Ejderhaların Kaderi . Морган Райс

Ejderhaların Kaderi  - Морган Райс


Скачать книгу
vardı. Hepsinin kendisine ait olduğunu hatırlamak için, sarayını ve insanlarını görebileceği bir noktada durmalıydı. Gün içinde yaşanan kabus gibi olaylara rağmen, hala kral olduğunu hatırlamak için.

      Zorlukla soluyan Gareth, yardımcılarını başından atarak tüm basamakları yalnız başına hızla çıkmaya devam etti. Katların birinde durarak eğildi ve nefesini düzene sokmaya çalıştı. Yanaklarından gözyaşları akıyordu. Nereye baksa, babasının kaşlarını çatmış yüzünü görmeye devam ediyordu.

      “Senden nefret ediyorum!” diye bağırdı havaya doğru.

      Karşılığında alaycı bir kahkaha duyduğuna yemin edebilirdi. Babasının kahkahası.

      Gareth’ın oradan uzaklaşması gerekiyordu. Zirveye ulaşıncaya kadar koşmaya devam etti. Kapıdan dışarıya fırladı ve temiz yaz havası yüzüne çarptı.

      Güneşin ve ılık esintinin tadını çıkararak, derin bir nefes aldı. Pelerinini, babasının pelerinini çıkardı ve yere fırlattı. Hava çok sıcaktı ve artık o şeyi giymek istemiyordu.

      Siperin kenarına koştu ve taş duvara tutunarak, aşağıya baktı. Kaleden dışarıya çıkan sonsuz kalabalığı görebiliyordu. Töreni terk ediyorlardı. Onun törenini. İnsanların hayal kırıklığını neredeyse oradan hissedebiliyordu. Çok küçük görünüyorlardı. Hepsinin, kendi kontrolü altında olmasına hayret etti.

      Ama ne zamana kadar?

      “Kral olmak komik şey,” dedi kadim bir ses.

      Gareth arkasını döndü ve birkaç metre uzakta duran Argon’u görünce şaşırdı. Üzerinde kapüşonlu beyaz bir pelerin vardı ve asası elindeydi. Dudaklarının kenarı bir gülümsemeyle kıvrılmış olmasına rağmen, gözlerinde o gülümsemeden iz yoktu. Direk Gareth’a bakıyorlardı ve o gözler çok şey görüyordu.

      Gareth’ın, Argon’a sormak istediği, söylemek istediği bir sürü şey vardı. Ama hali hazırda kılıcı kaldırmada başarısız olmuşken, aklına hiçbir şey gelmiyordu.

      “Neden bana söylemedin?” diye sordu çaresiz bir sesle. “Kılıcı kaldıramayacağımı bana söyleyebilirdin. Beni, yaşadığım utançtan kurtarabilirdin.”

      “Peki neden bunu yapacaktım?” diye sordu Argon.

      Gareth kaşlarını çattı. “Sen gerçek bir danışman değilsin. Babama içtenlikle danışmanlık yapmış olabilirsin. Ama bana değil.”

      “Belki de o bunu hak etmiştir,” diye cevapladı Argon.

      Gareth’ın öfkesi derinleşti. Bu adamdan nefret ediyordu. Ve onu suçluyordu. “Seni etrafımda istemiyorum. Babamın seni neden işe aldığını bilmiyorum, ama ben, seni Kraliyet Sarayı’nda istemiyorum.”

      Argon, korkutucu bir sesle kahkaha attı. “Beni baban işe almadı, aptal çocuk. Ya da onun babası. Ben buraya aittim. Aslında, onları benim işe aldığımı söyleyebilirsin.”

      Argon aniden öne doğru bir adım attı ve sanki Gareth’ın içini görebiliyormuş gibi baktı. “Aynı şey senin için de söylenebilir mi?” diye sordu. “Sen buraya ait misin?”

      Argon’un sözleri, Gareth’ın kanını dondurdu. Bu, kendisinin de en çok merak ettiği şeydi. Gareth, bunun bir tehdit olup olmadığını merak etti.

      “Kanla egemen olan, kanla hüküm sürecek,” diye ilan etti Argon ve bu sözlerle birlikte, hızla arkasını dönerek yürümeye başladı.

      “Bekle!” diye bağıran Gareth, cevaplara ihtiyaç duyduğu için artık onun gitmesini istemiyordu. “Bununla ne demek istedin?”

      Gareth, Argon’un, uzun bir süre saltanat sürmeyeceğine dair kendisine bir mesaj verdiğini düşünmeden duramıyordu. Onun bunu kastetmiş olup olmadığını bilmesi gerekiyordu.

