Çeliğin Hükümdarlığı . Морган Райс
şey, lordum,” dedi.
Tekrar Erec’in kollarına sokuldu ve içinden kendisine her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Ama içinden bir ses, hiçbir şeyin yolunda olmadığını söylüyordu.
Erec geceleyin uyandı, geminin yavaşça ileri geri sallandığını hissetti ve derhal bir terslik olduğunu anladı. İçindeki savaşçı, bir şey olmadan hemen önce onu uyaran parçası öyle hissetmesine neden olmuştu. Küçüklüğünden beri bir şey olmadan önce hissederdi.
Derhal dikkatle doğruldu ve etrafına bakındı. Yanına bakınca, Alistair’in derin bir uykuda olduğunu gördü. Hava hala karanlıktı, gemi dalgalarda hala sallanıyordu, ama bir terslik vardı. Etrafına bakındı, ama tuhaf hiçbir şey görmedi.
Okyanusun ta orta yerinde ne tür bir tehlike olabilir, diye düşündü. Sadece bir rüyadan mı ibaretti?
İçgüdülerine güvenen Erec kılıcını almak için harekete geçti. Ama daha kılıcının kabzasını bile tutamadan, üstünde ağır bir ağ atıldığını ve her yerini kapladığını hissetti. Hayatında hissettiği en kalın iplerden örülmüştü ve bir adamı ezecek kadar ağırdı. Ağ bir anda her yanını sıkıca kapladı.
Erec bir şey yapmaya fırsat bulamadan, havaya kaldırıldığını hissetti; ağ onu bir hayvan gibi yakalamış, ipleri onu öylesine sıkı sıkı sarmıştı ki hareket bile edemiyordu; omuzları, kol ve ayak bilekleri ve ayakları hareket edemiyordu ve ağın içinde eziliyordu. Kendisini bir tuzağa yakalanmış bir hayvan gibi güverteden yirmi adım yukarıya çekilip orada sallandığını hissetti.
Erec neler olduğunu anlamaya çalışırken, kalbi göğsünden çıkacakmış gibi atıyordu. Aşağıya bakınca, Alistair’in uyanmak üzere olduğunu gördü.
“Alistair!” diye bağırdı.
Alistair aşağıda her yere baktı, en sonunda yukarıya bakıp da onu görünce suratı allak bullak oldu.
“EREC!” diye bağırdı şaşkınlıkla.
Erec elleri meşaleli birkaç düzine kadar tayfanın yaklaştığını gördü. Her birinin suratında tuhaf birer gülümseme belirmişti ve Alistair’e yaklaşırlarken gözleri meşum meşum parıldıyordu.
“Onu paylaşmasının vakti gelmişti,” dedi içlerinden biri.
“Bu prenses bir denizciyle yaşamanın nasıl bir şey olduğunu öğreteceğim!” dedi bir başka denizci.
Grup kahkahalara boğuldu.
“Benden sonra,” dedi bir başkası.
“Önce ben tadına bakmadan olmaz,” dedi birisi.
Adamlar Alistair’e yaklaşırlarken, Erec var gücüyle kurtulmaya çalıştı. Ama nafile yere çaba sarf ediyordu. Omuzları ve kolları öylesine sıkışmıştı ki, hiçbir yerini kıpırdatamıyordu bile.
“ALISTAIR!” diye bağırdı çaresizlik içinde.
Yukarıda sallanırken, olanları izlemekten başka bir şey yapamadı.
Üç denizci arkadan Alistair’in üstüne atladı. Adamlar onu ayağa kaldırıp gömleğini yırtarlarken ve ellerini arkasında sıkıştırırken, Alistair çığlık attı. Birkaç denizci daha yaklaşırken, onu sıkı sıkı tuttular.
Erec geminin kaptanını bulmaya çalıştı; onu üst güvertede olanları izlerken gördü.
“Kaptan!” diye bağırdı. “Bu, senin gemin. Bir şeyler yap!”
Kaptan ona baktı, sonra sırtını olanları izlemek istemiyormuş gibi ağır ağır sırtını o manzaraya çevirdi.
Erec çaresizlik içinde denizcilerden birini Alistair’in boğazına bir bıçak dayayışını ve Alistair’in çığlık atışını izledi.
“HAYIR!” diye bağırdı.
