Şanlı Olaf. Robert Leighton
Sigurd onu tutmak için elini uzatamadan kayalardan indi ve çok geçmeden gözden kayboldu.
II
SIGURD ERIKSON
Bir sonraki sabah kızıl güneş Rathsdale’in sis kaplı tepelerinden yükselirken Olaf efendisinin domuzlarının arasında çalışıyor, ahırlarını temizliyor ve yemlerini dolduruyordu. Çalışırken dün gece sahilde kendisiyle konuşan uzun boylu adamın kim olduğunu sorguladı ve çok fazla şey anlattığı için pişmanlık duymaya başladı; artık o yabancının bir düşman, belki de haklarını ihtilaf etmek için gücü olanları yolundan temizleyerek kendi güvenliğini sağlamaya çalışan aşağılık Kraliçe Gunnhild’in bir casusu olabileceğine inanıyordu. Gunnhild son derece düzenbaz bir kadındı ve Kral Triggvi’nin küçük oğlunun yerini gizlice tespit etmiş ve onu tuzağa düşürmek için adamlarını Estonya’ya göndermiş olabilirdi.
“Bir daha asla bir yabancıya öykümü anlatmayacağım,” dedi Olaf kendi kendine. “Thorgils, Triggvi Olafson’la olan akrabalığımı sır olarak saklamamı söylemekte haklıydı. Erkek olduğumda ve kendi savaşımı verebildiğimde babamın topraklarında hak iddia etme zamanı gelecek ve belki o zamana dek esaret altında kalırsam kimse kim olduğumu anlamaz. O halde bir köle olarak efendimin ahırlarını ve domuz ağılarını temizlemek zorunda kalsam bile işimi yapmalıyım. Geri dön, seni açgözlü domuz!”
Son emri yanından geçerek yeni otlardan yatağına yol alan büyük, kıllı yabandomuzuna vermişti. Olaf hayvanı arka bacağından yakaladı, domuz ciyaklayarak ve öfkeyle tekmeleyerek şiddetle yan tarafına dönene kadar onunla didişti. Sonra diğer üç domuz ileri doğru koştu, biri ona öyle bir güçle çarptı ki oğlanı dizlerinin üzerine düşürdü. Bunun üzerine Olaf oldukça sinirlendi, hızla ayağa kalktı ve domuzlarla güreşerek onları yumruk yaptığı elleriyle geriye doğru ittirdi. Ancak domuz kolayca hareket etmedi. İnatla dikilip küçük, kan dolu gözleriyle ona baktı, ardından da bir anda vahşi bir kükremeyle ona koştu. Olaf yerinde sıçradı fakat sol ayağı domuzun yüksek sırtına takıldığından fazla yavaş kaldı ve çamurun içinde yuvarlandı. Öfkesi Olaf’ı ele geçirdi ve vahşi bir çığlıkla domuzun üzerine atlayarak iki eliyle hayvanın kulaklarını tuttu. Sonra birkaç dakika boyunca birlikte kıvrandılar, yuvarlandılar, ardından ayrılıp tekrar saldırıya hazırlandılar. Ama Olaf nihayet üstünlüğü kazanarak hasmını göz diktiği samanların içinde nefes nefese ve yorgun halde bıraktı. Hayvanın yan tarafına, burnuna doğru çıplak ayağıyla bastırdı. Kolu kanıyordu ve yanağında uzun bir çizik vardı. Ne var ki zafer kazandığından yaralarına aldırış etmedi.
O otururken sarı samanların karşısında bir gölge hareket etti. Başını kaldırdığında domuz ağılının çitinden ona bakan iki adamın yüzünü gördü. İçlerinden biri efendisi Reas’tı. Diğerinin geçen akşam konuştuğu uzun boylu adam olduğunu hemen anladı. Sigurd Erikson güzel, beyaz atının üzerinde oturuyordu ve uzun bir yolculuğa hazırdı.
“Bahsettiğin oğlan bu,” dedi Reas, Olaf ayağa kalkıp işine dönerken. “Çirkin bir çocuk olduğunu düşünüyorsundur. Ama geleceğini bilsem onu yıkatır, daha iyi giydirirdim. Yine de ağır işlere vereceksen en azından güçlü ve sağlıklı olduğunu, vücudunda bir kusur olmadığını garanti ederim. Biraz vahşi ve inatçı olabilir ama onu ehlileştirebilirsin. Kırbaç sesinin zararı olmaz, bizzat tasdik ettim. Onun için nasıl bir fiyat sunuyorsun, hersir?”
Olaf endişeli bir şaşkınlıkla başını kaldırdı; yabancının gerçekten aşağılık Kraliçe Gunnhild’e götürmek için onu almaya gelip gelmediğini merak ediyordu.
“Karşılığında iki gümüş para veririm,” dedi Sigurd. “Ki bu yetişkin bir erkek köle fiyatıdır.”
