Jo'nun Oğulları. Луиза Мэй Олкотт
başarısız olacağını öngörüyorlardı. Ama insanlara çamur gibi şekil verilemeyeceğini bildiği için ihmal edilmiş bu çocuğun iyi bir adama dönüşeceği ümidiyle kendisini ikna ediyordu ve daha fazlasını istemiyordu. Bu bile fazla beklenti içine girmekti, Dan tutarsız dürtülerle dopdoluydu, güçlü tutkuları vardı ve engel tanımaz doğası âdeta genlerine işlemişti. Hayatı boyunca sadece tek bir şeye düşkündü ve bunun dışında engel tanımazdı. O da Plumfield’ın hatırasıydı. O çok sadık arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratma korkusu, prensiplerinden daha güçlü olan gururu aslında arkadaşlarının saygınlığına her daim sahip olma isteğiydi. Tüm hatalarına rağmen onlar da Dan’e hayranlık duyuyor ve seviyorlardı.
“Canını sıkma arkadaşım, Emil vurdumduymaz bir çocuk ve her zaman dört ayak üstüne düşer. Ben Nat ile alakadar olurum, zaten Dan de doğru yolu buldu sayılır. Gidip Kansas’a bir göz atsın ve eğer çiftçi olma planları cazibesini yitirirse her zaman son çare olarak Lo’ya başvurabilir, eminim oralarda büyük işler başarabilir. İlginç olanı da o tuhaf görev için biçilmiş kaftan sayılır ve ümit ederim ki o işi kabul eder. Zalim kimselerle kavga ederek ve ezilenlerle arkadaşlık kurarak içindeki o tehlikeli enerjisini meşgul etmesini sağlayacaktır. Koyun ağılları ve buğday tarlalarıyla uğraşmaktansa bu hayat tarzı ona daha uygun gelecektir.”
“Dediklerinin doğru olmasını ümit ediyorum. O da ne?” Ve Bayan Jo, daha iyi duyabilmek için öne doğru eğildi. Ted ve Josie’nin bağrışmaları kulağına kadar geliyordu.
“Yabani at mı? Gerçek ve canlı canlı mı? Ve onun üzerine binebileceğiz! Dan sen birinci sınıf bir adamsın!” diye haykırdı oğlan.
“Gerçek bir Kızılderili kıyafeti, hem de sadece benim için! Eğer oğlanlar ‘Metamora’ rolünü oynarlarsa ben de ‘Namioka’ rolünü üstlenebilirim.” diye ekledi Josie ellerini çırparak.
“Bess için bir bufalo kafası mı? Tanrı aşkına Dan, neden ona öyle dehşet verici bir şey getirdin?” diye sordu Nan.
“Dayanıklı ve doğal bir şeyi model olarak kullanmanın ona iyi geleceğini düşündüm. Eğer şu faso fiso tanrıları ve evcil kedicikleri yapmaya devam ederse asla başarılı olamaz.” diyerek saygısızca karşılığını verdi Dan, en son geldiğinde Bess’in model olarak kullandığı Apollo’nun büstüyle İran kedisi arasında telaşlı bir şekilde mekik dokuduğunu hatırlayarak.
“Teşekkür ederim, onu kullanacağım ama eğer başarısız olursam seni hatırlatması için bufalo kafasını koridora asacağım.” dedi Bess, o taptığı tanrılara hakaret etmesine içerlemişti ama iyi terbiye aldığı için bunu ancak ses tonuna yansıtabilmişti, bir dondurmanın tadı kadar tatlı ama bir o kadar da soğuk.
“Sanırım diğerleri yeni yerleşim yerimizi görmeye geldiğinde sen gelmezsin. Senin için fazla zahmetli mi olur acaba?” diye sordu Dan, prenseslerine hitap ettiklerinde tüm oğlanların yapmaya çalıştığı gibi saygın bir havaya bürünmeye çalışarak.
“Ben eğitim görmek için yıllarımı Roma’da geçireceğim. Bu dünyanın tüm güzellikleri ve sanat eserleri orada, ayrıca bir ömür boyu orada yaşasam bile tadını çıkarmak için yeterli değil.” diye karşılık verdi Bess.
“Tanrıların Bahçeleri ile benim muhteşem Rocky Dağları’nı kıyaslayacak olursak Roma, küf bağlamış eski bir mezar taşına benziyor. Sanatı azıcık bile umursamıyorum ama doğaya tahammül edebiliyorum ve sana öyle şeyler gösterebilirim ki sanırım soluksuz kalırsın. En iyisi sen gel; Josie atlara bindiği sırada, onları model olarak kullan. Bir arada kümelenmiş yüz kadar yabani at, sana saf güzelliği yansıtamıyorsa ben de bu işten vazgeçeceğim!” diye haykırdı Dan, özgür yaşamın yabanıl güzelliği ile canlılığı karşısında heyecan duymaya başladı ve büyük haz aldığı bu yaşam tarzını kelimelere sığdıracak gücü bulamadı kendinde.
