Dönüşüm . Морган Райс

Dönüşüm  - Морган Райс


Скачать книгу
farklı olduğunu biliyordu. Ancak bunun tam olarak nasıl olduğundan emin değildi.

      Eğer ilk günlerden daha kötü bir şey varsa o da sömestrde okula başlamaktı. Yani herkes birbiriyle kaynaşacak kadar vakit geçirdikten sonra. Bugün, yani martın ortasındaki bu ilk günü, en kötülerinden birisi olacaktı. Bunu daha şimdi- den hissedebiliyordu.

      Ne var ki hayal gücünün en vahşi kısımlarında bile duru- mun bu kadar kötü olabileceğini düşünmemişti. Daha önce gördüğü hiçbir şey -ki pek çok şey görüp geçirmişliği vardı- onu buna hazırlamamıştı.

      Caitlin, martın dondurucu soğuğunda, kocaman bir New York devlet okulu olan yeni okulunun önünde durmuş, dü- şünüp taşınıyordu: Neden ben? Pek sade giyinmişti. Üstünde sadece bir kazak ve tayt vardı. Kendisini karşılamaya hazırlanan patırtılı kargaşa için hazır olmaktan da çok uzaktı. Ayakta dikil- miş yüzlerce çocuk tantana çıkarıyor, feryat ediyor ve birbirini itip kakıyordu. Bir hapishane avlusuna benziyordu burası.

      Her şeyin sesi çok fazla çıkıyordu. Bu çocuklar çok yük- sek sesle gülüyor, çok fazla küfrediyor ve birbirlerini çok sert itip kakıyordu. Eğer gözüne birkaç gülümseme ve şen kah- kaha ilişmemiş olsaydı bunun bir kitlesel arbede olduğunu düşünebilirdi. Çocukların çok fazla enerjisi vardı. O ise bi- tap düşmüştü, donmak üzereydi, uykusuz hâliyle bu enerji- nin nereden geldiğini anlayamıyordu. Gözlerini kapatıp her şeyden uzakta olmayı diledi.

      Elini ceplerine götürdüğünde bir şey hissetti: iPod. Evet. Kulaklıklarını geçirip sesini açtı. Dışarıdaki sesin bastırılma- sı gerekiyordu.

      Ancak hiç ses çıkmadı. Gözlerini aşağı çevirdiğinde ba- taryanın bitmiş olduğunu gördü. Şahane.

      Bir meşgale bulma ümidiyle telefonuna baktı. Yeni me- saj yok.

      Gözlerini yukarıya çevirdi. Yeni yüzler denizine baktığın- da kendini yalnız hissetti. Sebebi, tek beyaz kızın o olma- sı değildi. Aslında bu, onun için tercih edilecek bir şeydi. Diğer okullardaki en yakın arkadaşlarından bazıları siyah, İspanyol, Asyalı, Hintliler arasından; mecburen yan yana yaşadığı en zalim düşmanlarından bazılarıysa beyazlar ara- sından çıkmıştı. Hayır, sorun bu değildi. Yalnız hissediyordu çünkü burası şehirdi. Ayakları betonun üstünde duruyordu. Bu ‘dinlenme alanı’ denilen yere çıkmasına izin vermek için yüksek sesli bir zil çalmış; o da geniş, metal kapıların içinden geçe geçe buraya gelmişti. Şimdi de tepesinde dikenli teller olan devasa metal kapılarla kapana kısılmış, kafeslenmişti. Kendisini hapse girmiş gibi hissediyordu.

      Muazzam büyüklükteki okula, pencerelerdeki demir ka- feslere bakmak da içini rahatlatmadı. İster büyük olsun ister küçük, yeni okullara her zaman kolaylıkla uyum sağlamıştı fakat bu okulların hepsi banliyölerdeydi. Hepsinin altında çimen, etrafında ağaçlar, tepesinde gökyüzü vardı. Buraday- sa şehirden başka bir şey yoktu. Nefes alamadığını hissetti, korkuya kapıldı.

      Yüksek sesle çalan zilin ardından yüzlerce çocukla beraber girişe doğru seğirtti. Epeyce toplu bir kız tarafından itekle- nince defterini düşürdü. Defteri yerden aldı (bu sırada saçı berbat oldu) ve kızın özür dileyip dilemeyeceğini görmek için kafasını kaldırdı. Fakat kız etrafta yoktu, sürünün içine karışıp gitmişti. Kulağına bir kahkaha sesi geldi ama bunun kendisine yönelik olup olmadığını bilemiyordu.

