Azla Mutlu Olmak. Фрэнсин Джей
bir oda yaratmak olacaktır. Ne yazık ki her şeyi çekmecelere, sepetlere ve kutulara tıkıştırmak sorunu çözmez. Gözden ırak eşyalar bile (ister salon çekmecesinde, ister bodrumda isterse de şehrin diğer yakasındaki bir depoda olsunlar) zihnimizin bir yerlerinde kalmaya devam ederler. Kendimizi zihnen özgürleştirebilmek için bunlardan tamamen kurtulmalıyız.
Hesaba şunu da katmak gerekir: Eşyalar, fiziksel olarak sıkıştırmaya ve psikolojik olarak boğmaya ek olarak, onlara sahip olmak için aldığımız borçlar nedeniyle finansal olarak da köleleştirirler bizi. Borcumuz ne kadar çoksa gecelerimiz o kadar uykusuz ve fırsatlarımız o kadar sınırlı olur. Her sabah uyanıp kendimizi sevmediğimiz bir işe doğru sürüklemek, artık sahip olmadığımız, kullanmadığımız hatta istemediğimiz şeyler için ödeme yapmaya devam etmek çocuk oyuncağı değildir. Bunun yerine yapmak isteyebileceğimiz o kadar çok şey akla gelebilir ki! Dahası, eğer maaşımızı (ve fazlasını) tüketim malları için erittiysek, bu, kaynaklarımızı daha farklı, daha tatmin edici uğraşlar –örneğin sanat eğitimi almak ya da gelecek vaat eden bir işe yatırım yapmak gibi– için de tüketmiş olduğumuz anlamına gelir.
Seyahat minimalist bir hayatın özgürlüğü için mükemmel bir analojidir. Tatile gittiğinizde iki üç ağır valizi peşinizden sürüklemenin nasıl bir eziyet olduğunu bir düşünün. Ne zamandır bu geziyi hayal ediyordunuz ve uçaktan indiğinizde çevrenizi görmek için sabırsızlanıyorsunuz. Durun bakalım. İlkin çantalarınızın dağıtım bandı üzerinde arz-ı endam etmesi için beklemeniz (beklemeniz, daha da beklemeniz) gerekiyor. Sonra bunları havaalanının salonları boyunca sürükleyeceksiniz. Taksi durağına gitmeniz daha iyi olabilir, zira bunları metroda idare etmek neredeyse imkânsız olacaktır. Hemen çevreyi görme fikrini aklınızdan çıkarın – doğrudan otelinize gitmek zorundasınız ki bu devasa yükten kurtulun. En sonunda odaya ulaştığınızda yorgunluktan bitmiş durumdasınız.
Öte yandan minimalizm sizi çevik kılar. Sadece tek bir hafif sırt çantasıyla seyahat ettiğinizi hayal edin – deneyim kesinlikle neşelendiricidir. Hedefinize varırsınız, uçaktan aşağı atlar ve bagajlarını bekleyen kalabalığın arasından şimşek gibi geçersiniz. Sonra bir metro, otobüs ya da otele doğru yürüyüş. Tüm yol boyunca, yabancı bir şehrin görüntülerini, seslerini ve kokularını deneyimlersiniz, her birinin tadına varacak zamanınız ve enerjiniz vardır. Hareketli, esnek ve bir kuş kadar özgürsünüz – müzelere ve turistik mekânlara çantanızla girebilirsiniz ya da kolayca bir emanet dolabına bırakabilirsiniz.
İlk senaryonun tam tersine, yere indiğiniz andan itibaren koşmaya hazırsınız ve öğleden sonrayı –eşyalarınızı sağa sola sürüklemek yerine– çevreyi görerek geçirirsiniz. Otelinize vardığınızda, yaşadığınız bu deneyim sizi daha enerjik ve fazlasına hazır hale getirmiştir.
Eşyalarımıza zincirli olmadığımızda hayatın tadını çıkarabilir, başkalarıyla ilişki kurabilir ve sosyalleşebiliriz. Yeni tecrübelere açık hale geliriz ve fırsatları görüp değerlendirmek için daha becerikli oluruz. Peşimizden sürüklediğimiz bagaj (fiziksel ve zihinsel olarak) ne kadar azsa yaşamaya o kadar zaman kalır.
5. Bağlarınızı Koparın
Zen Budizmi, mutlu olmak için dünyevi bağlarımızdan kurtulmamız gerektiğini öğretir. Gerçekten de meşhur şair Basho iyi bilinen bir şiirinde, evi yandığında Ay’ı daha iyi görmeye başladığını yazmıştı. İşte eşyalarıyla bağlarını koparan birisi!
Bu kadar ileri gitmek zorunda olmasak da, benzer bir bağlantısızlık duygusu geliştirmemizde yarar var. Böyle bir tutum evlerimizi düzenlemeyi ciddi şekilde kolaylaştırır – eşyalarımızı başka yollarla (hırsızlık, sel, yangın ya da doğal felaket gibi) kaybettiğimizde acımızı hafifleteceğini söylemeye gerek bile yok.
