Gülümseyen Adam. Хеннинг Манкелль
Wallander ve dairesinin içinde bulunduğu karışıklığı düzeltmesi sayesinde en azından içmeyi bırakmıştı. Linda tam olarak doğru şekilde davranmıştı, eve dağılmış tüm şişeleri boşalttı ve Wallander’i ciddi şekilde uyardı. İki hafta boyunca Maria Caddesi’ndeki evinde babasıyla kaldı, Wallander sonunda konuşabileceği birisini bulmuştu. Birlikte Wallander’in ruhunu eriten apseleri deştiler ve Linda bir süre sonra içkiden uzak kalma sözünü tutması için babasına küçük bir şans verebileceğini hissettiğinde evden ayrıldı. Wallander yeniden kendisiyle baş başa ve boş bir evde oturma ihtimaliyle yüzleşmeye gücü yetmeyecek hâldeyken, gazetede Skagen’deki ucuz bir pansiyonla ilgili bir reklam gördü.
Yıllar önce, Linda doğduktan kısa bir süre sonra, eski eşi Mona’yla Skagen’de birkaç haftalık bir yaz tatili yapmışlardı. Hayatı boyunca yaşadığı en mutlu zamanlardan biriydi. Paraları azdı ve delik bir çadırda kalmışlardı ama sanki bütün evren onlara aitmiş gibi hissetmişlerdi.
Wallander reklamı gördüğü gün pansiyona telefon etti ve mayısın ilk haftasından itibaren kalmak üzere kendisine bir oda ayırttı.
Aslen Polonyalı olan pansiyon sahibi kadın duldu, Wallander’i kendi hâline bıraktı. Bisikletini de ödünç verdi. Wallander her sabah uçsuz bucaksız kumsalda bisikletle gezmeye çıkıyordu. Çantasına öğle için bir paket yemek koyuyor ve gecenin geç saatlerine kadar odasına dönmüyordu. Pansiyon arkadaşları daha yaşlı kimselerdi, bazıları tek, bazılarıysa evliydi ve bir kütüphane kadar sessizdi. Neredeyse bir yıldır ilk defa bir güzel uyuyabildi ve içki alışkanlığının etkilerinin azaldığını hissetti.
Skagen’deki pansiyonda kaldığı süre boyunca üç mektup yazdı. İlki kız kardeşi Kristina içindi. Geçen yıl boyunca kız kardeşi sıklıkla arayıp hâlini hatırını sormuştu. Wallander kardeşinin ilgisinden etkilenmişti ancak kendisini neredeyse hiçbir zaman ona telefon etmeye ya da yazmaya ikna edememişti. Karayip Adaları’nda ayık olmadığı bir anda kardeşine göndermiş olabileceği karmakarışık bir kartpostalla ilgili belli belirsiz bir hatıra, durumu daha da kötüleştiriyordu. Kristina bundan hiç söz etmemiş, Wallander de bu konuyu asla sormamıştı. Sarhoş olduğu için kartpostalı yanlış adrese gönderdiğini ya da pul koymayı unuttuğunu umuyordu. Şimdiyse bir gece vakti yatakta oturmuş ve kız kardeşine yazmıştı, kâğıdı da çantasına koymuştu. Geçen yıl bir adamı öldürdüğünden beri peşini bırakmayan utanç ve suçluluk duygularını, içindeki boşluğu anlatmaya çalıştı. Hiç şüphesiz kendisini korumak için ateş etmişti, en saldırgan ve polislerden nefret eden gazeteciler bile onu ciddi anlamda eleştirmemişlerdi ama yine de üzerine binen suçluluk duygusundan hiç sıyrılamayacağını düşünüyordu. Tek umudu bir gün bununla yaşamayı öğrenebilmekti.
“Ruhumun bir parçasının yapay bir uzuvla yer değiştirdiğini hissediyorum,” diye yazdı. “Hâlâ ondan istediğim şekilde davranmıyor. Bazen en kötü olduğum anlarda ruhuma asla söz dinletemeyeceğimden korkuyorum, yine de ümitvar olmaktan tamamen vazgeçmedim.”
İkinci mektup Ystad Emniyet Müdürlüğü’ndeki iş arkadaşlarınaydı, bu mektubu Skagen postanesinin dışındaki kırmızı mektup kutusuna bıraktığı anda yazdıklarının çoğunun doğru olmadığını biliyordu fakat yine de mektubu göndermek zorunda kaldı. Arkadaşlarının geçen yaz aldıkları müzik seti için onlara teşekkür etti ve bunu daha önce yapmadığı için de kendisini affetmelerini rica etti. Bütün bunları elbette içtenlikle yazmıştı. Fakat mektubu bitirirken söylediği, yakında iyileşip işe dönmeyi umduğuna dair cümleler anlamsızdı, aslında tam tersi daha doğruydu.
