Arzulanmış . Морган Райс
konuştuğunun farkında değilmiş gibi şaşırarak Sam’e bakıyordu.
“Tek yapman gereken sormak,” dedi neşeyle. Sam’in sormasına fırsat bile vermeden “Ee, hadi bakalım neymiş sorun?” dedi.
“Beni almak için gönderildiğini söyledin. Kim gönderdi seni?” diye sordu Sam.
“Bu çok kolay bir soruydu. Aiden gönderdi.” “Aiden kim?”
Polly kıkırdayarak, “Ah, öğrenecek daha çok şeyin var, değil mi? Aiden yüzyıllardır birliğimize akıl hocalığı yapıyor. Seninle neden ilgilendiğini ya da beni neden ormanın derinliklere seni almaya gönderdiğini ise bilmiyorum. Bence eninde sonunda yolunu kendin de bulabilirdin. Ayrıca bugün yapmam gereken binlerce işten hiç söz bile etmiyorum. Bir sürü elbise denemeliydim…”
“Lütfen!” diye bağırdı Sam. Tekrar konunun dışına çıkmamak için uğraşıyordu. “Buraya gelip beni almana, yaptığın her şeye minnettarım ve asla saygısızlık etmek istemem ama her nereye gidiyorsak gidelim, benim buna vaktim yok. Görüyorsun bu zamana ve bu yere bir şekilde geri geldim. Ve bunun bir sebebi olmalı. Kardeşime yardım etmeliyim, onu bulmalıyım. Böyle gezintiler için vaktim yok,” dedi.
“Bunu gezinti olarak tanımlamazdım ben,” dedi Polly ve ekledi, “Aiden herkes tarafından bilinen biridir. Eğer bir şekilde senle ilgilendiyse, umursanmayacak bir durum değildir. Hem aradığın kişi her kim ise, eliyle koymuş gibi bulacak olan da Aiden’dır.”
“Nereye gidiyoruz peki? Ne kadar yolumuz kaldı?” Polly aceleci adımlarla ormanın içine doğru ilerlerken,
Sam de ona yetişmeye çalışıyordu. Polly’nin ona doğru düzgün bir cevap verip vermeyeceğini merak ediyordu. Tam o anda orman birden arkalarında kaldı.
Polly olduğu yerde durdu. Sam de onun yanına gelip şaşkınlık içinde kalakaldı.
Önlerinde, kusursuzca şekillendirilmiş çimlerin olduğu bahçeye doğru uzanan kocaman ve boş bir arazi vardı. Çok güzel görünüyordu. Canlı bir sanat eseri gibiydi.
Daha nefes kesici olan şey ise bu güzel bahçenin ardındaki şeydi. Sam’in hayatı boyunca hiç görmediği büyüklükte bir saraydı. Bu kocaman yapı tamamen mermerden yapılmıştı. Ve Sam’in görüş alanındaki her açıya doğru alabildiğine genişlemişti. Geniş pencereleri ve girişindeki upuzun, mermer merdiveniyle klasik bir dizaynı vardı. Sam, buranın fotoğrafını bir yerde gördüğünden emindi ama bir türlü çıkaramıyordu.
Polly, zihnini okumuş gibi cevapladı: “Versay.”
Sam Polly’ye döndüğünde yüzündeki gülümsemeyle karşılaştı.
“Burası yaşadığımız yer. Fransa’dasın. 1789 yılında. Marie’nin izin vereceğini farz edersek, eminim ki Aiden bize katılmanı onaylayacaktır.”
Sam’in kafası karışmıştı.
“Marie?” diye sordu.
Polly kafasını sallayarak gülmeye devam etti. Saraya doğru ilerlerken arkasına döndü ve “Marie Antoninette tabii ki!” dedi.
* * *
Sam, sonsuzluğa uzanan merdivenlerden sarayın girişine kadar Polly’nin yanında ilerledi. Yürürlerken bir yandan da gördüklerini zihnine kazıyordu. Mekânın büyüklüğü ve simetrisi hayranlık uyandırıcıydı. Hayatında gördüğü en güzel kıyafetlerle etrafında gezinen insanların kraliyet ailesinden olduğunu varsayıyordu. Sarayın etkisini bir türlü üstünden atamıyordu. Birileri çıkıp ona rüyada olduğunu söylese, inanabilirdi. Daha önce hiç kraliyetin varlığında bulunmamıştı.
