Şanlı Olaf. Robert Leighton
o zaman değerinin karşılığı olan altını vereceğim.”
“Ama bana kendi değerinde altın vereceğini söylemiştin,” diye karşılık verdi Klerkon. “Oğlanın yerine onu kabul etmem. Çünkü o köle doğmuş bir çocuk değil, asil soylu ve ondan Viking yapıp batı denizinden İngiltere’ye götürmek istiyorum. Onun gibi zeki bir çocuğun yıllarını bir kara kasabasında harcaması doğru değil. Doğası denize uygun ve bir gün eşsiz bir savaşçı olacağını düşünüyorum.”
Bunun üzerine adamın son derece inatçı olduğunu ve herhangi bir çabanın onu caydırmayacağını bilen Sigurd Erikson’un canı sıkıldı. Ayrıca artık Olaf’la ilgili bir hile yapmanın gereksiz olacağını anlamıştı. Vikingler onu tanıyordu ve yerine kimseyi koyamazdı.
Kaşlarını endişeyle çatarak çadırdan ayrıldı ve yeğenini aramak üzere kral salonuna doğru yol aldı. Olaf orada değildi. Saatler geçmesine rağmen ondan bir iz bulamadı. Klerkon da ödülünü almaya gelmedi.
Akşam olmuştu. Sigurd tek başına büyük salonun arkasındaki odada oturdu. Olaf’ın tuhaf bir biçimde huzursuz ve itaatsiz olduğunu düşünüyordu. Çok kereler onu hayal kırıklığına uğratmış ve başına bela açmıştı ancak bugünkü kadar inatçılık ettiğini görmemişti. Olaf sabahki tavsiyesini dinleseydi Klerkon’un gelişi küçük bir olay yaratırdı ama o düşüncesiz çocuk cesurca çadırın önüne çıkmış, kendini gemicilerin hızlı gözlerinden saklamakla uğraşmamıştı. Zaten yaşıtlarının arasında oldukça seçilebilir durumdayken tanınmıştı, şimdi de Klerkon çok istediği ödülünü güvenle ele geçirene dek durmayacaktı.
Olaf, fakir bir köle kılığında Viking gemisinin yanında durduğu günkü halinden çok farklıydı. Geçen zamanda Sigurd onu bir baba gibi sevmiş, birçok faydalı sanat ve el becerisi öğretmiş, giymesi için güzel kıyafetler vermiş, vücudunu ve zihnini herhangi bir kral oğlunun fiziksel güzellik ya da silah becerisi, erkeksi hüner veya ahlaki doğruluk konusunda boy ölçüşemeyeceği kadar güçlendirmişti. Olaf bir kere bile kaba ya da alçakça bir şey yapmamış, yalan söylememiş ya da sözünden dönmemişti. Sigurd’un söylediğini yapmak istemediğinde altın rengi buklelerini sallayıp “Söz vermeyeceğim,” demiş ancak bir söz verdiğinde bunu her daim kesinlikle ve bağlılıkla yerine getirmişti. Her konuda güvenilir bir insandı. Ne var ki son zamanlarda iyice inatçı olmuştu ve şu anda yarattığı dert dayısını endişelendiriyordu.
Sigurd, Olaf’ın kendisini sevdiğini ve Viking olmanın getireceği muhtemel şanın onu kendi isteğiyle Holmgard’dan dışarı çıkarmayacağını biliyordu. Ama şimdiki durumda, Klerkon’un onu canlı götüremeyeceğini açıkça söylediği halde kendi başının çaresine bakamayabilirdi. Sigurd içten içe Olaf’ın Vikinglerden kurtulmak için yaramaz ve düşüncesizce bir yol izleyeceğinden korkuyordu. Gerçekten de nehri geçip Grim Ormson’un kulübesinde kendini güvenceye almış olabilirdi ama Klerkon Düzyüz’ün eline düşmüş olmasından oldukça korkuyordu.
Sigurd orada karamsar halde otururken odanın kapısı birden açıldı ve içeri Olaf girdi. Garip bir şekilde telaşlıydı. Saçları dağılmış, kıyafeti yırtılmıştı; büyük, mavi gözlerinde öfke vardı ve nefes alışverişi ağır ve düzensizdi.
Sigurd ani bir hareketle oturduğu yerden kalktı. Kötü bir şey olduğunu anlamıştı.
“Neden buradasın?” diye bağırdı. “Neden saklanmadın? Kendini göstererek tehlikeye koştuğun konusunda uyarmadım mı seni? Klerkon seni kazandı ve her an buraya gelip götürmeye gelebilir!”
Olaf uzun bir süre cevap vermedi. Sadece eğildi, yerden bir avuç dolusu hasırotu aldı ve kolunun altında tuttuğu baltanın bıçağını sessizce temizlemeye başladı.
