Pirinç Şişe. F. Anstey
detayları konuşuruz. Akşam da sizi şehre göndeririz, pazartesi günü işinizin başında olursunuz. Sizin için uygun mu? O halde anlaştık, yarın görüşmek üzere.”
Bay Wackerbath’in odadan çıkışıyla birlikte, Horace tahmin edileceği gibi başına konan talih kuşunun aniliği ve kusursuzluğu karşısında şaşkına döndü.
Artık işsiz değildi; yapacak bir işi, daha önemlisi ilgisini çeken ve ona istediği fırsatları sunabilecek bir işi vardı. Uyumlu görünen ve parayı sorun etmeyen bir müşteriyle en iddialı fikirlerinden bazılarını hayata geçirebilirdi. Üstelik artık tepkisinden çekinmeden Sylvia’nın babasıyla da konuşabilirdi. 60.000 sterlinden 3.000 sterlin ve ek işlerle dekorasyon için de bir o kadar, belki de daha fazla ek komisyon alacağını düşündüğünde, biraz akılsız davranıp bir sene içinde evlenebilir ve birkaç sene içinde çok daha fazla para kazanabilirdi. Başlangıcı böyle bir işle yapınca daha fazla iş alması kolaylaşacaktı.
Umudunu yitirdiği için kendinden utanıyordu. Son birkaç yıllık yorgun bekleyişi, belki de gerçekten ihtiyacı olduğu anda ve kendiliğinden ortaya çıkan bu fırsat için bir hazırlık niteliğindeydi. Yakında onun yardımından mahrum kalacak Beevor’a verdiği sözü tutarak şartnameyi tamamlayınca içi içine sığmadığından daha fazla ofiste kalamadı. Her zamanki gibi kulüpte öğle yemeğini yedikten sonra Cottesmore Gardens’a gidip Sylvia’ya güzel haberi vermeye karar verdi.
Saat hâlâ erkendi ve tüm yolu zevkini çıkararak yürüdü. Bakla kırı ve somon renkteki gökyüzü, Kensington Bahçeleri’ndeki kehribar, kızıl ve sarı yapraklar, uzaktaki ağaçların gövdesinden sızan mavi-gri tonlardaki sis ve High Sokağı’nın koşuşturması önünde boylu boyunca uzanıyor, burnuna yere düşen kestanelerin ve meşe palamutlarının keskin kokusu geliyordu.
Eve vardığında Sylvia’yı yapayalnız buldu. Verdiği haber karşısında sevgilisinin duyduğu hazza tanık olmak, ellerini omuzlarında hissetmek ve dudakları ilk kez buluştuğunda onu kollarına alabilmek Horace’ı çok sevindirmişti.
O cumartesi akşamı Ventimore’dan daha mutlu bir adam varsa, Yüce Tanrı kıskanmasın diye mutluluğunu gizlemekle iyi ederdi.
Bayan Futvoye kısa süre içinde eve dönüp kızıyla Horace’ı aynı kanepede otururken görünce pek memnun olmadı. “Bu yaptığınız, dün akşam iyi niyetle söylediğim şeyden faydalanmak Bay Ventimore,” diyerek söze girdi. “Size güvenebileceğimi düşünmüştüm.”
“Şartlar dün akşamla aynı olsaydı, sizi bu kadar erken ziyarete gelmemem gerekirdi,” diyerek sözde girdi Horace. “Ancak şartlar değiştiğinden, Profesör’ün bile kızınızla sık sık görüşmemize itiraz etmeyeceğini umuyorum,” deyip olanları anlatmaya başladı.
“Madem öyle,” dedi Bayan Futvoye, “Bunu kocamla konuşsanız daha iyi olur.”
Çok geçmeden Profesör eve gelince, Horace onunla çalışma odasında kısa bir görüşme talebinde bulundu ve birlikte odaya geçtiler.
Profesör’ün önden giderek yolu gösterdiği çalışma odası evin arka tarafındaydı ve her dönemden çeşit çeşit doğuya özgü antikalarla doluydu; mobilyalar Kahireli marangozların elinden çıkmıştı. Kitaplıkların pervazlarında Kuran’dan ayetler vardı. Deri sandalyelerin sırt kısmında yaldızlı Arapça harflerle “Hoş geldiniz!” yazılıydı. Sümbül şişesine benzer uzun delikli bir cami fenerini lamba olarak kullanıyordu ve görkemli bir mumya kutusu tüm görkemiyle odanın köşesinden gülümsüyordu.
“Belli ki yanılmamışım,” dedi Profesör oturur oturmaz. “Şişenin içi doluymuş, değil mi? Getirin de ne olduğuna bir bakalım.”
