Üç Kalp. Джек Лондон
öldürüldüğünden emin olmalısınız.”
“Ne için ve neden?” diye konuyu geçiştirmeye çalıştı Vali. “Ortadan kaldırılmasını istediğim tek kişi Henry. Bırakalım da Francis, sevgili New York’una geri dönsün.”
“Bugün dışarı çıkmak zorunda ve nedeninden sen de memnun olacaksın. Bildiğin üzere, telgraflarımı devlet telsizi üzerinden okumaktan…”
“Devlet istasyonunu kullanma izni konusunda yapmış olduğumuz anlaşmamız buydu.” diye hatırlattı Vali.
“Zaten bundan bir şikâyetim de yok.” diye güvence verdi ona Torres. “Ama daha önce de söylediğim gibi New Yorklu Regan ile ilişkilerimin gizli ve önemli olduğunu gayet iyi biliyorsun.” Bu sırada elini göğüs cebinin üzerine dokundurdu. “Az önce başka bir telgraf aldım. Francis domuzunun bir ay boyunca New York’tan uzak tutulması şart hatta mümkünse sonsuza kadar ve Senyör Regan’ı yanlış anlamadıysam bu süre ne kadar uzun olursa o kadar iyi. Ben bunda başarılı olduğum sürece, senin de durumun gayet iyi olacak.”
“Ama sen bana ne kadar aldığını ve ne kadar alacağını hâlâ söylemedin.” diye yokladı Vali.
“Bu özel bir anlaşmaydı ve senin düşündüğün kadar büyük bir meblağ değil. O sert bir adam, Senyör Regan gerçekten sert bir adam. Yine de girişimimizin sonucunda elde edeceğimiz başarıyı seninle adil bir şekilde paylaşacağım.”
Vali başını salladı ve şöyle dedi:
“Alacağım bin altın kadar olabilir mi?”
“Olabilir. Elbette İrlandalı o kumarbaz domuz bana bir miktar ödeme yapabilir ve eğer o Francis domuzu kemiklerini San Antonio’da bırakacak olursa beş yüzü senindir.”
“Yüz bin altından daha mı çok olacak?” dedi Vali, tereddütle.
Torres sanki bu bir şakaymış gibi güldü.
“Kesinlikle binden fazla olmak zorunda.” dedi Vali ısrarla.
“Ve cömert de olabilir.” diye yanıtladı Torres. “Bana binin haricinde beş yüz bile verebilir, bunun yarısı da daha önce de söylediğim gibi doğal olarak senin olacak.”
“Buradan çıkar çıkmaz hemen hapishaneye gideceğim.” dedi Vali. “Bana güvenebilirsin, Senyör Torres, benim sana güvendiğim gibi. Gel. Hemen gidelim, şimdi, sen ve ben, Francis Morgan’ın karşılama töreni için yapacağım hazırlığı kendi gözlerinle gör. Bir silahla kurnazlığımı kaybetmeye hiç niyetim yok. Ayrıca, üç jandarmaya sadece ona ateş etmelerini söyleyeceğim. Demek bu Gringo köpeği hapishanemize saldıracak, ha? Gel. Hemen yola koyulmalıyız.” Ama tam odanın yarısına geldiğinde, nefes nefese kalmış ve koşmaktan terden sırılsıklam olmuş, yırtık pırtık kıyafetli bir çocuk içeri girmiş, kolunu kavrayarak, yakınmaya başlamıştı:
“Haberlerim var. Bunun için bana para ödemelisiniz, Senyör, hem de oldukça yüksek. Tüm yolu koşarak geldim.”
“Değersiz leşini akbabaların didiklemeleri için seni San Juan’a göndereceğim.” oldu adamın cevabı.
Oğlanın bu tehdit karşısında bir süreliğine titremesine rağmen aç karnından aldığı cesaret ve paraya gerçekten ihtiyacı olmasından dolayı, bir sonraki boğa güreşi arenasına ücretsiz giriş bileti dileğini ifade etmeye cüret etti.
“Bu haberi size getirdiğimi sakın unutmayın, senyör. Gördüğünüz üzere, tüm yolu nefesim kesilene kadar koştum, senyör. Size haberi söyleyeceğim ama siz de benim bütün yolu koşarak geldiğimi ve bu haberi ilk verenin ben olduğumu unutmayacaksınız.”
“Evet, evet, hayvan, unutmayacağım. Ama bunu çok iyi hatırlamamın bedelini ağır ödeyeceksin. Söyleyeceğin önemsiz bilgi neymiş bakalım? Bir sentten daha değerli değildir. Ve eğer değilse, yaşadığın her gün için pişman olacaksın. San Juan’da üzerine üşüşecek olan akbabalar, sana yapacaklarımın yanında hiç kalacak.”
