Çeliğin Hükümdarlığı . Морган Райс

Çeliğin Hükümdarlığı  - Морган Райс


Скачать книгу
o yöne bakınca, karşılarında kocaman mozaikli bir pencere gördü ve Stara’nın planını anladı. Sert halat Reece’in avuçlarını kesmeye başlamıştı ve elleri terlediği için kayıyordu. Daha fazla ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu.

      “Artık tutamıyorum!” diye bağırdı Srog. Yaralarına rağmen tutunmak için elinden geleni yapıyordu.

      “Sallanmamız gerek!” diye bağırdı Stara. “Hız kazanmamız gerekiyor! Duvardan destek alın!”

      Reece dediğini yaptı: Çizmesini duvara dayayarak öne eğildi ve hep birlikte kendilerini duvardan itince giderek daha büyük bir hızla sallanmaya başladılar. Tekrar tekrar kendilerini geriye doğru ittiler ve son bir itişle birlikte bir sarkaç gibi ta geriye kadar gitmeyi başardılar. Dosdoğru o kocaman mozaikli pencereye savrulurken, hepsi çığlıklar arsında kendilerini çarpmaya hazırladılar.

      Cam patladı ve parçaları etraflarına saçıldı; dördü birden halatı bırakıp pencerenin dibindeki geniş taş alan düştüler.

      Odanın elli adım yukarısındaki çıkıntıda buz gibi havada dururken, Reece aşağıya baktı ve bir yanda salonda yüzlerce askerin onlara baktığını, onlara nasıl ulaşacaklarını düşündüğünü gördü; diğer yandaysa kalenin dış tarafını gördü. Dışarıda sağanak vardı, sert bir rüzgâr ve gözleri kör eden bir yağmur yağıyordu; dahası, aşağısı rahat otuz adım yüksekliğindeydi ve atlarlarsa kesin bacaklarını kırılırdı. Ama Reece en azından aşağıda birkaç yüksek çalılık olduğunu ve zeminin ıslak ve çamurla kaplandığı için yumuşak olduğunu fark etti. Uzun ve sert bir düşüş olacaktı, ama belki de bunlar onları koruyabilirdi.

      Birden, Reece metal bir şeyin etini deldiğini hissedip bir çığlık attı. Aşağıya bakıp kolunu tutu ve koluna bir okun saplanıp her yere kanlar fışkırdığını gördü. Hafif bir yaraydı, ama canı yanmıştı.

      Dönüp tekrar aşağıya bakınca, Tirus’un düzinelerce adamının yaylarını çekip nişan aldığını, üstlerine her yönden vızır vızır oklar yağdığını gördü.

      Vakit kalmadığını anladı. Başını kaldırdı ve bir yanında Stara’nın, diğer yanında Matus’la Srog’un durduğunu gördü. Hepsi de o yükseklikten atlayacakları için korkuyla gözleri irileşmiş bir halde duruyordu. Stara’nın elini tutu ve ya şimdi ya da hiç diye düşündü.

      Aralarında konuşmadan ne yapılması gerektiğine karar verdiler ve hep birlikte atladılar. Gözleri kör eden yağmurun ve rüzgârın altında düşerlerken çığlıklar attılar ve uzunca bir süre düştüler. Reece kesin bir ölümden diğerine mi atladığını düşünmeden edemedi.

      İKİNCİ BÖLÜM

      Godfrey titreyen elleriyle yayını kaldırdı, siperlerin kenarından eğildi ve nişan aldı. Bir heder seçip okunu hemen fırlatmayı planlamıştı… Ama diz çöktüğü yerden aşağıdaki manzarayı görünce, şok içinde donakaldı. Aşağıda binlerce McCloud askerinden oluşan iyi eğitimli bir ordu alanda koşuyor, dosdoğru Kraliyet Sarayı’nın kapılarına hücum ediyordu. Düzinelercesin demir bir şahmerdanla öne atıldı ve bunu tekrar tekrar demir kale kapısına vurarak duvarları ve Godfrey’in ayaklarının altındaki zemini zangırdattı.

      Godfrey dengesini kaybedip yayını fırlatınca, ok hiçbir yere isabet etmeden havada süzüldü. Bir diğer ok kaptı ve kalbi gümbür gümbür atarken, o gün orada öleceklerinden emin bir halde yayına yerleştirdi. Kenardan eğildi, ama nişan almasına fırsat kalmadan bir sapandan fırlatılan bir taş havada uçtu ve demir miğferine isabet etti.

      Miğferinden feci bir biçimde çınladı ve Godfrey geri düşünce oku dosdoğru havaya fırladı. Derhal miğferini çıkarıp sızlayan başını ovuşturdu. Bir taşın canını o kadar acıtacağını bilememişti; demir miğfer ta kafatasının içinde çınlıyor gibiydi.

