Kahramanlık Saldırısı . Морган Райс
ona uzun ve acı acı baktı sonunda doğruyu söylediğine ikna oldu.
“O zaman vaktimiz az,” dedi Thor, gitmeye hazırlanırken.
Drake kafasını iki yana salladı.
“Oraya asla zamanında varamazsınız,” dedi “Sizden günlerdir öndeler. Kılıç zaten sonsuza kadar kayboldu. Vazgeçin ve Halka’ya dönün, hayatlarınızı kurtarın.”
Kafasını sallama sırası Thor’daydı.
“Senin gibi düşünmüyoruz,” diye cevap verdi. “Bizler hayatlarımızın kurtulması için yaşamıyoruz. Bizdeki kahramanlık içten gelir. Ve bu bizi nereye götürürse oraya gideriz.”
“Kahramanlığın sizi nereye getirdiğine bak,” dedi Drake. “Cesaretin bile diğerleri gibi senin de aptal olduğun gerçekliğini değiştirmiyor. Kahramanlığın ederi yoktur.”
Thor küçümseyerek ona baktı. Bu yaratıkla aynı evde büyütülüp tüm çocukluğunu geçirdiğine inanamıyordu.
Thor kılıcın kınını sıkarken parmak boğumları beyaza döndü her şeyden çok bu çocuğu öldürmeyi istiyordu. Drake’in gözleri Thor’un ellerine kaydı.
“Durma,” dedi Drake. “Öldür beni. Hemen yap ve bitir şu işi.”
Thor gözlerini dikip acı acı baktı, bunu yapmayı çok istiyordu ancak Drake’e eğer gerçeği söylerse onu öldürmeyeceğini söylemişti. Thor sözüne her zaman sadık kalırdı.
Sonunda “Yapmayacağım,” dedi. “Her ne kadar bunu hak etsen de ölümün benim elimden olmayacak çünkü seni öldürerek en az senin kadar aşağılık olurum.”
Thor döndüğünde Corven atılarak tiz sesini çınlattı:
“Kardeşim için!”
Hiç biri müdahale edemeden Conven kılıcını kaldırdı ve Drake’in kalbine sapladı. Conven’in gözleri çılgınlıktan ve acıdan parıldıyordu. Drake’i ölümle buluştururken vücudunun yere düşmesini ve ölmesini izledi.
Thor yere baktığında, ölü adamın Conven’in kaybı için sadece küçük bir teselli olduğunu biliyordu. Hepsi için geçerliydi. Ama bu da bir şeydi.
Thor önlerinde uzanan geniş çöle baktığında Kılıç’ın bu sınırların ötesinde bir yerde olduğunu biliyordu. Sanki gezegenler ötesindeydi. Tam da yolculuklarının sona erdiğini düşündüğü anda henüz başlamamış olduğunu fark etti.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Erec Dük’ün kalesindeki silah odasında bulunan bir grup askerin arasında Savaria’nın kapıları ardında güvenle oturuyordu. Hepsi de karşı karşıya kaldıkları canavarlar tarafından yaralanmış ve hırpalanmıştı. Yanında arkadaşı Brandt otuyordu ellerini kafasına almıştı, tıpkı diğerleri gibi. Odadaki hava hüzünlüydü.
Erec de bunu hissediyordu. Vücudundaki her kas lordun adamları ve canavarlarıyla girdikleri günün savaşından dolayı ağrıyordu. Hatırladığı kadarıyla savaşın en çetin günüydü ve Dük çok sayıda adam kaybetmişti. Eğer Alistair olmasaydı o, Brandt ve diğerleri şimdiye kadar çoktan ölmüş olurlardı.
Erec ona minnettardı ve dahası bu his aşkla yenilenmişti. Kız aklını çeliyordu ve bu daha önce başına hiç gelmemişti. Onun özel hatta kuvvetli olduğunun hep farkındaydı ancak günde gerçekleşen olaylar bunu artık tasdiklemişti: Kim olduğunu, kökenine ait sırrı öğrenmek için her zamankinden çok yanıp tutuşuyordu. Yalnız burnunu sokmayacağına yemin etmişti ve o sözünü hep tutardı.
Erec onu yeniden görebilmek için bu toplantının bitmesini sabırsızlıkla bekliyordu.
