Bulunmuş . Морган Райс
Paine çığlık atarak uyandı. Doğrularak oturdu, zorlukla nefes alarak etrafına bakındı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bulunduğu yer karanlıktı, tek ışık kaynağı on beş yirmi metre ötedeki küçük bir açıklıktı. Sanki bir tüneldeydi. Ya da bir mağarada.
Caitlin altında sert bir şey hissetti ve eğilip bakınca küçük taşların üzerinde, çamurlu bir yerde oturmakta olduğunu anladı. Bulunduğu yer sıcak ve tozluydu. Her neredeyse bu kesinlikle İskoç havası değildi. Çok sıcak ve kuruydu – sanki bir çöldeydi.
Caitlin bir süre orada oturdu, kafasını kaşıdı, gözlerini kısarak karanlığa alışmaya ve hatırlamaya çalıştı; rüyaları gerçeklerden ayırmak için uğraştı. Rüyaları çok canlı ve yaşadıkları da bir o kadar gerçeküstüydü, aradaki farkı anlamak gittikçe zorlaşıyordu.
Yavaş yavaş düzenli bir şekilde nefes almaya başlayınca, o korkunç görüntülerden sıyrıldı ve zamanda geriye gitmiş olduğunu fark etmeye başladı. Bir yerlere gelmişti ve hayattaydı. Yeni bir yerde ve zamandaydı. Çamur parçalarını cildinde, saçlarında ve gözlerinde hissetti ve banyo yapmaya ihtiyacı duydu. Bulunduğu yer fazlasıyla sıcaktı ve nefes almak oldukça güçtü.
Caitlin cebinde alışık olduğu bir şişkinlik hissetti ve elini oraya uzattığında günlüğünün yolculuğu başarıyla atlattığını anlayınca rahatladı. Hızla diğer cebini kontrol etti ve dört anahtarın da orada olduğunu anladı, ardından boynunu yoklayarak kolyesinin de yerinde olduğundan emin oldu. Her şey yerli yerindeydi. Caitlin rahat bir nefes aldı.
Ardından bir şey hatırladı. Hemen etrafında döndü ve Caleb ve Scarlet de kendisiyle birlikte geri gelmeyi başarıp başaramadığını görmek için baktı.
Karanlıkta hareketsiz bir şeklin yattığını görebildi ve önce bunun bir hayvan olup olmadığını merak etti. Ama gözleri karanlığa alıştığında o şeklin hayvan olmadığını anladı. Yavaşça kalktı ve oraya doğru yaklaşmaya başladı; taşların üzerinde yatmaktan kaskatı kesilen vücudu acı içindeydi.
Mağaranın karşı tarafına yürüdü, diz çöktü ve usulca o geniş şekli omzundan itti. Caitlin çoktan kim olduğunu sezmişti: yüzünü görmeye ihtiyacı yoktu. Bunu mağaranın karşı tarafından da hissedebiliyordu. İçi rahatlayarak bunun hayattaki biricik ve tek aşkı olduğunu biliyordu. Kocasıydı. Caleb.
Caleb sırt üstü yuvarlanınca Caitlin sağlıklı bir şekilde zamanda geri gelmiş olması için dua etti. Ve kendisini hatırlaması için içinden Tanrıya yalvardı.
Lütfen, diye geçirdi içinden. Lütfen. Sadece son bir kez daha. Caleb’in bu yolculuğu atlatarak hayatta kalmasına izin ver.
Caleb sırt üstü dönünce Caitlin yüz hatlarının bozulmamış olduğunu görüp rahatladı. Herhangi bir yara izi görmedi. Yakından bakınca nefes aldığını anlayıp daha da rahatladı. Caleb’in göğsü yavaş bir ritimde inip çıkıyordu ve ardından Caitlin, göz kapaklarının seğirdiğini gördü.
Caleb’in gözleri titreyerek açılınca Caitlin rahat bir nefes koyuverdi.
Caleb “Caitlin?” dedi.
Caitlin gözyaşlarına boğuldu. Eğilip Caleb’e sarılınca kalbi hızla atıyordu. Birlikte geri gelmeyi başarmışlardı. Caleb hayattaydı. Caitlin’in ihtiyacı olan tel şey buydu. Dünyadan bundan başka bir şey isteyemezdi.
Caleb de Caitlin’e sarıldı. Caitlin, onun dalga dalga kaslarını hissederek uzun süre onun kollarının arasından ayrılmadı. Oldukça rahatlamıştı. Caleb’i dile getirebileceğinden daha fazla seviyordu. Birlikte geçmişte pek çok yere ve zamana gitmişler, beraber en kötü şeyler, iyi şeyler de dâhil olmak üzere birçok şey görmüşler, çok fazla acı çekmişler ve çok şeyi de kutlamışlardı. Caleb’in onu hatırlamadığı, zehirlendiği zamanlar gibi Caitlin neredeyse birbirlerini kaybedecekleri bütün o anıları düşündü… İlişkilerindeki engellerin hiç sonu gelmeyecekmiş gibi görünmüştü.