Bu nedenle, bu bölümde eşyalarımızın üzerimizdeki kıskaçlarını gevşetmek için zihinsel egzersizler yapacağız. Hedeflerimize ulaşmak için esneme, ısınma hareketleriyle forma girerek önümüzde duran göreve hazırlanacağız. İzleyen sayfalarda minimalist kaslarımızı şekillendirecek ve eşyalarımıza karşı vereceğimiz mücadelede gerekli olan psikolojik gücü ve esnekliği kazanacağız.
Isınmak için kolay bir şeyle başlayalım: Eşyalarımızın olmadığı bir hayatı hayal edelim. Bu çocuk oyuncağı – aslında hayal etmemize gerek yok, hatırlamak yeterli.
Çoğumuz gençlik günlerimizi hayatımızın en mutlu, en tasasız dönemi olarak görürüz. Bir ayakkabı kutusunda (bazen iki üç kişiyle beraber) yaşıyor ve kıt kanaat geçiniyor olsak da. Tasarım giysilere, süslü saatlere ya da elektronik oyuncaklara paramız yetmese de. Sahip olduğumuz her şey birkaç kutuya sığardı ve arabayı sanayiye götürmek, ev bakımı, hatta kuru temizleme konusunda dertlenmezdik. Eşya sosyal hayatımızdan daha az önem taşırdı.
Bu tür bir özgürlük geçmişte kaldı mı diyorsunuz? Hiç de değil. Çoğumuz bu “eşyadan azat” hayatlarımızı yılda bir iki kere canlandırma şansına sahibiz – tatile gittiğimizde. “Tatil” (vacation) kelimesi aslında Latincedeki vacare kelimesinden gelir ve “boş olmak” anlamına gelir. İşte o yüzden hepimiz her şeyden kurtulmak ve tatile gitmek istiyoruz!
Örneğin, gittiğiniz son kampı düşünün. Konfor ve hayatta kalmak için gereken her şeyi çantanızda taşıdınız. Nasıl göründüğünüzü fazla dert etmediniz ve sırtınızdaki giysilerle gayet iyi idare ettiniz. Yemeğinizi açık bir ateşin üzerine koyduğunuz portatif bir tavada pişirdiniz ve bu yemeği tabak, bardak ve çataldan daha teferruatlı olmayan şeylerle yediniz. Barınakların en basiti olan çadırınız sizi sıcak ve kuru tuttu. Minimal mülkiyetiniz ihtiyaçlarınızla uyum içindeydi ve rahatlayarak doğayla sohbet etmek için size bir dünya zaman bıraktı.
O halde neden “gerçek” hayatlarımıza döndüğümüzde çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyoruz? Aslında duymuyoruz – bu egzersizlerin amacı da bu zaten. Zamanla farkına varacağız ki çevremizi kuşatan eşyaların çoğu sağlığımız ve mutluluğumuz için pek gerekli değil.
Kaslarınız esnediğine göre çıtayı biraz yükseltelim: Denizaşırı bir yere taşındığınızı farz edin. Ama hemen şehirdeki depolama şirketini aramayın – bu nihai bir hareket. Nasılsa döneceğim diye eşyalarınızı bir kenara saklayamazsınız. Dahası, nesneleri dünyanın diğer tarafına taşımak karmaşık ve masraflı bir iş, bu yüzden onsuz olamayacağınız şeyler dışında ne varsa kurtulmanız lazım.
Evinizdeki her şeyi gözden geçirin ve tam olarak neyi yanınıza alacağınıza karar verin. Eski, haşat olmuş gitarınız elemeleri geçebilecek mi? Ya seramik hayvan koleksiyonunuz? Üç yıl önce aldığınız o çirkin süvetere, on beş dakika giydikten sonra ayağınızı vuran ayakkabılara, miras kalan ama asla sevmediğiniz yağlıboya tabloya değerli kargo alanınızda yer verecek misiniz? Elbette hayır! Harika değil mi? “İzin” çıktığı anda bunlardan kurtulabiliyor olmak olağanüstü.
Tamam, konuya ısındınız, öyleyse daha zor bir soru soralım: Gecenin bir yarısı yangın alarmının yırtıcı çığlığıyla uyandınız. Ortalık duman! Evden dışarı koşarken ne kurtaracağınıza karar vermek için sadece dakikalarınız –belki de saniyeleriniz– var.
Kabul edelim ki burada karar almak için fazla şansınız yok ve içgüdülerinize yaslanmak zorundasınız. Eğer zamanınız varsa, belki bazı önemli dosyaları, aile fotoğrafları albümünü, belki de bilgisayarınızı kaparsınız. Ama muhtemeldir ki kendinizi, ailenizi ve hayvanlarınızı sağ salim dışarı çıkarmak için bütün eşyalarınızı feda edeceksiniz. O anda, geçmişte sizi bütünüyle tüketen o şeyler zırnık önem taşımayacak.
Hayatın büyük