Sanşiro. Natsume Soseki

Sanşiro - Natsume Soseki


Скачать книгу
mühim olan inançtır. Eminim kocan sağdır ve çalışıyordur. Biraz beklersen mutlaka sana geri gelir…” Amca böyle şeyler söyleyerek kadına teselli verdi. Nihayet tren durduğunda amca, kadına: “Kendinize iyi bakın,” diyerek keyifli bir tavırla çıkıp gitti.

      Amcayla beraber trenden dört kişi indiği halde, vagona sadece bir yolcu bindi. Zaten kalabalık olmayan vagon, artık göze iyice ıssız gelmeye başlamıştı. Belki de bunun sebebi, havanın kararmakta oluşuydu. Bir istasyon işçisi ayaklarıyla pat pat sesler çıkararak trenin üstünde yürüyor, taşıdığı yanan gaz lambalarını tepeden tavandaki bölmelere sokuyordu. Sanşiro, sanki açlığını anımsamışçasına, istasyondan satın aldığı yemeği yemeye başladı.

      Tren hareket edeli herhalde iki dakika geçmişti ki, malum kadın ansızın ayağa kalktı ve Sanşiro’nun yanından geçip kompartımandan çıktı. Kadın yanından geçerken, giydiği kuşağın rengi Sanşiro’nun dikkatini çekti. Sanşiro, buğulanmış bir tatlıbalığın kafasını çiğneye çiğneye kadının ardından baktı. Herhalde tuvalete gitmiştir diye düşünerek iştahla yemeyi sürdürdü.

      Kadın nihayet geri döndü. Sanşiro, şimdi kadını tam karşıdan görebilmişti. Genç adam yemeğini bitirmek üzereydi. Yemeğine eğilip yemek çubuklarını olanca hızıyla hareket ettirdi, ağzını iki üç kez yemekle doldurdu; ama galiba kadın, halen önceki koltuğuna dönmemişti. Sanşiro, “Acaba?” diye düşünerek kafasını kaldırdığında, kadını tam karşısında dururken buldu. Fakat Sanşiro gözlerini kaldırır kaldırmaz, kadın hareket etti. Sanşiro’nun yanından geçip deminki koltuğuna döneceğine dosdoğru yürüdü, yana doğru ilerleyip pencereden başını çıkardı, sessizce dışarıyı seyretmeye başladı. Sanşiro, sert rüzgârın kadının yüzüne çarpıp yanaklarına inen saçlarını uçurduğunu görüyordu. O zaman Sanşiro, boşalttığı yemek kutusunu var gücüyle pencereden dışarı attı. Kadının penceresi, Sanşiro’nun penceresine bitişikti. Rüzgârın tersine doğru attığı yemek kutusunun kapağı beyaz bir gölge halinde savrulunca, Sanşiro dangalaklık yaptığını fark edip kadının yüzüne baktı. Kadının yüzü, ne yazık ki trenin dışındaydı. Sonra kadın sessizce boynunu içeri çekti ve Hint kumaşı bir mendille, usulca alnını silmeye başladı. Sanşiro, özür dilesem iyi olacak herhalde diye düşündü.

      “Affedersiniz,” dedi.

      Kadın, “Önemi yok,” diye cevap verdi. Halen yüzünü siliyordu. Sanşiro, ne diyeceğini bilemeyerek sustu. Kadın da suskunlaşmıştı. Sonra, boynunu yine pencereden dışarı uzattı. Üç dört yolcunun her birinin suratları, lambanın ölgün ışığı altında aptal gibi görünüyordu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Yalnızca tren, dehşetli gürültüler çıkara çıkara yola devam ediyordu. Sanşiro gözlerini yumdu.

      Bir süre sonra kadının “Nagoya’ya yakında varırız herhalde,” diyen sesini duydu. Gözlerini açtı; kadın çoktan pencere başından ayrılmış, eğilmiş ve yüzünü Sanşiro’ya yaklaştırmıştı. Sanşiro şaşaladı.

      “Herhalde,” dedi ama ömründe ilk defa Tokyo’ya gidiyordu ve yollar hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

      “Tren biraz rötar mı yaptı dersiniz?”

      “Yapmış herhalde.”

      “Siz de mi Nagoya’da ineceksiniz?”

      “Evet, ineceğim.”

      Bu tren, son durağı Nagoya olan bir trendi. Sohbet ise son derece klişe bir sohbetti. Kadın Sanşiro’nun çaprazına henüz oturmuştu ki, sohbet kesildi. Ve yine, trenin gürültüsünden başka ses duyulmaz oldu.

      Tren sonraki istasyonda durduğunda, kadın Sanşiro’ya, “Zahmet vermek istemem ama Nagoya’ya vardığımızda kalacağınız yere kadar sizinle geleceğim,” dedi. Tek başına olmaktan korktuğunu söyleyip ısrar etti. Sanşiro, bence sakıncası yok diye düşündü. Ama bu talebi kabul etmeye çok da hevesli değildi. Ne de olsa bu, tanımadığı bir kadındı. Sanşiro biraz tereddüt etti etmesine ama reddedecek cesareti de kendinde bulamadı. Nihayet, “Eh pekâlâ,” gibisinden yarım ağızla cevap verdi. Dakikalar geçti ve tren Nagoya’ya ulaştı.