“Hapishane.” diyerek titredi çocuk. “Dün asılacak olan garip Gringo hapishanenin yan tarafını havaya uçurdu. Merhametli Azizler! Delik, katedralin çan kulesi kadar büyük! Ve diğer Gringo, hani tıpkı ona benzeyen, yarın asılacak olan, onunla birlikte delikten kaçtı. Onu delikten kendisi sürükleyerek çıkardı. Tüm bunları, bu iki gözümle gördüm ve sonra koşarak buraya haber vermeye geldim, siz bunu unutmayacaksınız…”
Ancak Vali çoktan şaşkın bir ifadeyle Torres’i incelemeye başlamıştı.
“Peki, eğer bu Senyör Regan dediğin kadar cömert olursa, sana ve bana bahsi geçen bu meblağı verecek, öyle mi? Bu Gringo kaplanının yasaları ve düzeni bozması, gayet kaliteli hapishanemizin duvarlarını yıkmasının karşılığı, onun ödeyeceği paranın beş hatta on katı daha fazla olacaktır.”
“Bu kesinlikle bir yanlış alarm olmalı, sadece Francis Morgan’ın rüzgârının hangi yöne doğru estiğini gösterecek bir işaret olmalı.” diye mırıldandı Torres, kederli bir ifadeyle. “Unutma ki hapishaneye saldırmasını ona ben önerdim.”
“Sen ve Senyör Regan hangi durumda o hapishane duvarının bedelini ödeyeceksiniz?” diye sordu Vali, sonra bir duraksayarak ekledi: “Böyle bir şeyin başarıldığına inandığımdan değil. Bu mümkün değil. Aptal bir Gringo bile buna cesaret edemez.”
Elinde tüfeğini tutmaya devam eden Jandarma Rafael, kafa derisindeki yaradan dolayı yüzüne doğru akan kanla, mahkeme salonunun kapısından içeri girdi ve Torres ile Vali’nin etrafında toplanmaya başlayan meraklıları bir kenara itti.
“Saldırıya uğradık.” oldu Rafael’in ilk sözleri. “Hapishanenin çoğu yıkıldı. Dinamit! Yüz kilo ağırlığında! Belki bin! Hapishaneyi kurtarmak için elimizden geleni yaptık. Ama patladı, binlerce kilo dinamit. Elimde tüfeğimle bayılmışım. Kendime tekrar geldiğimde, etrafıma baktım. Diğerleri, cesur Pedro, cesur Ignacio, cesur Augustino, hepsi, hepsi etrafımda ölü olarak yatıyordu!” Neredeyse “Hepsi sarhoş.” hâlde diye ekleyecekti ama Latin Amerikalı mizacı öylesine karmaşıktı ki felaketi, en cesur ve trajik şekilde abartarak hayal gücünün tüm içtenliğiyle ifade etti. “Ölmüş hâlde yatıyorlardı. Ölmemiş olabilirler, belki de bayılmışlardır. Ben emekleyerek çıktım. Gringo Morgan’ın hücresi boştu. Duvarda kocaman ve korkunç bir delik vardı. Delikten sokağa doğru sürünerek çıktım. Büyük bir kalabalık vardı. Ama Gringo Morgan gitmişti. Onları gören ve ne yaptıklarını bilen birileri ile konuştum. Atlar onları hazır bekliyormuş. Sahil yönüne doğru gitmişler. Orada demirlenmemiş bir gulet varmış. Onları aldıktan sonra yelken açmış. Francis Morgan’ın eyerinde bir çuval altın varmış. Etraftakiler görmüş. Çok büyük bir çuvalmış.”
“Peki, ya delik?” diye sordu Vali. “Duvardaki delik?”
“Çuvaldan daha büyük, hem de çok daha büyük.” oldu Rafael’in yanıtı. “Ama çuval da büyük. Etraftakiler öyle söyledi. Ve bindiği atın eyerindeymiş.”
“Hapishanem!” diye haykırdı Vali. Sol kolunun altından, paltosunun iç tarafından bir hançer çıkardı ve havaya doğru kaldırdı, böylece hançerin kabzası üzerine ince bir şekilde işlenmiş olan İsa’nın çarmıha gerilmiş hâlinin tasviriyle, gerçek bir haç gibi göründü. “Alacağım intikam için tüm Azizler üzerine yemin ederim. Hapishanem! Adaletimiz! Yargımız!.. Atlar! Atlar! Jandarma atları!” Sanki Torres’in üzerine gitmek istermiş gibi ona doğru yönelip bağırmaya devam etti: “Senyör Regan’ın canı cehenneme! Ben kendi derdimin peşindeyim! Bana meydan okundu! Hapishanem mahvoldu! Benim kanunum, bizim kanunumuz, iyi dostlarımız, onlarla alay edildi. Atlar! Atlar! Onları sokaklardan toplayın. Acele! Acele edin!”
Maya-Kızılderili bir