Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü. Samuel Johnson
sıradan gelebilecek ama çocukluğundan beri yaşadığı bu esaret yüzünden yabancı kaldığı şeyler hakkında binlerce soru sordu. Şair onun cahilliğine acıdı; ama merakını da çok sevdi, birbirini izleyen günler boyunca yeni şeyler anlatıp öğreterek Prens’i eğlendirdi. Prens uykuyu bir zorunluluk olarak görmeye ve yeni zevkler vaat eden sabahları sabırsızlıkla beklemeye başladı.
Birlikte otururken Prens, Imlac’tan kendi geçmişinden bahsetmesini istedi. Nasıl bir talihsizlik sonucunda Mutlu Vadi’ye hapsolmuştu? Ya da ne tür bir sebepten dolayı hayatını buraya adamayı seçmişti? Imlac, öyküsüne başlayacakken Rasselas bir konsere çağrıldı, böylece Prens merakını akşama dek dizginlemek zorunda kaldı.
8. Bölüm
Imlac’ın Öyküsü
Kurak iklim bölgelerinde oyun ve eğlence için tek uygun vakit günün son saatleridir; bu yüzden müzik durup prensler dinlenmeye çekildiğinde gece yarısı olmuştu. Ancak ondan sonra Rasselas yoldaşını yanına çağırabildi ve hayat öyküsünü anlatmaya başlamasını istedi.
Imlac söze başladı: “Efendim, öyküm fazla uzun olmayacak. Bilgiye adanan bir ömür sessizce geçip gider, ayrıca öyle çok farklı olaylar da görmez. Bir bilim adamının işi halk içinde konuşmak, yalnız kalıp düşünmek, okuyup dinlemek, soru sormak ve cevaplar bulmaktan ibarettir. Korkuya ya da gösterişe kapılmadan dünyayı gezer durur da kendine benzeyen âlimler dışında ne tanıyanı ne de değer vereni olur.
Nil’in kaynağından çok uzak olmayan bir yerde, Goiama Krallığı’nda doğdum. Babam Africk’in içlerindeki ülkelerle Kızıl Deniz limanları arasında ticaret yapan zengin bir tüccardı. Dürüst, eli sıkı ve çalışkan bir adamdı ama acımasız ve dar görüşlüydü. Tek arzusu zengin olmak ve eyalet yöneticileri bu kazançtan pay istemesinler diye zenginliğini gizleyebilmekti.”
Prens araya girerek “Demek babam görevini ihmal etmiş, yoksa hükümdarlığı altında yaşayan biri, başkasının malını almaya nasıl cesaret eder?” dedi. “Kralların adaletsizliğe göz yummasının adaletsiz olmalarıyla aynı şey olduğunu bilmiyor mu? Eğer ben imparator olsaydım vatandaşlarıma en basit suçun bile cezasız kalmayacağını gösterirdim. Bana, bir tüccarın, iktidardakilerin açgözlülüğüne kaptırma korkusuyla namuslu kazancının tadını çıkarmaya cesaret edemediği söylenseydi, kan beynime sıçrardı. Bana halkı soyan o yöneticinin adını ver ki suçlarını imparatora bildireyim.”
Imlac “Efendim!” dedi. “Bu heyecanınız, gençliğin harekete geçirdiği erdemin doğal bir sonucu… Babanıza hak vereceğiniz ve belki yöneticiler hakkında söylenenlere tahammül edebileceğiniz zamanlar da gelecek. Zulüm, Habeşistan idaresinde sık rastlanan ya da göz yumulan bir durum değil; ama zalimliğin tamamıyla engellenebildiği bir yönetim şekline de henüz rastlanmadı. Bir otoriteye tabi olunması durumunda, bir taraf güç elde ederken diğer tarafa boyun eğmek düşer, güç denen şey insanoğlunun elinde olduğu müddetçe kimi zaman kötüye kullanılacaktır. Yüce bir hükümdarın itinalı yönetimiyle çok şey başarılır, ama bir o kadar şey de gözden kaçabilir. Tek bir kişinin işlenen tüm suçları bilmesi imkânsızdır ve o ancak bildiği suçları cezalandırabilecektir.”
Prens “İşte bunu anlamıyorum,” dedi. “Ama şimdi bunu tartışmaktan çok, seni dinlemeyi tercih ederim. Öyküye devam et.”
Imlac “Aslında,” diye devam etti; “babam yalnızca ticarette yetkin hale gelmemi sağlayacak kadar eğitim almamı istiyordu. Hafızamın ne kadar güçlü olduğunu ve söylenenleri ne kadar hızlı kavradığımı fark etmişti. Sık sık, bir gün Habeşistan’ın en zengin adamı olacağımı umut ettiğini söylerdi.”
Prens, “Baban neden servetini artırmak istiyordu ki?” diye sordu. “Zaten göstermeye ya da tadını çıkarmaya cesaret edebileceğinden çok daha fazlasına sahipmiş. Senin dürüstlüğünden şüphe ettiğimden değil; ama anlattıklarındaki tutarsızlık ikisinin birden doğru olamayacağını gösteriyor.”
