın gibi sıcaktı. Pencerelerin tel kafesleri daha takılmamış olduğu için camlar açılmamıştı. Bir sinek, pencerelerden birinin önünde öfkeli öfkeli vızıldayıp duruyordu.
Bayan Polly sineği öldürdü, pencereyi aralayıp sineğin ölüsünü dışarı attı. Sonra sandalyelerden birini düzeltti, kaşlarını da biraz daha çattı, iyice asılmış bir yüzle odadan dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra mutfağın önüne gelmiş, şöyle diyordu:
“Pollyanna’nın odasında bir sinek buldum, Nancy. Bir ara pencereler açık kalmış olmalı. Ismarladığım tel kafesler gelinceye kadar pencerelerin kapalı kalmasına özellikle dikkat edeceksin. Yeğenim yarın dörtte geliyor. Onu istasyonda senin karşılamanı istiyorum. Timothy’ye söylersin, seni açık arabayla istasyona götürür. Telgrafta yeğenim ‘açık sarı saçlı, kırmızı çizgili basma entarili, hasır şapkalı’ diye anlatılmış; onun hakkında bildiklerim de bu kadar. Sanırım ki onu bulman için bu bilgi yeterlidir.
“Elbette, efendim, ama siz de…”
Bayan Polly, Nancy’nin yüzünden onun ne demek istediğini anlamıştı.
“Hayır, ben gitmeyeceğim. Sonra, sert bir sesle ekledi: İstasyona ben niye gidecekmişim, değil mi ya?”
İşte böylece küçük Pollyanna’yı rahat yaşatmak için yapılan hazırlıklar da sona ermişti.
Ertesi gün tam dörde yirmi kala, Nancy ile arabacı Timothy beklenen küçük misafiri karşılamak üzere istasyona gittiler. Timothy bahçıvan Tom’un oğluydu. Çok iyi huylu, yakışıklı bir gençti. Nancy buraya yeni geldiği hâlde iki gencin arasında çarçabuk içten bir dostluk kurulmuştu. Yalnız, bugün Nancy üzerine aldığı elçilik görevine kendini öylesine kaptırmıştı ki, her zamanki gibi durmadan konuşacak yerde, sessiz sedasız duruyor, bir an önce istasyona varmak için sabırsızlanıyordu. İstasyona geldikten sonra da aynı sessizlik içinde trenin gelmesini bekledi. İçinden durmadan Pollyanna’nın tarifini tekrarlıyordu: “Sarı saçları, kırmızı çizgili basma entarisi, hasır şapkası var…”
Bir yandan da Pollyanna adındaki çocuğun nasıl bir şey olduğunu merak ediyor, onu önceden hayalinde canlandırmaya çalışıyordu. Yanında tembel adımlarla ağır ağır yürümekte olan Timothy’ye dönüp:
“Onun hesabına Tanrı’ya yakarıyorum.” dedi. “İnşallah sessiz, laftan anlayan bir çocuktur, bıçakları yere düşürüp kapıları çarpmaz.”
Timothy garip bir gülüşle: “Dediğin gibi çıkmazsa hepimizin hâli kim bilir nice olur!” dedi. “Düşünsene bir kere: Bayan Polly’yle yaramaz bir çocuk! Bak işte tren geliyor!”
Nancy, küçük istasyondaki kalabalığın birdenbire arttığını görünce heyecanlandı, korkuyla sarsıldı. Trenden inecek yolcuların hepsini görebilmek için kendine iyi bir yer seçmeye çalışırken: “Ah Timothy,” diye ağlamaklı bir sesle haykırdı: “Bana öyle geliyor ki, gelmem çok saçma bir iş oldu. O çocuğu hiç tanımıyorum ki ben.”
Nancy, çok geçmeden küçük Pollyanna’yı gördü. Çok canlı, küçük bir kızdı bu; yüzü çilliydi, başının iki yanında kalın upuzun sarı örgü saçları sallanıyor, kırmızı çizgili elbisesinin içinden vücudu pek ince görünüyordu; cana yakın bir tavırla birini arıyormuş gibi bakınıyordu. Nancy çocuğu tanımıştı ama heyecandan dizleri öylesine titriyordu ki bir adım daha atacak cesareti kendinde bulamadı. Birkaç saniye öylece kaldı. En sonunda heyecanını biraz yatıştırınca küçük kızın yanına gitti. Pollyanna ise hâlâ bakmıyor, kendisini karşılamaya gelen var mı, yok mu diye araştırıyordu.
Nancy: “Siz Bayan Pollyanna’sınız, değil mi?” diye sorar sormaz bir çift ufak kol birden kendisini sımsıkı sardı. Kuvvetli, cana yakın bir ses ta kulağının içinde konuşmaya başladı:
“Sizi gördüğüme öyle, öyle sevindim ki bilemezsiniz! Evet, ben Pollyanna’yım. Sizin beni karşılamaya gelmenize de ayrıca çok sevindim. Zaten geleceğinizi biliyordum.”
