Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü. Samuel Johnson
olduğumuz şeylere daha kolay katlanabildiğimiz için… Belki kendimizi daha az saygı duyulan bir yaşta bulunca, başkalarına da daha az saygı duyduğumuz için… Belki de ölümün elinin son vermek üzere olduğunu bildiğimiz acıları pek ciddiye almadığımız için…
Zihni artık daha geniş ufuklara açılan Prens’in duyguları o kadar kolay durulmuyordu. Eskiden doğanın kendisine bahşetmiş olduğu hayatın uzunluğu karşısında dehşete düşerdi; çünkü bu uzun süreçte tahammül etmesi gereken çok şey olacağını düşünürdü. Oysa şimdi gençliğini coşkuyla kucaklıyordu; çünkü önünde pek çok şey yapabileceği uzun yıllar vardı.
Daha önce hiç aklından geçirmediği umut kıvılcımı, yanaklarındaki gençlik ateşini tutuşturmuş ve gözlerindeki ışıltıyı artırmıştı. Henüz neyi, nasıl yapacağını tam olarak kestiremese de bir şeyler yapma arzusuyla ateşlenmişti.
Artık hüzünlü değildi, topluluğa karışmaktan çekinmiyordu; ama kendisini yalnızca başkalarından saklayarak kullanabileceği gizli bir mutluluk hazinesinin efendisi farz ederek tüm eğlence planlarıyla ilgileniyor ve kendisinin çoktan usandığı durumdan başkalarının memnun olması için gayret gösteriyordu. Ama eğlenceler hayatın büyük kısmını doldurabilecek kadar çeşitlendirilip uzatılamaz. Hiç şüphesiz Rasselas da kasvetli düşüncelere gece gündüz zaman ayırabiliyordu. Hayatın yükü epey hafiflemişti. Eğlencelere hevesle katılıyordu; çünkü bu toplantılarda ne kadar sık görünürse amaçlarına ulaşmaya o kadar yaklaşıyordu. Odasına memnuniyetle dönüyordu; çünkü artık düşünecek bir şeyi vardı.
Rasselas’ın en büyük eğlencesi kendini hiç görmediği o dünyada hayal etmekti. Kendini çeşitli durumlarda düşünüyor, hayali zorluklarla mücadele ediyor, çılgın maceralara atılıyordu. Ama öylesine iyilikseverdi ki bu hayaller her defasında sıkıntıların aşılması, hilelerin ortaya çıkması, zulmün son bulması ve mutluluğun her yere yayılmasıyla noktalanıyordu.
Rasselas, hayatının yirmi ayını böyle geçirdi. Kendini hayali meselelere o denli kaptırdı ki gerçek yalnızlığını unuttu. Saat başı ileride karşılaşabileceği insani meselelere hazırlanırken, bu insanların arasına nasıl karışabileceğini düşünmeyi ihmal etti.
Bir gün dere kenarında otururken sahip olup olabileceği her şey hain bir âşık tarafından elinden alınan ve uğradığı zararın telafi edilmesi için adamın arkasından feryat eden kimsesiz bir kız gördü. Bu görüntü Rasselas’ta öyle bir etki uyandırdı ki genç kıza yardım etmek için atıldı. Yağmacıyı yakalamak için gerçek bir kovalamacaya girişti. Suçluluğun vermiş olduğu korku doğal olarak insanı hızlandırır. Rasselas tüm çabalarına rağmen kaçağı yakalayamadı; ama hızıyla geçemediği adamı en azından azmiyle yormak için dağların etekleri yolunu kesinceye kadar peşinden koşmaya devam etti.
İşte o noktada Rasselas kendine gelerek hiçbir işe yaramayan aceleciliğine gülmeye başladı. Sonra başını kaldırarak dağa baktı. “İşte!” dedi, “Hayattan zevk almamın ve erdemli biri olmamın önündeki kaçınılmaz engel, bir kez daha karşımdasın! Umutlarım ve isteklerim ne zamana kadar hayatımı dar eden bu sınırların ötesine uçup gidecek? Üstelik ben henüz onları aşmayı bile denemedim!”
Prens bu gerçek karşısında donup kalarak biraz düşünmek için oturdu. Bu hapishaneden kaçmaya karar verişinden bu yana, Dünya’nın Güneş’in etrafındaki yolculuğunu ikinci kez tamamladığı aklına geldi. Şimdi, daha önce hiç duymadığı kadar kuvvetli bir pişmanlık duyuyordu. Geçen bunca zaman içinde ne kadar çok şey yapılabileceğini düşündü; oysa geride kayda değer hiçbir şey bırakmamıştı. Yirmi ayı insan ömrüyle kıyasladı. “Yaşamı hesaplarken” dedi, “çocukluğun cahilliği ve yaşlılığın alıklığıyla geçen yılları saymamak gerekir. Düşünme yeteneğimizi kazanana kadar çok zaman harcıyoruz ve bir şeyler yapabilme gücümüzü de çok çabuk kaybediyoruz. İnsanın gerçek ömrü aşağı yukarı kırk yıl ve ben bunun yirmi dörtte birini hayallere dalarak harcadım. Bir şeyler kaybettiğim kesin, gerçi onlara sahip olduğumu şimdi fark ediyorum; fakat gelecek yirmi ayın güvencesini bana kim verebilir?”