Reas, oğlanın daha düzgün görünüşlü olmamasına pişman olmuşçasına Olaf’a göz attı.
“Hayır,” dedi sonunda. “Böylesi bir köleyi kolay kolay bulamazsın. Biraz daha temiz olsaydı ne kadar güzel bir oğlan olduğunu anlardın. Şu gözlere baksana; genç bir yılan kadar akıllı bakıyor! Kadınların gözleri bile bu kadar güzel değildir! Şu cilde, fistanının yırtıldığı yere bak. Açık renkli değil mi? Ve bir sürü yeteneği var. Oğlum Rekoni bile ondan zeki değil. Hiç yorulmadan yarım gün boyunca koşabilir. Geçen ekim vaktinde bir mavi kestanekargası yuvasını bozmak için yaptığı gibi Rathsdale’deki en uzun çam ağacına tırmanabilir ve hiçbir martı suyun üzerinde ondan rahat yüzemez.”
“Tırmanma konusunda,” dedi Sigurd, mavi gözlerinde meraklı bir bakışla, “bir gün söylediğinden daha yükseğe tırmanacağına dair şüphem yok. Ama denizin olmadığı yerde yüzmek işe yaramaz. Hem o kadar iyi koşuyorsa kaçma tehlikesi var demektir. Bence iki gümüş senin için iyi bir ücret olacak. Ama güzelliğine ve yeteneklerine bu kadar değer biçiyorsan yanında hoş hanımının takması için bu küçük yüzüğü verebilirim. Ne diyorsun?”
“Anlaştık!” dedi Reas, Sigurd’un kemer kesesinden çıkardığı yüzüğü hevesle kaptı. “Oğlanı hemen götürebilirsin.”
Olaf domuz ağılının en köşe tarafına çekildi. Kaşları çatılmıştı ve mavi gözlerinde ani bir öfke görülüyordu.
“Gitmeyeceğim!” dedi sertçe ve hızlı bir hareketle çiti aştı ancak kolundaki yarayı unuttuğundan acı yüzünden tuhaf bir duruma düştü, böylece Reas oğlanı bileklerinden yakaladı ve Sigurd atından eğilip çocuğunun boynuna altın zincir takana dek onu yerinde tuttu. Bu sayede Reas kapıyı açtığında güçlü bir adam olan Sigurd, Olaf’ı kollarına alarak atının yanına taşıdı ve binerken zincirinin ucunu eline aldı. Olaf kendini kurtarmak üzere biraz uğraştıysa da zincirin boynunda kıpırdamayacağını anlayınca kaçmak için daha iyi bir şans kollamaya karar verdi. Ardından Sigurd, aldığına karşılık olarak Reas’a iki gümüş para verdi ve Olaf’ı arkasından sürükleyerek atını süratle yürütmeye başladı.
Çok geçmeden Reas ve dağınık çiftliği uzun çam ağacı kümesinin arkasında kayboldu. Sonra Sigurd ufak bir akarsuyun yanında durdu.
“İyi iş çıkardın,” dedi Olaf’a. “İsteksizliğini güzel gösterdin. Ama seni, pazarda satın alabileceği herhangi bir köleyle aynıymış gibi değer biçen önceki aptal sahibin gibi gördüğümü düşünme sakın. Reas iki değersiz gümüş sikke yerine yüz altın isteseydi vermeye razıydım.”
“Neden peki?” diye sordu Olaf kaşlarını çatarak. “Beni batıya, Norveç’e götürüp kurtların arasındaki yavru bir keçi gibi bırakmaya mı niyetlisin? Dün akşam tatlılıkla konuştuğunda onurlu birisin sanmıştım. Beni eline teslim ederken Kraliçe Gunnhild muhtemelen seni güzel ödüllendirir. Ama asla öyle bir şey yapamayacaksın!”
“Sabırsız çocuk,” dedi Sigurd atının yelelerini okşarken. “Kimin dost olduğunu anlamıyor musun? Yoksa herkesi düşmanın olarak görecek kadar arkadaşlığa uzak mısın?”
“Husumet sık sık arkadaşlık kılığında gelir,” dedi Olaf, “o yüzden dikkatli olmak iyidir. Dün akşam seninle konuşmayı reddetsem daha akıllıca olurdu.”
“Yakında vakti gelecek,” dedi Sigurd. “O zaman konuştuğuna pişman olmayacaksın. Ama uyarayım, hikâyeni bana anlattığın gibi yabancılara anlatırsan başına kötü şeyler gelebilir.”
Olaf donakalmıştı. Karşısındaki adamın yüzüne baktığında orada sadece nezaket görse de bu yabancının onu almaktaki sabırsızlığı bir şekilde şüpheli geliyordu.
“Gerçekten de arkadaşımsan,” dedi oğlan, “neden bu zinciri boynumda tutuyorsun? Beni neden peşinde köpek gibi sürüklüyorsun?”
“Çünkü