Nancy: “Biliyor muydunuz?” diye sordu. Pollyanna’nın onu daha önce nereden tanımış olabileceğini bir türlü kestiremediği için şaşkınlığı büsbütün artmıştı. Pollyanna’nın, ona birdenbire sarılmasıyla yana kayan şapkasını düzeltirken: “Demek biliyordunuz?” diye mırıldandı.
Pollyanna, bir yandan utanç, bir yandan şaşkınlık içinde ne yapacağını bilmez bir hâlde duran Nancy’yi tepeden tırnağa dikkatle süzdükten sonra, gülümseyerek: “Evet,” dedi. “Doğrusunu isterseniz yol boyunca sizi gözlerimin önünde canlandırmaya çalıştım, nasıl bir insan olduğunuzu düşündüm durdum. Şimdi ise sonuçtan sevinç duyuyorum. Tam benim düşündüğüm gibisiniz, buna da ayrıca çok sevindim.”
Bu sözler hizmetçi kızı öylesine şaşırtmıştı ki Timothy yanlarına gelince bir kurtarıcıya kavuşmuş gibi sevindi, hemen: “Bu bey Timothy’dir.” diye onu tanıttı. “Belki taşınacak sandığınız vardır, diye düşündük de.”
Pollyanna pek ciddi bir şekilde başını sallayarak: “Evet, var.” dedi. “Hem de çok yeni bir sandığım var. Yardımseverler Derneği’nden verdiler. Ne güzel, değil mi? Çantamda da bir kâğıt var. Onu da Bay Gray verdi, size teslim etmemi tembih etti. Bay Gray, Bayan Gray’in kocasıdır. Karı koca Grayler Peacoin Garrin’in karısıyla akraba oluyorlar. Beni buraya kadar onlar getirdi. İkisi de öyle iyi insanlar ki anlatamam!”
Pollyanna, elindeki çantayı açıp içini iyice karıştırdıktan sonra bulduğu kâğıdı Nancy’ye uzatarak “Buyrun” dedi. “İşte bu.”
Nancy derin derin içini çekti. Onun yerinde olup bu sözleri duyan başka herhangi bir kimse de derin derin içini çekmekten başka bir şey yapamazdı. Sonra yan gözle Timothy’ye baktı. Delikanlının gözleri de uzaklara dalmıştı.
Pollyanna’nın sandığını arabanın arkasına yerleştirdiler, üçü de arabanın önüne kurulup yola çıktılar. Küçük kız, Nancy ile Timothy’nin arasına sıkışmış oturuyordu. Arabaya yerleşirlerken de durmadan soru sormuş, sorulanlara karşılık vermiş, kısacası, hiç durmadan, dinlenmeden konuşmuştu.
Arabanın tekerlekleri dönmeye başlayınca da: “Aman ne iyi!” diye yeniden söze başladı. “Böyle araba ile gezmeyi öyle severim ki! Yolumuz kısa mı? İnşallah uzundur. Uzun değilse de sevinirim ya, çünkü o zaman bir an önce evimize varabileceğiz demektir. Ah ne güzel sokaklar bunlar! Ben zaten biliyorum buraları. Babam söylemişti.”
Pollyanna birdenbire sustu. Çok duygulu bir kız olan Nancy, hiç belli etmeden, çocuğun yüzüne bakınca onun küçük çenesinin titrediğini, o güzel çocuksu gözlerinin yaşlarla doluverdiğini gördü. Fakat bir dakika sonra Pollyanna kendini toplamış, neşeli görünmeye çalışarak yeniden konuşmaya başlamıştı:
“Babam bütün bunları bana anlatmıştı. Yalnız, her şeyden önce size üzerimdeki elbisenin niçin siyah değil de kırmızı olduğunu açıklamam gerekiyor. Hem Bayan Gray de her şeyden önce bu açıklamayı yapmamı tembih etmişti. Bayan Gray yas tutmam gerektiği bir zamanda kırmızı elbiseyle karşınıza çıkmama pek şaşacağınızı düşünüyordu. Bir yakınını kaybeden her Hristiyan gibi siyah giymem gerekirken giymeyişimin nedeni şu: Siz de bilirsiniz ya, Hristiyan dinini yaymak için çalışan din adamlarına, yani misyonerlere, yardım olsun diye fıçılar içinde eşya gönderirler. Bize de son gelen fıçıdan kibar bir hanımın çok giymekten dirsekleri açılmış, önü lekeli, eski kadife ceketinden başka siyah bir giyecek eşyası çıkmadı. Bu ceket de o kadar eskiydi