Bir kâbusun gerçekleşmesini izler gibiydi… En kötüsü de yapabileceği hiçbir şey yoktu.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Thorgrin Andronicus’la karşı karşıyaydı; bir savaş alanında, etraflarında ölü askerlerle yalnızlardı. Kılıcını ta tepeye kaldırdı ve Andronicus’un göğsüne indirdi; bunu yaparken, Andronicus silahlarını indirdi, keyifle gülümsedi ve ona sarılmak için kollarını uzattı.
Oğlum.
Thor kılıcını durdurmaya çalıştı, ama çok geç kalmıştı. Kılıç babasına saplandı ve Andronicus ikiye ayrılırken, Thor büyük bir suçluluk hissetti.
Thor gözlerini kırpıştırdı ve kendisini Gwen’in elini tutmuş, bitmek bilmez uzunlukta bir mihrapta yürürken buldu. Evlilik törenlerinde olduklarını fark etti. Kan kırmızısı bir güneşe doğru yürüyorlardı ve Thor iki yanına bakınca, tüm sandalyelerin boş olduğunu fark etti. Gwen’e baktı ve Gwen de ona bakarken derisi kuruyup dökülünce ve bir iskelete dönüşünce, Thor dehşete kapıldı. Gwen elinde toza dönüştü. Ayaklarının dibinde bir kül öbeği haline geldi.
Thor birden kendisini annesinin kalesinin karşısında buldu. Bir şekilde gök geçidini aşmıştı ve devasa boyutlardaki, altın, parıldayan ve kendisinin üç misli uzunluktaki çift kapıların önünde duruyordu. Kapının bir kolu yoktu. Elini uzatıp avuçlarını kanayana dek kapılara vurdu. Sesler dünyanın dört bir yanında yankılandı. Ama kimse yanıt vermedi.
Thor başını geriye attı.
“Anne!” diye bağırdı.
Dizlerinin üstüne çöktü, zemin birden çamura dönüştü ve Thor bir uçurumdan aşağıya kaydı. Sonra, kollarını ve bacaklarını sallaya sallaya yüzlerce metre aşağıdaki azgın okyanusa düştü. Ellerini göğe kaldırdı ve annesinin kalesinin gözden kaybolduğunu görünce çığlık attı.
Thor nefes nefese gözlerini açtığında, rüzgâr suratını okşuyordu. Etrafına bakındı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Aşağıya bakınca, altından inanılmaz bir hızla bir okyanusun geçtiğini gördü. Yukarı bakınca sert bir şeye tutunduğunu fark etti; kocaman kanat seslerini duyunca, Mycoples’in pullarına tutunduğunu anladı. Elleri gecenin soğuğunda buz kesmişti, suratıysa denizden esen rüzgâr yüzünden uyuşmuştu. Mycoples büyük bir hızla uçarken ve kanatlarını çırparken, Thor dosdoğru ileriye baktı ve onun üstünde uyuya kaldığını fark etti. Günlerdir olduğu gibi hala uçuyorlar, gecenin karanlığında ve bir milyon parıldayan kırmızı yıldızın altında hızla yol alıyorlardı.
Thor iç çekti ve ter içinde ensesini sildi. Uyanık kalacağına yemin etmişti, ama birlikte uçarak yolculuk etmeye başladıklarından ve Druidlerin topraklarını aramaya başladıklarından beri aradan günler geçmişti. Neyse ki, Mycoples onu çok iyi tanıdığından uyuduğunu anlamış ve düzgünce uçup düşmesini engellemişti. İkisi birlikte o kadar uzun süredir uçuyorlardı ki, adeta tek beden olmuşlardı. Thor Halka’yı çok özlediği halde, en azından eski dostuyla yeniden bir arada olduğuna, sadece ikisinin dünyayı dolaşmasına mutlu olmuştu; onun da onu gördüğüne mutlu olduğunu anlamıştı, çünkü ejderha sürekli olarak mutlu mutlu mırlıyordu. Mycoples’in ona kötü bir şey olmasına asla izin vermeyeceğini biliyordu ve o da onun için aynı şeyi hissediyordu.
Thor aşağıya baktı ve okyanusun köpüklü, parlak yeşil sularını inceledi; tuhaf ve egzotik, yolculukları sırasında gördüğü birçok okyanusa hiç benzemeyen türden bir okyanustu. Thor sürekli olarak kuzeye uçmuş, kasabasında buluğu eski pusulanın okunu izlemişti. Annesine, onun topraklarına, Druidler’in Diyarı’na giderek yaklaştıklarını hissediyordu. Bunu hissedebiliyordu.
Okun