Dönüşüm . Морган Райс
çağırıyordu. Tam bir kargaşa hakimdi.
Zil beş dakika önce çalmış olmasına rağmen, saçları dar- madağın ve buruş buruş takım elbiseli öğretmen henüz der- se başlamamıştı. Hatta ayaklarını masanın üstüne koymuş gazete okuyor ve herkesi görmezden geliyordu.
Caitlin ona doğru yürüyüp yeni kimlik kartını masanın üstüne koydu. Ayakta durup öğretmenin kendisine bakma- sını bekledi ama onun bunu yapacağı yoktu.
Sonunda boğazını temizledi. “Affedersiniz.” Adam isteksiz bir şekilde gazeteyi indirdi.
“Ben Caitlin Pane, yeni geldim. Sanırım size bunu ver- mem lazım.”
“Ben sadece yedek öğretmenim” diye cevap verdi ve gaze- tesini kaldırıp görüşü engelledi.
Caitlin öylece kalakaldı, kafası karışmıştı. “Yani” dedi. “Yoklama almıyor musunuz?” “Öğretmeniniz pazartesi günü dönecek” diye çıkıştı.
“Bunları o halleder.”
Konuşmanın bittiğini anlayan Caitlin kimlik kartını geri aldı.
Dönüp sınıfa baktı. Kargaşa durulmamıştı. Eğer bunda hayra yorulacak bir şey varsa o da en azından göze batmıyor olmasıydı. Buradaki hiç kimse ona takmış gibi gözükmüyor- du. Hatta onu fark etmemişlerdi bile.
Diğer taraftan hıncahınç dolu sınıfı gözleriyle taradığın- da canı sıkıldı. Hiç oturacak boş yer kalmamış gibi görünü- yordu.
Gücünü toplayıp defterine sıkıca yapıştı ve birbirine ba- ğırıp duran, ipini koparmış çocukların arasından geçerken birkaç kez vücudunu sakınarak sıraların arasında kalan boş- lukların birini seçip yürüdü. En arkaya ulaştığında nihayet tüm sınıfı gözleriyle seçebiliyordu.
Oturacak tek bir boş sıra kalmamıştı.
Orada dikilirken kendini aptal gibi hissediyor ve diğer çocukların onu fark etmeye başladığını görebiliyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Sürekli orada dikilecek hâli yoktu besbelli ve yedek öğretmen de durumu pek umursuyor gibi durmuyordu. Tekrardan kafasını çevirip sınıfa baktı. Çare- sizce etrafı tarıyordu.
Biraz öteden gelen bir kahkaha duydu ve bunun kesinlik- le kendisine yönelik olduğunu hissetti. Bu çocukların giyin- diği gibi giyinmemişti ve onlar gibi görünmüyordu. Gerçek- ten göze batmaya başladığını hissetmesiyle birlikte yanakları kızardı.
Tam sınıfı terk etmeye, hatta okulu bırakıp gitmeye ha- zırlanırken bir ses işitti.
“Buraya.”
Sesin geldiği yere döndü.
Pencere tarafında, en arka sıradaki uzun çocuk sırasından kalktı.
“Otur” dedi. “Lütfen.”
Diğerleri onun nasıl tepki vereceğini beklerken sınıf biraz olsun sessizleşti.
Ona doğru yürüdü. Çocuğun gözlerine bakmamaya ça- lıştıysa da -iri, çakmak gibi parlayan yeşil gözleri vardı- ba- şarılı olamadı.
Çocuk nefes kesiciydi. Teni pürüzsüz ve narindi. Onun siyah mı, İspanyol mu, beyaz mı, yoksa melez mi olduğunu bilemiyordu. Gelgelelim daha önce hiç bu kadar yumuşak ve pürüzsüz bir ten görmemişti. Kalemle çizilmiş gibi duran çenesinden bahsetmek bile gereksizdi. Saçları kısa ve kahve- rengiydi; vücudu da zayıftı. Onda bir şey vardı, akla hayale sığmayan bir şey. Çok kırılgan görünüyordu, belki de sanat- çıydı.