      Argon’un arkasından koştu, ama tam yaklaşırken, adam gözleri önünde kayboldu.

      Gareth, arkasını dönüp etrafına bakındı, ama hiçbir şey görmedi. Sadece bir kahkahanın yankılandığını duydu.

      “Argon!” diye bağırdı.

      Tekrar arkasını döndü, gökyüzüne baktı ve tek dizinin üstüne çöküp başını arkaya atarak bağırdı.

      “ARGON!”

      YEDİNCİ BÖLÜM

      Erec, Dük, Brandt ve Dük’ün maiyeti ile birlikte, Savaria’nın dolambaçlı sokaklarında yürüyordu. Hizmetçi kızın evine doğru giderlerken, kalabalık giderek artıyordu. Fazla gecikmeden kızla tanışmak için ısrar etmişti ve Dük de bizzat öncülük etmek istemişti. Dük nereye giderse, herkes de peşinden geliyordu. Erec, gitgide artan kalabalığa baktı ve kızın evine onlarca kişiyle birlikte varacağını fark ederek utandı.

      Kızı gördüğünden beri, başka hiçbir şey düşünememişti. Bu kadar asil görünmesine rağmen, Dük’ün sarayında bir hizmetçi olarak çalışan bu kızın kim olduğunu merak ediyordu. Neden aceleyle kaçmıştı? Bunca yıl birçok asil kadınla tanışmış olmasına rağmen, kalbini ele geçirenin neden bir tek bu kız olduğunu merak ediyordu?

      Bir kralın oğlu olarak tüm hayatı boyunca asillerin etrafında olan Erec, diğer asilleri anında saptayabiliyordu ve kızı ilk gördüğü andan beri onun üst tabakadan gelmiş biri olduğunu hissediyordu. Kızın kim olduğunu, nereli olduğunu ve burada ne yaptığını merak ediyordu. Tüm bunları hayal edip etmediğini ya da hala aynı şekilde hissedip hissetmediğini görmek için kıza bir kez daha bakmaya ihtiyacı vardı.

      “Hizmetçiler, kızın şehrin eteklerinde yaşadığını söylüyorlar,” diye açıkladı Dük. Onlar yürürken, yolun her iki tarafındaki insanlar, kepenkleri açıyor ve şaşkınlığıyla aşağıya bakıyordu.

      “Görünüşe göre bir handa hizmetçilik yapıyor. Kimse onun nereden geldiğini bilmiyor. Tek bildikleri, bir gün bizim şehre geldiği ve bu handa sözleşmeli hizmetçilik yapmaya başladığı. Öyle görünüyor ki, kızın geçmişi bir muamma.”

      Hep birlikte başka bir ara sokağa döndüler. Yollar iyice bozulmuştu, küçük evler birbirlerine daha yakındı ve yıkık döküktü.

      Dük boğazını temizledi. “Kızı, özel günlerde hizmetçilik yapması için tuttum. Sessiz sakin biri. Kimse onun hakkında pek fazla şey bilmiyor. Erec,” dedi, sonunda Erec’in bileğini tutarak, “bundan emin misin? Bu kadın, her kim olursa olsun, sadece halktan biri. Seçimini krallıktaki herhangi bir kadından yana yapabilirsin.”

      Erec, aynı ciddiyetle Dük’e baktı. “Bu kızı tekrar görmem gerek. Kim olduğu umurumda değil.”

      Dük onaylamaz bir halde başını salladı ve birbiri ardına dar sokakları geçerek yürümeye devam ettiler. İlerledikçe, Savaria’nın bu mahallesi daha köhne bir yer haline geldi. Pislik içinde olan sokakları sarhoş tiplerle doluydu, etrafta tavuklar ve vahşi köpekler koşturuyordu. Birbiri ardına geçtikleri barların içindeki müşterilerin çığlıkları sokaklara taşıyordu. Önlerinde yürüyen birkaç sarhoş tökezledi ve hava kararmaya başlarken, sokaktaki meşaleler yanmaya başladı.

      “Dük için yolu açın!” diye bağırdı maiyete öncülük eden hizmetli, ileriye koşup, sarhoşları yoldan ittirerek. Sokaklardaki rezil tipler, Dük ve Erec geçerken, yolun iki kenarına ayrıldılar ve hayretle izlediler.

      Sonunda, dış cephesi sıva kaplı olan küçük ve mütevazı bir hana vardılar. Alt katında elli müşteri ağırlayabilecek bir meyhanesi ve üst katında da birkaç odası bulunan bir yere benziyordu. Ön kapısı hasarlıydı, tek penceresi kırıktı ve titreşerek yanan giriş lambası yamuk bir şekilde asılmıştı.


Скачать книгу