      Godfrey ne tür bir belaya girdiğini düşündü.  Evet, kahramanca davranmıştı, tüm şehrin McCloudlar’ın geldiği konusunda harekete geçirilmesine yardım etmiş ve çok değerli bir süre kazanılmasını sağlamıştı. Birkaç kişinin hayatını bile kurtarmış olabilirdi. Kesinlikle kız kardeşinin hayatını kurtarmıştı.

      Ama o sırada, hiçbiri Gümüş askeri veya şövalye olmayan geriye kalan birkaç düzine askerle birlikteydi ve boşaltılmış bir şehrin iskeletini McCloud ordusunun tamamına karşı korumaya çalışıyorlardı. Askerlik ona göre bir iş değildi.

      Birden, müthiş bir gümbürtü koptu ve Godfrey demir kapılar açılırken yine sendeledi.

      Açılan şehir kapılarından içeri kana susamış, çığlıklar atan binlerce asker akın etti. Godfrey siperlerde doğrulurken, askerlerin yukarı varmasının an meselesi olduğunu biliyordu. Ölene dek savaşacaktı. Bir asker olmak böyle bir şey miydi? Cesur ve korkusuz olmak öyle miydi? Başkaları yaşayabilsin diye ölmek miydi? Artık ölümle burun buruna olduğundan, bunun çok iyi bir fikir olmadığından şüphelenmeye başlamıştı. Bir asker ve kahraman olmak harikaydı, ama hayatta olmak çok daha iyiydi.

      Godfrey tam pes etmeyi, kaçıp bir yere saklanmayı düşünürken, birkaç McCloud askeri tek sıra halinde koşarak yukarıdaki siperlere ulaştı. Godfrey adamlarından birinin bıçaklanıp inleyerek dizlerinin üstüne düştüğünü gördü.

      Derken, yine aynı şey oldu. Bir asker olmaya karşı tüm mantıklı düşüncelerine, tüm sağduyusuna rağmen, Godfrey’in içinde kontrol edemediği bir şey gerçekleşti. Başkalarının acı çekmesine izin vermemesine neden olan bir şeydi. Kendi adına cesaretini toplayamıyordu, ama adamlarının başının dertte olduğunu gördüğünde değişmişti… Yerinde duramayacağını hissediyordu. Buna yüreklilik bile denebilirdi.

      Godfrey düşünmeden harekete geçti. Kendisini uzunca bir mızrağı kaparken ve merdivenlerden yukarı tek sıra halinde siperlere doğru koşarak gelen McCloud askerlerine fırlatırken buldu. Müthiş bir çığlık attı, mızrağı sıkıca kavradı ve ilk adama sapladı. Mızrağın ucundaki iri metal bıçak adamın göğsünün derinliklerine saplandı ve Godfrey ağırlığını, hatta bira göbeğini bile kullanarak adamların hepsini geriye itti.

      Kendisi de şaşırmıştı, ama yaptığı şey işe yaramış, tek sıra halindeki askerler helezoni baş basamaklardan düşerek siperlerden uzaklaşmıştı. Godfrey tek başına içeri akın eden McCloudları uzaklaştırmıştı.

      Godfrey onları ittikten sonra kendisine hayret ederken, ona ne olduğunu anlamayarak mızrağı bıraktı. Yanındaki askerler de şaşırmışlardı. Adeta Godfrey’in bunu yapabileceğini daha önceden fark etmemiş gibiydiler.

      Godfrey sonra ne yapacağını düşünürken, karar onun adına verildi. Gözünün ucuyla bir kıpırtı gördü. Arkasına bakınca, bir düzine daha McCloud askerinin ona yandan saldırdığını, siperlerin diğer yanından hücuma geçtiğini gördü.

      Godfrey kendisini savunmaya fırsat bulamadan, ilk asker ona ulaştı ve başına doğru kocaman bir savaş baltası savurdu. Godfrey bu darbenin kafatasını çatlatacağını fark etti.

      Eğilerek darbeyi savuşturdu… Bu, iyi yaptığı şeylerden biriydi. Böylelikle, balta başının üstünden geçti. Godfrey daha sonra omzunu aşağı eğip askere saldırdı, onu geriye itip yakaladı.

      Godfrey adamı siperlerin kenarında teke tek boğuştukları, birbirlerinin boğazını sıktıkları noktaya kadar geriye itti. Adam güçlüydü, ama Godfrey de güçlüydü. Hayatı boyunca sahip olduğu nadir iyi özelliklerden biriydi.

      İki adam boğuştular, birbirlerini ileri geri döndürdüler ve aniden ikisi birden siperlerden düştü.

      İkisi


Скачать книгу