Skagen’de kalırken yazdığı üçüncü mektup Baiba Lie-pa’yaydı. Baiba’ya geçen yıl boyunca yaklaşık iki ayda bir mektup yazmış, o da her defasında cevap göndermişti. Baiba’nın onun için bir koruyucu azize olduğunu düşünmeye başlamıştı ve Wallander’in onun için hissettiklerini bastırması için Baiba’nın cevap yazmayı bırakmasından korkuyordu. Ya da en azından böyle olduğunu sanıyordu. Çok uzun süren uyuşukluk süreci Wallander’i artık hiçbir şeyden tam olarak emin olamaz hâle getirmişti. Zaman zaman kumsalda ya da denizden gelen şiddetli soğuk rüzgârdan korunmak için kum tepeleri arasında oturduğunda, kısa da olsa zihninin berraklaştığı zamanlar oluyordu. Bazı zamanlarda ise her şey ona anlamsız görünüyordu. Baiba’yı Riga’da sadece birkaç günlüğüne tanımıştı. Baiba, Letonya polis teşkilatında yüzbaşıyken öldürülen kocası Karlis’e âşıktı. Tanrı aşkına, Baiba mesleğinin gerektirdiği şeyleri, alışılmadık bir biçimde olsa bile, yapmaktan başka bir şey yapmayan İsveçli bir polisi birdenbire neden sevsin ki? Fakat meselenin içyüzünü kavradığı anlardan uzaklaşması hiç zor olmuyordu. İçten içe, aslında sahip olmadığını bildiği bir şeyi kaybetme riskini göze alamıyordu. Çünkü Baiba, Baiba’nın hayali, Wallander’in son savunma hattıydı. Bu hayal sadece bir yanılsama olsa bile onu sonuna kadar koruyacaktı.
Pansiyonda on gün kaldı ve Ystad’a döndüğünde oraya mümkün olduğunca çabuk dönmeye çoktan karar vermişti. Temmuz ortasında tekrar pansiyondaki eski odasındaydı. Dul kadın yine bisikletini verdi ve Wallander günlerini deniz kenarında geçirmeye devam etti. İlk seferin aksine kumsal şimdi tatilcilerle doluydu. Gülen, oynayan ve suda eğlenen insanların arasında kendisini görünmeyen bir gölge gibi başıboş hissetti. İki denizin buluştuğu bu kumsalda, ıstırabından kurtulmak için bir yol bulmaya çalışırken, iç dünyasında olup bitenleri gözlemlemek için kendi kontrolünde, başkalarına görünmeyen bir alan oluşturmuş gibiydi. Doktoru, Skagen’e ilk ziyaretinden sonra onda bazı gelişmeler gözlemlemişti fakat daha iyiye doğru kesin bir değişim olduğunu söylemek için belirtiler henüz yeterince net değildi. Wallander bir yıldan fazladır kullandığı ve kendisini yorgun ve hâlsiz bırakan ilaçları bırakıp bırakamayacağını sormuştu fakat doktoru bir süre daha sabretmesini tavsiye etmişti.
Her sabah acaba yataktan kalkmaya gücü yetecek mi diye merak ediyordu, Skagen’deki pansiyonda kalırken bunu yapabilmek daha kolaydı. Geçen yıl yaşadığı kötü olayları unutabileceğini hissettiği anlar oluyordu ve bütün olup bitene rağmen bir geleceği olabileceğine dair hâlâ umut ışığı vardı.
Saatlerce kumsalda dolaştıktan sonra, yaşadıklarının arkasında gizlenen anlamı fark etmek için duraksıyor, taşıdığı yükten kurtulmanın, hatta belki tekrar polisliğe dönmenin, bir polis ve sağlıklı bir insan olma gücünü bulmanın yollarını arıyordu.
Bu tatil sürecinde bir gün opera dinlemeyi de bıraktı. Kumsalda yürüyüş yaparken sık sık küçük kasetçalarını yanına alırdı fakat bir gün operadan gına gelmiş gibi hissetti. O akşam pansiyona geri döndüğünde bütün opera kasetlerini bavuluna doldurdu ve bavulu da elbise dolabına kaldırdı. Ertesi gün bisikletle Skagen’e gidip daha önce neredeyse hiç duymadığı pop müzik sanatçılarının bazı albümlerini aldı. Onu en çok şaşırtan şey yıllarca kendisini ayakta tutan operayı artık özlememesiydi.
Hiçbir boşluğum kalmadı, diye düşünüyordu. İçimdeki her yer ağzına kadar doldu ve yakında duvarlar çatlayıp yıkılacak.
Ekim ortasında Skagen’e bir kez daha gitti. Bu defa hayatının geri kalanında ne yapacağı konusunu çözmeye kararlıydı. Doktoru Wallander’e iyi geldiği aşikâr olan pansiyona gitmesini tavsiye etmişti. Sağlığına yavaş yavaş kavuştuğuna ve depresyonun şiddetinin azaldığına dair belli belirsiz de olsa işaretler vardı. Doktoru aynı zamanda hasta mahremiyetini ihlal etmemeye özen göstererek Wallander’in şefi Björk’e onun işe geri dönmesi için şansı olabileceğini üstü kapalı olarak söyledi.
Böylece Wallander Danimarka’ya yeniden gitti ve kumsal gezintilerine devam etti. Sonbahar bitmek üzereydi, kumsal terk edilmiş gibi tenhaydı. Nadiren birileriyle