      Eşyalarının çoğunu Şinbaşi’ye9 kargo servisiyle göndermişti, o bakımdan sıkıntısı yoktu. Sanşiro, bilet gişesinden geçerken sadece, hafif bir kanvas çanta ve bir şemsiye taşıyordu. Kafasına lise yıllarından kalma şapkasını takmıştı. Yalnız, mezun olmanın şerefine okul amblemini şapkadan söküp çıkarmıştı. Gün ışığında bakınca, amblemin söküldüğü yerin renginin şapkanın kalanından biraz farklı olduğu seçiliyordu. Kadın peşinden geliyordu. O an Sanşiro, şapkasından biraz utandı. Ama kadın peşine takılmıştı bir defa, iş işten geçmişti. Elbette, kadının gözüne bu şapka sadece pis bir paçavra gibi görünecekti.

      İstasyona saat dokuz buçukta varması gereken tren yaklaşık kırk dakika rötar yaptığı için, saat onu çoktan geçmişti. Buna rağmen, sıcak mevsimde olmaları sayesinde, kent sokakları sanki akşam vaktiymişçesine canlıydı. Konukevi desen, istasyondan çıkar çıkmaz iki üç tanesine rastlamışlardı. Ama bu konukevleri Sanşiro’nun gözüne fazla lüks göründü. Elektrik lambaları olan üç katlı binaların önünden kayıtsızca yürüyüp geçti. Elbette, hiç tanımadığı bir yerde bulunduğundan nereye gideceğini bilemiyordu. Sadece, karanlık sokaklara doğru yürüdü. Kadın da, hiç söz etmeden peşinden geldi. Sonunda nispeten ıssız bir sokağa geldiler, bir köşeyi dönünce iki bina ileride, üzerinde “Pansiyon” yazan bir tabela gördüler. Bu Sanşiro’nun da, kadının da beğeneceği kadar kirli bir tabelaydı. Sanşiro dönüp kadına kısaca “Sizce nasıl?” diye sordu; kadın da “Fena değil,” deyince dosdoğru tabelaya doğru gittiler. Kapıda, evli olmayan çiftleri kabul etmiyoruz diye reddedilmeyi beklerken “Ooo, hoş gelmişsiniz, lütfen buyrun, odanız Erik 410 numaradır,” diye karşılandılar ve cevap vermeye bile fırsat bulamadan, 4 numaralı odaya götürüldüler.

      Hizmetçi onlara çay getirene kadar, ikisi sessizce karşılıklı oturdu. Hizmetçi çay getirip banyonuz hazır dediği zaman Sanşiro “Bu hanım eşim değildir,” diyecek cesareti bulamayacağını anladı. El havlusunu ensesine atıp “Önce ben gireyim,” diyerek banyonun yolunu tuttu. Banyo, koridordan dümdüz gidince, tuvaletin hemen yanındaydı. Loş bir yerdi ve Sanşiro’ya hayli pis görünmüştü. Sanşiro, kimonosunu çıkarıp küvete atladı ve biraz düşündü. Eliyle suları sıçratarak “Amma acayip bir hale düştük,” diye mırıldandığında koridordan ayak sesleri geldi. Birisi tuvalete girmişti. Sonra o kişi tuvaletten çıktı. Ellerini yıkadı. Elini yıkaması bitince, gelip banyonun kapısını biraz araladı. Girişten malum kadının sesi geldi: “Banyonuza biraz daha su dökeyim mi?” Sanşiro yüksek sesle, “Hayır, kâfidir,” diye cevapladı. Fakat kadın gitmedi. Onun yerine banyoya girdi. Kuşağını çözdü. Sanşiro’yla beraber banyoya girmeye niyetliydi galiba. Hiç de utangaç bir hali yoktu. Sanşiro derhal küvvetten fırladı. Vücudunu gelişigüzel kurulayıp odasına döndü. Yer minderine oturdu, kalbi hâlâ güm güm atıyordu. Hizmetçi, o sırada otel defteriyle çıkageldi.

      Sanşiro otel defterini aldı, dürüstçe “Fukuoka vilayeti Miyagu bölgesi Masaki köyünden Ogawa Sanşiro, 2311 yaşında, öğrenci” diye yazdı ama sıra kadının bilgilerini yazmaya gelince ne yapacağını bilemedi. “Keşke kadın banyodan gelene kadar bekleselerdi,” diye düşündü, ama esef etmek faydasızdı. Hizmetçi defteri almayı bekliyordu. Mecburen, deftere “Aynı vilayet aynı bölge aynı köy,


Скачать книгу

<p>9</p>

Kelime anlamıyla “Yeniköprü”, o yıllarda Tokyo’nun kalbi sayılan mahalle. (ç.n.)

<p>10</p>

Japon konukevlerinde birinci sınıf odalara Çam, ikinci sınıf odalara Bambu, üçüncü sınıf odalara Erik denirdi. (ç.n.)

<p>11</p>

Aslında 21 veya 22 yaşında. Eski Japon hesabına göre insan yeni yaşına doğum gününde değil, yılbaşında girerdi. Yaşlar sıfırdan değil, birden başlanarak sayılırdı. Aralık’ta doğmuş bebek, Ocak’ta iki yaşına basmış sayılıyordu. Lise eğitimi 5 yıldı ve 21, üniversiteye girmek için olağan yaştı. (ç.n.)