Dük’ün şövalyeleri saatlerdir burada oturuyor, kendilerine gelmeye, neler olduğunu anlamaya ve şimdi ne yapacaklarını bulmaya çalışıyorlardı. Kalkan inmişti ve Erec sonuçları hakkında hala kafa yoruyordu. Demek ki artık Savaria saldırıya açıktı daha da kötüsü haberciler Silesia’da Kraliyet Sarayı’nda olanlarla ve Andronicus’un istilası ile ilgili haberleri getiriyorlardı. Kalbi kardeşleriyle beraber Gümüş’te olmayı ve topraklarını korumayı dilerdi. Ama işte burada Savaria’daydı, kaderi onu buraya getirmişti. Ona burada da ihtiyaç vardı, Dük’ün şehri ve halkı sonuç olarak MacGil imparatorluğunun stratejik bir bölümünü oluşturuyordu ve bu nedenle burası da savunulmalıydı.
Fakat Andronicus’un Savaria’ya saldırmak için taburlarından birini göndermesiyle ilgili gelen sayısız haberden dolayı Erec, milyonlardan oluşan ordusunun Halka’nın her bir köşesine yayılacağını biliyordu. İşi bittiğinde Andronicus hiçbir şeyi sağlam bırakmayacaktı. Erec hayatı boyunca Andronicus’un fetihlerini dinlemişti; adaletten uzak ne kadar zalim bir adam olduğunu biliyordu. Basit bir matematikle Dük’ün birkaç yüz adamı Andronicus’un askerlerine karşı koymak için yetersiz kalacaktı, Savaria için kıyamet gelmişti.
Upuzun, ahşap masanın bir ucunda eğreti oturan, kendini bira maşrapasında kaybetmiş, saçları ağarmış yaşlı savaşçı ve Dük’ün danışmanı; zırhlı eldivenini masaya vurarak “Bence teslim olalım,” dedi. Diğer askerler sus pus ona baktılar.
“Başka ne şansımız var ki?” diye ekledi. “Onların milyonlarına karşı biz sadece birkaç yüz kişiyiz.”
“Belki en azından sadece şehri korumak için savunabiliriz.” dedi bir başka asker.
Bir diğeri “Ne kadar dayanabiliriz ki?” diye sordu.
“MacGil’in takviyeleri gelene kadar, tabii eğer o kadar dayanabilirsek.”
Bir başka savaşçı “MacGil öldü,” dedi. “Bize kimse yardım edemez.”
Bir başkası itiraz etti, “Ama kızı yaşıyor, askerleri de. Bizi burada bir başımıza bırakmazlar!”
“Kendilerini bile zar zor savunabiliyorlar!” diye karşı çıktı bir diğeri.
Hepsi bir ağızdan birbiriyle atışmaya, birbirinin sözünü kesmeye ve aynı konu hakkında başa dönerek homurdanmaya başladılar.
Erec orada durdu ve hepsini izledi, içi bomboştu. Saatler önce bir haberci gelmiş ve korkunç haberi, Andronicus’un işgalini haber vermişti. Ayrıca Erec için daha da kötüsü şimdi öğrendiği kadarıyla MacGil’in öldürülmüş olmasıydı. Erec Kraliyet Sarayı’ndan o kadar uzun süredir uzak kalmıştı ki oradan uzun zamandır aldığı ilk haber buydu ve kalbine sanki bir hançer saplanmıştı. MacGil’i babası gibi severdi, bu kayıp içinde dile getirebileceğinden çok daha büyük bir boşluk oluşturmuştu.
Dük boğazını temizledi, oda yavaştan sessizleşti, tüm gözler Dük’e çevrildi.
“Bu duvarların gücü ve sahip olduğumuz dövüş yetenekleriyle şehrimizi bir saldırıya karşı koruyabiliriz” diye başladı Dük kelimeleri tane tane seçerek, “Bizden sayıca beş kat daha büyük olan bir orduya – hatta belki on kat daha fazla olan bir orduya karşı şehrimizi savunabiliriz. Kuşatmayı püskürtmek haftalar bile sürse buna karşı da hazırlıklıyız. Her türlü düzenli orduya karşı savaşı kazanabiliriz.” dedi ve içini çekti.
“Ancak İmparatorluğun övündüğü düzenli ordu değil,” diye ekledi. “Bir milyon adama karşı savunma yapamayız, bir işe yaramaz.” dedi ve duraksadı.
“Ancak teslim olmamız da nafile. Andronicus’un esirlerine ne yaptığını hepimiz biliyoruz. Bana kalırsa her iki şekilde de öleceğiz. Buradaki soru başımız dik ayaklarımız yere basar halde mi öleceğiz yoksa vazgeçerek mi? Ben derim ki dimdik duralım!”
Dük “O zaman