1984. Джордж Оруэлл
diye hitap ederdi. Baş Kapitalist’in adı Kral’dı ve…
Ancak yazının geri kalanını biliyordu. Geniş kollu kıyafetler giyen piskoposlar, kürk kaftanlar içindeki yargıçlar, boyunduruğa bağlı suçlular, ayakları bağlanan mahkûmlar, dokuz kuyruklu kırbaçlar, Belediye Başkanı’nın verdiği ziyafet yemeği, Papa’nın ayağını öpmeler… Bir de JUS PRIMAE NOCTIS4 isminde bir şey vardı ki bu muhtemelen çocuk kitabında yer almazdı. Buna göre kanun gereği her bir kapitalistin, fabrikalarında çalışan istediği kadınla birlikte olabilme hakkı vardı.
Peki bunların ne kadarının doğru ne kadarının yanlış olduğunu bilmenin bir yolu var mıydı? Ortalama bir insanın, Devrim öncesine kıyasla artık daha iyi durumda olduğu iddiası doğru olabilirdi. Bunun aksine işaret eden tek delilse kendi varlığınızdaki sessiz isyandı. Yaşadığınız koşulların dayanılmaz olduğunu ve bir şeylerin başka bir zamanda farklı olduğunu hissettiren o içgüdüydü. Winston, modern yaşamın ayırt edici özelliğinin zalim ve güvensiz olması olmadığını birden fark ediverdi. Modern yaşamın en belirgin özelliği; yavanlık, renksizlik ve kayıtsızlıktı. Etrafına bakan bir kişi, yaşamın tele-ekrandan dalga dalga yayılan yalanlara benzemediğini kolayca görebilirdi. Dahası yaşam, Parti’nin ulaşmaya çalıştığı hedeflerle de alakalı değildi. Yaşamın büyük bir kısmı, bir Parti üyesi için bile tarafsız ve siyasetsiz bir alandan oluşuyordu. Yaşam, felaket işlerde çalışıp didinmek, metroda yer kapmak, yıpranmış bir çorabı onarmak, bir tanecik sakarin tableti dilenmek, bir sigara izmaritini değerlendirmek demekti. Parti’nin belirlediği ideal ise devasa, ürkütücü ve şaşaalıydı. Beton ve çelikten, dev gibi makinelerden ve korkunç silahlardan oluşan bir dünyaydı bu. Savaşçılardan ve tutuculardan oluşan bir millet, mükemmel bir birlik içinde yürüyordu ileriye doğru. Herkes aynı düşünceleri düşünüyor, aynı sloganları haykırıyor, sürekli çalışıyordu. Savaşlar, zaferler ve kıyımlar ara vermeden devam ediyordu. Hepsi aynı yüze sahip üç yüz milyon insan… Gerçek ise delik ayakkabılarla oradan oraya sürüklenen aç insanların, her zaman lahana ve pis tuvalet kokan on dokuzuncu yüzyıldan kalma derme çatma evlerde yaşadığı çürüyen, renksiz şehirlerdi. Londra gözlerinin önüne geldi. Kocaman ve harabe… Milyonlarca çöplüğün şehri… Bu imgeye bir de buruş buruş yüzü ve bir tutam saçıyla tıkanmış lavaboyla çaresiz bir şekilde cebelleşen Bayan Parsons’ın görüntüsü karıştı.
Bir kez daha eğilip ayak bileğini kaşıdı. Tele-ekranlar, o dönem yaşayan insanların elli yıl öncesine nazaran daha çok gıdaya, daha çok giysiye, daha iyi evlere, daha iyi eğlenme imkânlarına sahip olduklarını ve daha uzun yaşayıp daha az çalıştıkları, daha iyi, daha sağlıklı, daha güçlü, daha mutlu, daha akıllı, daha eğitimli olduklarını kanıtlayan istatistiklerle kulak tırmalamaya gece gündüz demeden devam ediyorlardı. Ancak bunların tek birini kanıtlamanın ya da çürütmenin bir yolu yoktu. Örneğin Parti’nin iddiasına göre yetişkin proletarya erkeklerinin yüzde kırkı okuma yazma biliyordu. Devrim’den önce bu rakam, yüzde on beşti. Başka bir Parti iddiasına göre bebek ölüm oranı, binde yüz altmıştı. Devrim’den önce ise binde üç yüz… Ve bunlar gibi bir sürü istatistik vardı. İki bilinmeyenli bir denklem gibiydi. Tarih kitaplarındaki her şeyin, tek bir kez sorgulanmadan kabul edilenler de dâhil olmak üzere hayal ürünü olması mümkündü. JUS PRIMAE NOCTIS isminde bir kanun, kapitalist isminde bir canlı ya da silindir şapka diye bilinen şeyler, belki de hiç olmamıştı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.