Ve şimdi, sonunda başarmışlardı. Geçmişe yapılan son bir yolculukta yeniden beraberlerdi. Caitlin, bu sonsuza dek birlikte olacakları anlamına mı geliyor? diye düşündü ve var olan her bir hücresine kadar bunun böyle olmasını umut etti. Bu defa, sonsuza dek birlikte olacaklardı.
Caleb dönüp Caitlin’e baktığında daha da olgunlaşmış görünüyordu. Caitlin onun parıldayan, kahverengi gözlerine baktı ve o gözlerden dışarı boşalan aşkı hissedebiliyordu. Caleb’in de kendisi gibi aynı şeyi düşündüğünü biliyordu.
Caitlin onun gözlerine bakınca, bütün anılar bir anda geri geldi. İskoçya’ya yaptıkları son yolculuğu düşündü. Her şey korkunç bir rüya gibi hızla kafasına üşüşüyordu. Önce her şey çok güzeldi. Kale, bütün arkadaşlarını görmek. Düğün, Tanrım, o düğün. Caitlin’in hayatında asla hayal edemeyeceği en güzel şeydi. Bakışlarını aşağıya indirdi ve eline bakıp yüzüğü gördü. Hala parmağındaydı. Yüzük de geri dönmeyi başarmıştı. Aşklarının simgesi de hayatta kalmayı başarmıştı. Caitlin buna inanamıyordu. Gerçekten evliydi. Ve Caleb’le. Caitlin bunu bir işaret olarak gördü: eğer yüzük zamanda geri gelmeyi başardıysa, bütün her şeye rağmen, yüzük hayatta kalabildiyse o zaman aşkları da yaşayacaktı.
Yüzüğün parmağındaki görünüşü gerçekten her şeyi unutturuyordu. Caitlin duraksadı ve evli bir kadın olmanın nasıl hissettirdiğini duyumsadı. Farklıydı. Daha somut, daha kalıcı bir şeydi. Caitlin daima Caleb’i sevmişti ve onunda kendisini sevmiş olduğunu sezmişti. Her zaman birleşmelerinin sonsuza kadar olacağını hissetmişti. Ama şimdi bu artık resmiyet kazandığı için farklı hissediyordu. Birlikte gerçekten tek bir vücut olduklarını hissediyordu.
Ardından Caitlin geçmişi düşündü ve düğünden sonra neler olduğunu hatırladı: Scarlet, Sam ve Polly’den ayrılmak zorunda kaldıklarını anımsadı. Scarlet’i okyanusta bulmuşlardı ve Aiden’ı görüp ondan o korkunç haberleri duymuşlardı. Polly, en iyi arkadaşı ölmüştü. Sam, tek kardeşi ondan sonsuza dek ayrılmış, karanlık tarafa dönmüştü. Cadılar meclisi dostları boğazlanmıştı. Caitlin için bütün bunlar neredeyse dayanılmayacak kadar ağırdı. Orada yaşanan korkunç şeyleri ya da Sam ya da Polly olmadan yaşanacak bir hayatın nasıl olacağını hayal edemiyordu.
Ani bir dürtüyle düşünceleri Scarlet’e döndü. Birden, paniğe kapılmış bir halde kendini geri çekerek Caleb’i bıraktı ve Scarlet’in de geri gelmeyi başarıp başarmadığını merak ederek mağarayı araştırmaya koyuldu.
Caleb de aynı anda aynı şeyleri düşünüyor olmalıydı ki gözleri ardına kadar açıldı.
Her zamanki gibi Caitlin’in zihnini okuyarak “Scarlet nerede?” diye sordu.
Caitlin döndü ve mağaranın dört bir yanına koşturmaya başladı. Karanlık çatlakları araştırdı, Scarlet’den herhangi bir işaret, onu gösterecek bir gölge, bir şekil var mı diye baktı. Ama hiçbir şey yoktu. Delirmiş bir şekilde araştırmaya devam etti, mağaranın her bir köşesini didik didik ederek Caleb’le birlikte mağarayı bir baştan bir başa taradılar.
Ama Scarlet orada değildi. Orada olmadığı açıktı.
Caitlin hayal kırıklığına uğradı. Bu nasıl olabilirdi? Nasıl olurdu da o ve Caleb yolculuğu sağ salim atlatırlardı da Scarlet yapamazdı? Kader bu kadar zalim olabilir miydi?
Caitlin döndü ve mağaranın çıkışına, güneş ışığına doğru koştu. Dışarı çıkmalıydı. Dışarda ne olduğunu ve orada Scarlet’ten herhangi bir işaret olup olmadığını