Polly sürekli konuşuyordu. Sam de onun sözlerine odaklanmaya çabalıyordu. Kendini Polly’ye odaklamak zor olsa da onun yanında bulunmak ve arkadaşlığına sahip olmak hoşuna gidiyordu. Ayrıca Polly’nin oldukça hoş olduğunu düşünüyordu. Ama Polly ile ilgili bir şey Sam’in kafasını karıştırıyordu. Onu gerçekten çekici mi buluyordu, yoksa sadece arkadaş olarak mı sevmişti, emin değildi. Eski sevgilisinde ilk bakışta bir arzu hissetmişti ama Polly’yi ilk gördüğünde hissettikleri daha çok arkadaşlık, samimiyet gibi duygulardı.
“Görüyorsun işte burada kraliyet ailesi yaşıyor ama biz de buradayız. Bizim de burada olmamızı istediler. Sonuçta sahip oldukları en iyi koruma biziz. Hep birlikte, dostça diyebileceğin bir ortamda yaşıyoruz. İki taraf için de en iyisi bu. Orman sayesinde avlanma gibi bir sorunumuz olmuyor, hem burası yaşanacak en güzel yerlerden biri. Karşılığında da kraliyeti koruyoruz. Bazılarının bizim türden olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde.”
Sam, gözlerini şaşkınlık içinde Polly’ye dikmişti. “Marie Antoinette mi?” diye sordu.
Polly bunu bir sır olarak saklamak istermiş gibi sessizce kafasını salladı.
“Ama kimseye söyleme,” dedi. “Birkaç kişi daha var ama kraliyetin çoğu insan. Bizim yanımızda olmak istiyorlar. Ama burada çok kesin kurallar var ve kesinlikle çiğnenemez. Biz ve onlar. Bu sınırı aşmamız kesinlikle yasak. Kraliyetten bazı kişilerin fazla güç sahibi olmasını istemiyoruz ve Marie de bu konuda oldukça ısrarcı.
“Neyse işte, bu saray dünyanın en büyüleyici yerlerinden biri. Buranın sonunun gelebileceğini hayâl bile edemiyorum. Burada art arda partiler yapılır. Sabahlara kadar süren danslar, balolar, konserler… Bu hafta da çok güzel bir opera etkinliği olacak. Şimdiden ne giyeceğimi seçtim bile!”
Kapılara yaklaştıklarında birçok görevli açmak için koştu. Sam kocaman, altın kapıları şaşkınlık ve hayranlıkla karışık bir bakışla inceliyordu.
Polly uzun, mermer koridorda burası kendininmiş gibi bir güvenle hızlıca ilerlerken, Sam de ona yetişmeye çalışıyordu. Yürürlerken Sam etrafına bakıyor ve bu zenginlik karşısında büyüleniyordu. Yaldızlarla süslenmiş, kristal avizelerin asıldığı upuzun, mermer koridorda ilerlediler. Camlardan içeri süzülen güneş ışığı her yere yansıyordu.
Birçok kapının yanından geçip mermerden yapılmış, etrafında kolonlar olan kocaman salona girdiler. Polly içeri girdiğinde hazır duruma geçen koruma görevlileri vardı.
Polly kıkırdıyordu, anlaşılan o ki korumalara alışmıştı. “Burada eğitim de alıyoruz. İmkânlar oldukça iyi. Aiden’ın bize hazırladığı sıkı bir program var. Gidip seni almam için dersi kırmama izin verdiğine hâlâ inanamıyorum. Gerçekten önemli biri olmalısın.”
“Ee, kendisi nerede peki? Ne zaman tanışacağım onunla?”
“Ah! Oldukça sabırsızsın, değil mi? Aiden oldukça meşgul biri. Bir süre seninle tanışamayabilir. Ya da hemen yanına çağırır, bilemiyorum. Ama merak etme seni görmek istediği zaman mutlaka haberin olur. Biraz zaman tanı, o zamana kadar sana odanı göstermem söylendi bana.”
“Odam mı?” dedi Sam. Şaşırmıştı. “Burada kalabileceği söylemedim, dediğim gibi kardeşimi bulmam gerekiyor,” diyerek isyan etmeye başladığı an önlerinde bir çift kapı açıldı.
İçeriye bir grup insan girdi. Ortalarındaki tahtta bir kadını taşıyorlardı.
Kadını yere bırakıp, onlar da bir yere oturdular. Polly önlerinde eğiliyor ve Sam’e bakarak aynısını yapmasını işaret ediyordu. Sam eğildi.
Marie Antoniette olduğunu tahmin ettiği kadın tahttan inip onlara doğru birkaç adım geldi ve Sam’in önünde durdu. Dik durabileceğini gösteren bir hareket yaptı. Sam doğruldu.
İlgi çekici bir nesneymiş gibi Sam’i baştan ayağa inceledi.
“Demek