Horace bir an için pirinç şişenin varlığını unutmuştu. “Ah! Kapağını açtım ancak içinden bir şey çıkmadı.”
“Tahmin ettiğim gibi,” dedi Profesör. “Tarif ettiğiniz şişeden değerli bir şey çıkması pek mümkün değildi, paranızı çöpe attınız.”
“Maalesef öyle oldu ancak ben sizinle daha önemli bir konuda konuşmak istiyorum,” diyerek niyetinden bahsetti Horace.
“Olacak şey değil!” dedi Profesör, bir yandan sinirli sinirli saçlarını ovuşturuyordu. “Olacak şey değil! Aklımın ucundan bile geçmemişti. St.Luc’te karım ve kızıma eşlik etmenizi, tamamen iyi niyetle o sıcakta beni bu çetin ve nahoş görevden kurtarmak istediğinize yormuştum.”
“Kendimi de düşündüğümü kabul etmeliyim,” dedi Horace. “Onu gördüğüm ilk gün kızınıza âşık oldum efendim ancak hiçbir şansım olmadığını bildiğimden o zaman ne size ne de ona bir şey söyleyebildim.”
“Takdire şayan bir düşünce… Peki fikrinizi ne değiştirdi öğrenebilir miyim?”
Bu sorunun ardından Horace şansının nasıl döndüğünü üçüncü kez anlatmaya başladı.
“Samuel Wackerbath’i ismen tanıyorum,” dedi Profesör. Çok iyi emlak firmalarından Akers&Coverdale’in kurucu ortaklarından biridir. Çok nüfuzlu bir adamdır, onu memnun etmeyi başarabilirseniz sizin için çok iyi olacaktır.”
“Onu memnun edeceğimden şüphem yok efendim,” dedi Horace. “Ona beklentilerinin de ötesinde bir ev yapacağım. Böylece bir yıl içerisinde birkaç bin sterlin kazanabileceğim. Evlendiğimizdeyse uygun göreceğiniz evlilik sözleşmesini yapacağımdan kuşkunuz olmasın.”
“Binlerce sterlininiz olduğunda,” dedi Profesör umursamaz bir tavırda. “Evlenmek ve sözleşmeler hakkında konuşmak için yeteri kadar zamanımız olacak. Bu arada, Sylvia ile nişanlanmak isterseniz itiraz etmeyeceğim ancak annesi ve babasının rızası olmadan kızımı evlenmeye ikna etmeyeceğinize dair bana söz vermelisiniz.”
Ventimore bu isteği kabul ettikten sonra oturma odasına geri döndüler. Artık Horace, Sylvia’yla nişanlandığından Bayan Futvoye nezaket gereği yemeğe kalmasını teklif etti ancak bundan memnun olduğu söylenemezdi.
Hizmetçi tatlıyı servis edip onları yalnız bıraktığında Profesör ciddi bir tavırla “Sevgili Horace, söylemem gereken bir şey var,” dedi. “Bir konuda sizi uyarmak benim görevim. Kızımızla nişanınızı onaylayarak size duyduğumuz güveni haklı çıkarmak isterseniz, bu savurganlık eğiliminizi frenlemelisiniz.”
“Baba!” diye bağırdı Sylvia. “Horace’ın savurgan olduğunu da nereden çıkardın?”
“Gerçekten,” dedi Horace. “Kendimi savurgan biri olarak tanımlamazdım.”
“Kimse kendini savurgan olarak görmez,” dedi Profesör. “St.Luc’te iki peni hatta bir peni bile yeterliyken, elli kuruş pourboire4 bırakmayı alışkanlık haline getirdiğinizi gözlemledim. Ayrıca parasının kıymetini bilen hiç kimse, elyazması içerebileceği ihtimaline dayanarak (ki herhangi biri bu şişenin bir özelliği olmadığını anlayabilir) değersiz bir pirinç şişeye bir gine para ödemez.”
“Bu o kadar da kötü bir şişe değil efendim,” diyerek kendini savundu Horace.
“Hatırlarsanız şeklinin ender olduğunu söylemiştiniz. Neden verdiğim paraya ve hatta daha fazlasına değmesin ki?”
“Bir koleksiyoncu olsaydınız belki,” dedi Profesör cana yakın bir tavırla. “Ancak değilsiniz. Bu harcama son derece anlamsız ve ayıplanacak bir israf.”
“Doğrusunu isterseniz, şişeyi ilginizi çekebileceğini düşündüğüm için aldım,” dedi Horace.
“Öyleyse yanılmışsınız, bayım. Hiçbir şekilde ilgimi çekmedi. Önceki gün Birmingham’da yapılmış
4
Bahşiş. (ç.n.)