      Defterini, hayatındaki sabit olan tek şeyi sıkıca tuttu. Bu defter hep yanında olmuştu. Her gittiği yerde notlar almış, bir şeyler karalamıştı. Çocukluğunun yol haritası gibiydi bir nevi.

      Nihayet girişe vardığında sadece kapıdan geçebilmek için epey sıkışması gerekti. Tam mesai bitiminde bir trene binmeye benziyordu. İçerinin sıcak olacağını ummuştu. Ne var ki arkasında kalan açık kapılardan sızan soğuk rüzgâr tüm sırtını yalayıp geçmiş ve daha beter üşümesine sebep olmuştu.

      Tam üniformalı, bellerindeki silahları göze çarpan iki New York polisinin eşlik ettiği, cüsseli iki güvenlik görevlisi duruyordu girişte.

      İçlerinden biri, “İLERLEMEYE DEVAM EDİN!” diye ko- mut verdi.

      Okul kapısını neden iki silahlı polis memurunun koru- ması gerektiğini kafası almıyordu. İçindeki dehşet hissi bü- yüdü. Kafasını kaldırıp havaalanı güvenliği tarzı bir metal dedektöründen geçmesi gerektiğini gördüğünde ise içindeki his bin beter hâle geldi.

      Dedektörün her iki yanında toplam dört polis memuru ve yanlarında iki güvenlik görevlisi duruyordu.

      “CEPLERİNİZİ BOŞALTIN!” diye aniden bağırdı bir gö- revli.

      Caitlin, diğer çocukların ceplerindeki şeyleri küçük nay- lon poşetlere koyduğunu gördü. Çabucak aynısını yaptı; cüzdanını, iPod’u, anahtarlarını içine koydu.

      Dedektörün içinden geçtiğinde alarm öttü.

      “SEN!” diye çıkıştı görevli, “Kenara geç!”

      Tabii ki.

      Kollarını kaldırmaya mecbur edilirken tüm çocuklar ona baktı. Görevli, elindeki dedektörle tüm vücudunu baştan aşağı taradı.

      “Hiç takı falan kullanıyor musun?”

      Önce bileklerinde, sonra da boynunda ne olduğunu his- setmeye çalışırken birden aklına geliverdi: Haç takıyordu.

      “Çıkar onu” diye çıkıştı görevli.

      Bu, büyükannesinin ölmeden önce ona verdiği kolyeydi. Gümüşten yapılma bu küçük haçın üstünde, hiçbir zaman tercüme etmediği, Latince kabartmalar vardı. Büyükanne- si ona bu kolyeyi kendi büyükannesinden aldığını söyle- mişti. Caitlin pek dindar değildi ve din meselelerinden de pek haberi yoktu. Ancak kolyenin yüzlerce yıl öncesinden kalma ve şimdiye kadar edindiği en değerli şey olduğunu biliyordu.

      Caitlin onu gömleğinin içinden çıkardı, yukarı kaldırdı fakat boynundan çıkarmadı.

      “Çıkarmasam daha iyi” diye yanıt verdi. Görevli, onu buz gibi soğuk bakışlarla süzdü.

      Aniden bir arbede çıktı. Bir polis uzun, zayıf bir çocuğu tuttuğu gibi duvara yaslayıp cebinden küçük bir bıçak çıka- rırken bağrışmalar yaşanıyordu.

      Görevli, polise yardım etmeye gittiği sırada Caitlin bu fırsatı kalabalığın içine karışıp koridora doğru yürümek için değerlendirdi.

      New York devlet okuluna hoş geldin, diye düşündü Caitlin.

      Şahane.

      Daha şimdiden mezuniyet için gün saymaya başlamıştı.

      *

      Koridorlar şimdiye kadar gördükleri arasında en geni- şiydi. Bu koridorların gün gelip de dolup taşacağını hayal bile edemezdi ama nasıl olduysa omuz omuza, sıkış tepiş yürüyen çocuklarla hıncahınç doluvermişti işte. Bu holler- de binlerce çocuk olsa gerekti. İnsan yüzlerinden oluşan deniz uzayıp gidiyordu. Buradaki gürültü hepsinden be- terdi; duvarlardan yankılanıyor ve çınlıyordu. Kulaklarını kapamak istiyordu. Ne var ki kollarını kaldırmasına yete- cek dirsek boşluğunu bile bulamıyordu. Klostrofobik bir hisse kapıldı.

      Zil çaldı ve harala gürele arttı.

      Daha şimdiden geç kalmıştı.

      Tekrardan elindeki sınıf numarasına baktı ve nihayet biraz mesafeden gireceği sınıf gözüne ilişti. Bu beden de- nizini


Скачать книгу