Akılsızlığının farkına varmak Rasselas’ı derinden yaralamıştı, kendini toparlaması epey zaman alacaktı. “Ömrüm” dedi, “atalarımın suçları ya da budalalıkları ve ülkemin gülünç adetleriyle geçti. O yılları bıkkınlıkla hatırlıyor olsam da onlardan pişmanlık duymuyorum. Ama mutluluğa kavuşma planlarını kurmaya başladığım, o yeni umut ışığının ruhuma saplanmasından bu yana geçen aylar, benim kendi hatam yüzünden boşa gitti. Yeri doldurulamayacak bir şey kaybettim. Yirmi ay boyunca güneşin doğup batışını gördüm, aylak aylak cennetin ışığını izleyen biri gibiydim. Bu zaman içinde kuşlar annelerinin yuvasını terk etti ve kendilerini ormanlara, göklere emanet etti. Çocuklar sütten kesilip kendi başlarına ayakta durabilmek için yavaş yavaş kayalara tırmanmayı öğrendi. Bense hiç ilerleme kat edemedim, hâlâ beceriksiz ve cahilim. Ay, yirmiden fazla evreden geçerken bana hayatın akıp gittiğini hatırlatmaya çalışıyordu. Ayaklarımın dibinde akan nehir eylemsizliğimi yüzüme vuruyordu. Bense dünyanın vermeye çalıştığı bunca nasihate ve gezegenlerin anlatmaya çalıştığı şeylere kulak asmadan düşünsel bir ziyafet sofrasına oturup kaldım. Yirmi ay gelip geçti, şimdi onları kim geri getirecek?”
Rasselas’ın zihni bu acı verici düşüncelere takılıp kalmıştı, bunu izleyen dört ayı da aylak kararlarla zaman harcamama planları yaparak geçirdi. Bir gün porselen bir fincanı kıran hizmetçinin tamir edilemeyecek bir şey için pişman olmamak gerektiğini söylediğini duyunca artık daha çok çaba göstermesi gerektiğinin farkına vardı.
Aslında her şey apaçık ortadaydı, bunu şimdiye kadar fark edememiş olduğu için kendine kızıyordu. Oysa Rasselas, yararlı pek çok ipucunun şans eseri elde edildiğini ve çok başka konularla meşgul olan zihnin bazen tam önünde duran gerçekleri göremeyebileceğini bilmiyordu ya da hesaba katmıyordu. Birkaç saat boyunca pişmanlığından ötürü pişmanlık duydu; fakat sonrasında tüm zihnini Mutlu Vadi’den kaçış yolları bulmaya adadı.
5. Bölüm
Prens Kaçışını Tasarlıyor
Rasselas, hayal etmesi çok kolay olan şeyi gerçekleştirmenin hiç de kolay olmadığını şimdi anlamıştı. Etrafına baktığında kendini doğanın o âna dek hiç aşılmamış duvarlarıyla çevrelenmiş, bir kez geçenin asla geri dönemediği bir kapının ardına hapsolmuş halde buldu. Artık kafese kapatılmış bir kartal gibi sabırsızdı. Haftalar boyunca dağlara tırmanarak çalıların gizleyebileceği bir açıklık aradı ama tek bulduğu göz alabildiğine ulaşılmaz doruklar oldu. Demir kapıyı açmaktan ümidini kesmişti çünkü yalnızca zanaatın gücüyle korunmakla kalmıyor aynı zamanda nöbetçiler tarafından aralıksız gözleniyordu. Üstelik bu kapı, bütün vadi sakinlerinin daima dikkatini çekecek bir noktada yer alıyordu.
Böylelikle Prens, araştırmalarını göl sularının boşaldığı mağaraya yöneltti, güneşin mağara ağzını aydınlattığı bir vakit, aşağı doğru baktığında içerisinin kayalarla dolu olduğunu gördü. Dere dar geçitlere ayrılarak buradan akıp gidiyordu ama katı bir kütlenin bu kayalara takılmaması mümkün değildi. Cesareti kırılan ve morali bozulan Rassealas geri döndü. Ama artık umudun insana neler bahşettiğini öğrenmişti ve bunu yitirmeye hiç niyeti yoktu.
Nafile arayışlarla on ayını harcadı. Buna rağmen zaman keyifli geçiyordu. Her sabah yeni bir umutla uyanıyor, her akşam kendi gayretini takdir ediyor ve her gece yorgun argın uykuya dalıyordu. İş üzerindeyken aklını çelen ve dikkatini dağıtan binlerce şeyle karşılaştı. Hayvanların değişik içgüdülerinin, bitkilerin