Imlac, “Birbiriyle tutarsız olan şeylerin ikisi aynı anda doğru olamaz,” diye cevap verdi. “Ama söz konusu insan olduğunda iki durum da doğru olabilir. Değişkenlik, tutarsızlık değildir. Belki de babam daha güvenli zamanların gelmesini bekliyordu. Üstelik yaşamı canlı tutmak için biraz arzu lazımdır ve gerçek istekleri karşılanmış bir insanın böyle hayali olanlara yönelmesi iyidir.”
Prens, “Bunu bir ölçüde anlayabiliyorum. Sözünü kestiğim için üzgünüm, lütfen devam et,” dedi.
Imlac, anlatmaya devam etti: “Babam beni bu umutla okula gönderdi; ama ben bir kez bilginin tadını alıp zekânın ve keşfetmenin hazzına varınca içten içe zenginleri küçümsemeye başladım. Ve kaba düşünceleri bende acıma duygusu uyandıran babamın niyetini altüst etmeye karar verdim. Babamın şefkati beni yolculuğun zahmetiyle yüz yüze getirdiğinde yirmi yaşındaydım ve o zamana dek birçok ustadan anavatanımın edebiyatı üzerine iyi bir eğitim almıştım. Geçen her saat bana yeni şeyler öğretirken durmaksızın akıp giden bir tatmin hissiyle yaşıyordum. Ama yetişkinliğe doğru ilerlediğim bu yolda eskiden öğretmenlerime duyduğum saygının çoğunu yitirmeye başlamıştım; çünkü artık dersler bittiğinde onların sıradan insanlardan daha iyi ya da daha bilge olduğunu düşünmüyordum.
En sonunda babam ticarete atılmam gerektiğine karar verdi, yeraltındaki hazinelerinden birini açtı ve bana on bin altın verdi. ‘İşte bu sermayeyle alım satım yapacaksın, genç adam!’ dedi, ‘Ben bunun beşte birinden daha azıyla işe başlamıştım. Çaba ve tutumluluk sayesinde sermayemin nasıl arttığını gördün. Bunları harcamak da katlamak da sana kalmış. Eğer gaflete ya da şımarıklığa kapılıp elindekini çarçur edersen, zengin olmak için ölümümü beklemek zorunda kalırsın. Ama dört yıl içinde servetini ikiye katlayacak olursan, baba-oğul ilişkisini bir kenara bırakarak iki arkadaş ve ortak gibi birlikte yaşarız. Çünkü benimle eşit olmak isteyen kişinin zenginliğini büyütme hususunda benim kadar hünerli olması gerekir.’
Böylelikle paramızı ucuz mal balyalarının arasına saklayarak develere yükledik ve Kızıl Deniz kıyısına doğru yola çıktık. Gözlerim engin sularla buluştuğunda kalbim hapisten kaçmış bir mahkûmunki gibi atmaya başladı. Zihnimde söndürülemeyen bir merak alevlendi. Bu fırsatı diğer milletlerin geleneklerini görmek ve Habeşistan’da bilinmeyen bilim dallarını öğrenmek için kullanmalıydım.
Aklıma babamın beni sermayemi çoğaltmaya mecbur bırakması geldi. Bu, tutmak zorunda olduğum bir söz değil, karşılığında bedel ödemem gereken bir seçimdi. Bu yüzden daha çok arzu ettiğim şeyi tatmin etmeye ve bilgi pınarlarından içerek merak susuzluğumu gidermeye karar verdim.
Babamla olan bağlantımı kullanmadan ticaret yapmak zorunda olsam da bir geminin kaptanıyla tanışmak ve beni başka bir ülkeye geçebilecek gemi bulmak kolay oldu. Yolculuğumun rotasını tayin etme gibi bir niyetim yoktu. Daha önce görmediğim bir ülkede gezecek olmak bana yetiyordu. Böylece babama niyetimi açıklayan bir mektup bırakarak Surat’a doğru yola çıkan gemiye bindim.”
9. Bölüm
Imlac’ın Öyküsü Devam Ediyor
“İlk kez suların dünyasına girip karayı gözden kaybettiğimde etrafıma mutlulukla karışık bir korkuyla baktım ve ruhumun sınırsız ihtimaller karşısında genişlediğini hissettim. Bu manzarayı hiç bıkmadan sonsuza dek izleyebileceğimi düşündüm. Ama çok geçmeden bu tekdüzeliği izlemekten sıkıldım, nereye baksam karşıma daha önce görmüş olduğum başka bir şey çıkıyordu. Sonra gemiyle ilgilenmeye başladım, bir an için acaba gelecekteki bütün mutluluklarım da bunun gibi bıkkınlık ve hayal kırıklığıyla mı sonlanacak diye endişelendim.