Ejderhaların Kaderi . Морган Райс
kral olduğunu herkes öğrenecekti.
Ancak şimdi tahtında yalnız başına oturan Gareth, kılıcın yerleştirileceği demir çubuklara bakarken, kendinden o kadar da emin değildi. Yapmak üzere olduğu şeyin ağırlığı omuzlarına çökmüştü; bunun geri dönüşü olmayacaktı. Peki ya gerçekten başarısız olursa? Bunu aklından uzaklaştırmaya çalıştı.
Odanın büyük kapısı gıcırdayarak açıldı ve odadaki tüm insanlar heyecanlı bir sessizliğe büründü. Kalenin en güçlü askerlerinden oluşan bir düzine adam, tuttukları kılıcın ağırlığı altında sallanarak odaya girdi.
Kılıcın yaklaşmasını izleyen Gareth’ın kalbi hızlandı. Kısa bir an için, kendine olan güveni sarsıldı—şimdiye dek görmüş olduğu en iri on iki adam bile kılıcı zar zor tutabilmişken, kendisinin hiç şansı var mıydı? Ancak bu düşünceleri aklından uzaklaştırdı. Neticesinde, kılıç güçle değil, kaderle ilgiliydi. MacGiller’in ilk doğan oğlu olarak Kral olmanın kendi kaderi olduğunu hatırlamaya çalıştı. Kalabalığın içinde Argon’u aradı. Nedense aniden onu bulmak gibi bir arzuya kapılmıştı. Şuan ona en çok ihtiyaç duyduğu zamandı. Nedense başka kimseyi düşünemiyordu. Ancak elbette, Argon ortalarda yoktu.
Sonunda, kılıcı taşıyan on iki adam odanın ortasına ulaştı ve kılıcı demir çubukların üzerine yerleştirdi. Kılıç, odada yankılanan bir çınlama sesiyle yerine yerleşti ve tüm oda da sessizliğe gömüldü.
Kalabalık içgüdüsel olarak ikiye ayrıldı ve Gareth’ın ilerlemesi için yol açtı.
Gareth, tüm ilginin tadını çıkararak tahtından yavaşça kalktı. Tüm gözlerin, üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Yaptığı her hareketin incelenerek, büyük bir ilgiyle izlendiği böyle bir anın bir daha gelmeyeceğini biliyordu. Küçüklüğünden beri bu anı defalarca hayal etmişti ve işte şimdi o an gelmişti. Bu sürecin ağır ağır ilerlemesini istiyordu.
Her adımın keyfini çıkararak, tahtın basamaklarından indi. Ayakları altındaki yumuşacık halının üzerinde yürüyerek, kılıca biraz daha yaklaştı. Sanki bir rüyada gibiydi. Daha önce bu halının üzerinde birçok kez yürümüş ve o kılıcı milyonlarca kez kaldırmış gibi hissetti.
Nasıl olacağını zihninde canlandırdı. Cesur bir şekilde ilerleyecek, tek eliyle uzanacak ve halkı, önünde eğilirken, kılıcı başının üzerine kaldıracaktı. Herkesin soluğu kesilecek ve onu, Seçilmiş Kişi olarak, şimdiye kadar hüküm sürmüş MacGil krallarının en önemlisi olarak ilan edeceklerdi. Sevinç gözyaşları dökeceklerdi. Korkudan sineceklerdi. Bu olaya şahit edebildikleri için Tanrı’ya şükredeceklerdi. Bir tanrı gibi ona tapacaklardı.
Gareth, kılıca yaklaştı, şimdi sadece birkaç adım uzaktaydı ve içten içe titrediğini hissetti. Kılıcı daha önce birçok kez görmüş olmasına rağmen, güzelliği karşısında afalladı. Daha önce kılıca bu kadar yaklaşmasına hiç izin verilmemişti ve bu onu şaşırttı. Etkileyiciydi. Kimsenin çözemediği bir malzemeden yapılmış olan uzun parlak kılıcın kabzası ipek bir kumaşla sarılıydı ve her çeşit mücevher ve şahin armasıyla süslenmişti. Bu, Gareth’ın, o güne dek görmüş olduğu en süslü şeydi. Kılıca bir adım daha yaklaştığında, ondan yayılan güçlü enerjiyi hissetti. Zar zor nefes alıyordu. Sadece birkaç saniye içinde kılıç avuçları arasında olacaktı. Tüm dünyanın görmesi için onu yukarıya kaldıracaktı ve kılıç güneş ışığında parlayacaktı.