“Bir gün oralara babamla geleceğim ve Sen Mark ile Capitol tepesindeki atlardan daha mı güzeller bir bakacağım. Ama lütfen benim tanrılarıma çirkin sözler söyleme, ben de senin yaşam tarzını sevmeye çalışacağım.” dedi Bess, Batı’nın görmeye değer olduğunu düşünmeye başlamıştı, gerçi oralarda ne Raphael17 ne de Angelo18 gibi sanatçılar henüz ortaya çıkmamıştı.
“İşte bu konuda anlaştık! Yabancı bölgelere gitmeden önce insanların kendi ülkelerini tanımaları gerektiğine inananlardanım, sanki yeni dünya keşfetmeye değmezmiş gibi.” diye söze başladı Dan, olanları çoktan unutmaya hazırdı.
“Avantajları olduğu kadar bazı çekinceleri de var. İngiltere’de kadınlar oy kullanabiliyor ama biz kullanamıyoruz. Her türlü iyi şeyde Amerika’nın önünde olmadığımız için utanıyorum.” diye haykırdı Nan. Her türlü reformda ilerici bir görüşe sahipti ve kendi hakları konusunda endişe duyuyordu, ne de olsa bazı hakları elde etmek için savaş vermek zorunda kalmıştı.
“Ay ne olur, tekrar başlama o konuda! İnsanlar her zaman o hususta tartışırlar, birbirlerine ağızlarına geleni söylerler ve asla da hemfikir olmazlar. Sessiz ve mutlu bir gece geçirelim.” diye yalvardı Daisy. Nan ne kadar tartışmaları seviyorsa Daisy de bir o kadar nefret ederdi.
“Yeni kasabamızda istediğin kadar oy kullanabileceksin Nan, belediye başkanı ve belediye meclis üyesi olabileceksin, böylece tüm birimleri yönetebileceksin. Ayrıca her şey dertsiz tasasız olacak yoksa öyle bir yerde yaşayamam.” dedi Dan. Sonra da kahkaha atarak ekledi, “Görüyorum Bayan Terelelli ve Bayan Shakespeare Smith tıpkı eskiden olduğu gibi hiçbir konuda anlaşamıyorlar.”
“Eğer herkes her konuda anlaşsaydı o zaman asla ilerleme kaydedemezdik. Daisy dünya tatlısı biri ama zaman zaman örümcek kafalı olmaya yatkın, bu yüzden onu kışkırtmaktan keyif alıyorum ama göreceksiniz, gelecek sonbaharda benimle gidip oy kullanacak. Şimdilik bizlere izin verdikleri o tek şeyi yapabilmemiz için Demi de bize eşlik edecek.”
“Onları götürecek misin, Diyakoz?” diye sordu Dan, sanki çok beğeniyormuş gibi eski kelimelerden birini kullanarak. “Bu düzen Wyoming’de mükemmel şekilde işliyor.”
“Onları götürmekten onur duyarım. Annem ve teyzelerim her sene gidiyorlar. Daisy de benimle gelir. O hâlde benim ruh ikizim sayılır. Onu arkada bırakmaya hiç niyetim yok.” diyerek Demi kolunu kız kardeşinin omzuna attı. Her zamankinden daha da düşkün olmuştu ona.
Böyle bir bağın ne kadar tatlı olabileceğini düşünerek Dan, onlara efkârlı bir biçimde baktı ve verdiği mücadeleleri hatırlayarak yalnız geçen gençliği, daha da hüzünlü bir hâl aldı. Tom sesli bir şekilde iç geçirerek o an duygusallaşmayı imkânsız kıldı ve sonra da car car konuşmaya başladı.
“Ben her zaman ikizim olsun istemişimdir. Diğer kızlar zalim davrandığında başını yaslayabileceğin ve teselli bulacağın bir ikizinin olması bence çok eğlenceli ve rahat.”
Tom’un karşılık görmeyen tutkusu ailede alay konusu olurken, bu kinaye herkesin gülmesine neden oldu ama Nan, kargabüken otlarını içeren şişesini birdenbire ortaya çıkardığında herkesin kahkahalara boğulmasını sağladı ve sonra da profesyonel bir havaya bürünerek açıklamalarından birini yaptı.
“Akşam ıstakozu fazla kaçırdığını biliyordum. Bundan dört tablet al, hazımsızlığına iyi gelir. Tom her zaman iç geçirdiğinde ve yemeği fazla yediğinde saçmalamaya başlar.”
“Onları alacağım. Bana verdiğin tek tatlı şeyler bunlar zaten.” Ve Tom, kasvetli bir şekilde kendine verilen dozu çiğnemeye başladı.
“ ‘Hastalıklı bir
17
Raphael Sanzio, kısaca Rafael olarak bilinen Rönesans Dönemi’nin İtalyan ressamı ve mimarıdır. (ç.n.)
18
Michelangelo, İtalyan Rönesans Dönemi ressam, heykeltıraş, mimar ve şairdir. (ç.n.)