Bir erkeğe vurulmak pek ona has bir şey değildi. Daha önce arkadaşlarının birilerine çarpıldıklarını görmüşlüğü vardı ama buna hiç anlam verememişti. Ta ki şu ana dek...
“Sen nereye oturacaksın o zaman?” diye sordu.
Sesini kontrol etmeye çalıştı fakat pek inandırıcı olamı- yordu. Ne kadar heyecanlı olduğunu çocuğun anlamaması- nı ummaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.
Çocuk gülümsedi, kusursuz dişleri açığa çıktı.
“İşte buraya” dedi ve birkaç adım ötedeki geniş pencere pervazına doğru yürüdü.
Ona baktı, çocuk bakışına karşılık verdi ve gözleri tama- men birbirine kilitlendi. Kendisine gözlerini çevirmesini söyledi içinden ama beceremedi.
“Teşekkürler” dedi ve bu, ağzından çıktıktan hemen son- ra kendine kızdı.
Teşekkürler mi? Tek söyleyebildiğin bu mu? Teşekkürler mi?
“İşte bu Barack!” diye bağırdı bir ses. “Şu hoş, beyaz kıza sıranı ver bakalım!”
Bir kahkaha koptu, sınıftaki gürültü tekrardan yükseldi ve herkes onları bırakıp kendi işine döndü.
Caitlin çocuğun utançla yüzünü yere eğdiğini gördü. “Barack mı?” diye sordu. “Adın bu mu?”
“Hayır” diye yanıtladı kızararak. “Beni böyle çağırıyorlar, Obama gibi. Ona benzediğimi düşünüyorlar.”
Ona yakından baktığında çocuğun sahiden benzediğini fark etti.
“Çünkü yarı siyah, yarı beyaz ve biraz da Porto Rikolu- yum.”
“Bence bu bir iltifat” dedi Caitlin.
“Onların söylediği hâliyle değil” diye yanıtladı çocuk. Özgüveni yerde sürünür hâlde pencere pervazında otu-
ran çocuğu inceleyen Caitlin, onun hassas bir yapısı oldu-
ğunu düşündü, incinmeye açık bile denilebilir hatta. O, bu çocukların arasına ait değildi. Delice görünebilir ama neredeyse içinde ona karşı bir korumacılık duygusu gelişi- yordu.
“Ben Caitlin” dedi elini uzatıp gözlerinin içine bakarak. Çocuk kafasını kaldırdı, şaşırdı ve gülümsemesi geri geldi. “Jonah” diye cevapladı.
Çocuk elini kuvvetlice sıktı. Çocuğun pürüzsüz teni, Caitlin’in elini içine aldığı anda kolundan yukarı iç gıcıkla- yıcı bir his taarruz etti. Onun içinde eriyor gibiydi. Çocuk elini normalden bir saniye uzun tuttuğunda gülümsemeden edemedi.
*
Sabahın geri kalanını hayal meyal hatırlayan Caitlin ka- feteryaya geldiği sırada acıkmıştı. Çift kanatlı kapıyı açtı- ğında, bu uçsuz bucaksız odadaki binlerce çocuğun hepsi- nin bağırıp durması karşısında küçük dilini yuttu. Kapalı bir spor salonuna girmek gibiydi; koridorda her altı adımda bir etrafı dikkatlice izleyen bir güvenlik görevlisinin olması haricinde.
Alışıldığı gibi nereye gitmesi gerektiği konusunda bir fikri yoktu. Büyük odayı gözleriyle taradı ve nihayet bir tabak yığını buldu. İçlerinden birini aldı ve yemek sırası olduğunu düşündüğü sıraya girdi.
“Önüme geçeyim deme seni kaltak!”
Arkasını döndüğünde cüsseli, fazla kilolu, kendisinden on beş santim daha uzun bir kızın kaşlarını çatarak ona bak- tığını gördü.
“Üzgünüm. Bilmiyordum sıranın sizde...”
“Sıranın ucu orada!” diye çıkıştı başka bir kız parmağıyla işaret ederek.
Caitlin dönüp baktığında sırada en az yüz çocuğun olduğu-nu gördü. Yirmi dakika civarı bir bekleme süresi ediyordu bu.