Uzandı ve sağ elini kabzanın üzerine yerleştirdi, parmaklarını yavaşça etrafına sardı. Üzerindeki her mücevheri, her girintiyi hissedebiliyordu. Avucundan koluna, oradan da tüm bedenine yoğun bir enerji yayıldı. Daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu. Bu, onun anıydı.
Gareth riske girmeyecekti. Diğer eliyle de kabzayı kavradı. Gözlerini kapattı, solukları düzensizleşti.
Lütfen Tanrım, kaldırmama izin ver. Bana bir işaret ver. Benim, Kral olduğumu göster. Hükmetmek için doğduğumu göster.
Gareth, bir cevap, bir işaret ve doğru anı bekleyerek, sessizce dua etti. Ancak tüm krallık izlerken saniyeler geçti ve Gareth, hiçbir şey duymadı.
Sonra, aniden, kaşlarını çatarak kendisine bakan babasının yüzünü gördü.
Gareth, bu görüntüyü zihninden silmek isteyerek dehşet içinde gözlerini açtı. Kalbi hızla atmaya başladı ve bunun korkunç bir işaret olduğunu hissetti.
Şimdi ya da asla…
Eğildi ve tüm gücüyle kılıcı kaldırmaya çalıştı. Tüm bedeni titreyinceye kadar, tüm gücüyle mücadele etti.
Kılıç kımıldamadı bile.
Gareth, daha çok çaba harcadı. Sonunda fark edilir bir şekilde inliyor ve çığlık atıyordu.
Dakikalar sonra, yere yığıldı.
Kılıç bir milim bile oynamamıştı.
Gareth yere düşerken, insanlar şaşkınlıkla soludu. Birkaç danışmanı, iyi olup olmadığını görmek için yardımına koştu ve Gareth onları şiddetle uzaklaştırdı. Utanmış bir halde kendi kendine ayağa kalktı.
Gururu kırılan Gareth, onun için ne düşüneceklerini görmek için halkına baktı.
Çoktan arkalarını dönmüş, odadan çıkıyorlardı. Gareth, onların yüzündeki hayal kırıklığını görebiliyor, onların gözünde, sadece başka bir başarısızlık örneği olduğunu hissedebiliyordu. Şimdi her biri, Gareth’ın, gerçek bir kral olmadığını biliyordu. O, Seçilmiş olan MacGil değildi. Gareth bir hiçti. Sadece, tahta el koymuş olan bir başka prensti.
Gareth, utançtan kızardığını hissetti. Daha önce, o andaki kadar yalnız hissetmemişti. Çocukluğundan beri hayal etmiş olduğu her şey bir yalandı. Bir rüyaydı. Kendi masalına inanmıştı.
Ve bu, onu kahretmişti.
ALTINCI BÖLÜM
Gareth, kılıcı kaldırmadaki başarısızlığı yüzünden sersemlemiş bir halde odasında dolanıyordu. Uyuşmuş gibiydi. Yedi nesildir hiçbir MacGil’in kaldıramamış olduğu kılıcı, Hanedan Kılıcı’nı kaldırmaya teşebbüs etmek gibi bir aptallık yapmış olduğuna inanamıyordu. Neden atalarından daha iyi olacağını düşünmüştü ki? Neden farklı olacağını zannetmişti ki?
Bilmesi gerekirdi. Dikkatli olmalı, kendini gözünde büyütmemeliydi. Sadece babasının tahtına sahip olmakla yetinmeliydi. Neden daha fazlasını zorlamak zorundaydı ki?
Şimdi tüm insanlar, onun Seçilmiş Kişi olmadığını biliyordu; bunun yüzünden hükümdarlığı zarar görecekti; belki de babasının ölümü için ondan şüphelenmelerine zemin hazırlayacaktı. Şimdiden herkesin, sıradaki kralın gelmesine kendilerini hazırlıyorlarmış gibi, daha farklı baktığını görüyordu.
Daha da kötüsü, hayatında ilk kez, Gareth kendine güvenmiyordu. Tüm hayatı boyunca, kaderinin ne olduğunu biliyordu. Babasının yerini almak, hükmetmek ve kılıcı kullanmak için doğduğundan emindi. Ama şimdi güveni tamamen yerle bir olmuştu. Artık hiçbir şeyden emin değildi.
En kötüsü ise, kılıcı kaldırmadan hemen önce gördüğü babasının yüzünü zihninden silemiyordu. Bu onun intikamı mıydı?
“Aferin,” diyen alaycı bir ses duyuldu.
Gareth arkasını döndü ve odada başka birisinin olduğunu görünce şaşırdı. Sesi anında tanıdı; yıllar geçtikçe aşina olduğu ve hor gördüğü bir sesti. Karısının sesiydi.
Helena.
Odanın