“Konuş!” diye haykırdı Sigurd, oğlanın sessizliğinden deliye dönmüş haldeydi.
Sonunda Olaf istikrarlı, çocuksu bir sesle konuştu:
“Klerkon beni senden almaya asla gelmeyecek çünkü o öldü.”
“Öldü mü?” diye tekrarladı Sigurd telaşla.
“Evet,” diye cevapladı Olaf. “Onunla kapıda karşılaştım. Beni almaya çalıştı. Baltamı kaldırıp kafasına gömdüm. Bana baltamı kullanmayı iyi öğretmişsin Hersir Sigurd.”
O konuşurken dışarıdan sinirli ve yüksek sesli uğultular geldi. Bunlar şeflerini öldürenin canını isteyen Vikinglerin sesleriydi.
Sigurd Erikson bir şey demeden ilerledi ve ağır demir çubuğu kapının önüne çekti. Ardından Olaf’a döndü.
“Artık hiç şüphem yok ki,” dedi, “sen Kral Harald’ın ırkındansın. Ataların da böyle düşüncesiz, korkusuz, acımasızdı! Demek sana öğrettiklerim bir hiç uğrunaymış! Aptal çocuk seni! Norveç’in kralı olacağını düşünürken sıradan bir katil oldun!”
“Katil mi?” diye tekrarladı Olaf. “Hiç de değil. Sadece adil olanı yaptım. Klerkon biricik üvey babamın katiliydi. Onu acımasızca ve soğukkanlılıkla öldürdü ve zavallı Thoralf’ın yaşlı ve güçsüz olmaktan başka suçu yoktu. Ben cinayet işlemedim. Yalnızca hakkım olan intikamı aldım.”
“Belki memleketimizde bunu yapmak hakkın olabilir Olaf,” diye karşılık verdi Sigurd sertçe, “ama şu anda içinde yaşadığımız bu krallıkta huzura önem veriliyor ve öfkeyle insan öldüren birinin canının alınması yasalarca emredilmiştir. Seni kurtaramam. Huzuru bozdun, Kral’ın misafirlerinden birinin canını aldın ve Kral’in misafirperverliğine hakaret ettin. Korkarım ölmek zorundasın.”
Durdu, dışarıdaki kalabalığın öfkeli bağırtılarını dinledi. “Dinle!” diye devam etti. “O vahşi deniz kurtları kan davası istiyorlar. Gel! Hemen benimle gel. Tek bir umut kaldı ve o da benim umutsuzluğumda ve felaketimde yatıyor.”
Böylece insanlar genç huzur bozanın hayatı için yaygara koparırken Sigurd, Olaf’ı evin arka kısmından geçirerek gizli geçitlerden Kraliçe’nin avlusuna götürdü. Orada görkemle oyulmuş odunlar ve duvar halılarıyla süslenmiş geniş salonda iğneleriyle güzel, nakışlı ipekten bir cüppenin üzerinde çalışan iki hizmetçisiyle beraber Kraliçe Allogia oturuyordu.
Sigurd kapıdaki silahlı nöbetçiyi geçerek daireye girdi, oğlan onu ardı sıra takip ediyordu. Kraliçe şaşkınlıkla beklemediği misafirlerine baktı.
“Yardımınıza muhtacım kraliçem,” diye bağırdı adam heyecanla.
Kraliçe endişeyle ayaklandı. Dışarıdaki gürültüleri duymuştu.
“Bu bağırışmalar ne oluyor?” diye sordu.
Sonra Sigurd ona Olaf’ın Viking’i öldürdüğünü, onu bu beladan çıkarmak için yardımını dilediğini söyledi.
“Heyhat!” dedi Kraliçe olanları öğrendiğinde. “Benim böyle konularla uğraşacak pek gücüm yok. Cinayetin cezası ölümdür ve yasalara engel olamam.” Konuşurken Olaf’a baktığında gözlerindeki yalvarışı fark etti. “Ne var ki,” diye ekledi hızla acıyarak, “böyle yakışıklı bir oğlan öldürülmemeli. Mümkünse onu kurtaracağım.”
Bunun üzerine Sigurd’a, kendisi Kral’ın odasına gidip Valdemar’a kan akıtılmaması için yalvarırken çocuğu koruması için tam silahlı muhafızını çağırmasını emretti.
Bu sırada öfkeli Vikinglerle diğer kasabalılar dışarıdaki avlunun girişinde toplanmıştı ve geleneklerine ve kanunlarına göre suçlunun canını almak üzere ilerliyorlardı. Uzun bir süre bekleyerek Olaf’ın sığındığını bildikleri salonun meşe kapılarına vurdular. Ancak kapı nihayet