Keloğlan Masalları. Неизвестный автор
benim her şeyi bildiğimi görünce “Aman benim kayıp mallarımı bul!” dedi.
“Sen bu akşam bütün arkadaşlarını evine çağır. Kardeşimi evlendiriyoruz, geliniz, dersin. Tam kırk kişi olsunlar. Sonra eve gelince meselenin doğrusunu söylersin.” dedim.
O akşam efsuncunun kırk arkadaşı en yeni elbiselerini giyinip geldiler. Efsuncubaşı meselenin aslını anlattı. Biraz sonra koltuğumda büyük bir kitapla eve girdim.
“Kırk hasır hazırlayın.” dedim. “Ben okudukça siz soyunacaksınız. Her bismillahta bir, arkanızdan bir şey atacaksınız. Nihayet çırılçıplak kalınca hasırlara sarınırsınız. Ben gene okuyacağım, âmin deyince çıkarsınız. Sakın âmin demeden hasırlardan çıkmayın.”
Okumaya başladım. Her bismillahta adamlar arkalarından bir şey çıkarıp yerdeki çarşafın üstüne atıyorlardı. Nihayet son bismillahta çırılçıplak kalınca hasırlara büründüler. Hemen çarşafı toplayıp sırtladığım gibi kapıların üzerine tekrar “Sen efsuncubaşıysan ben de Keloğlan’ım. Bak sana daha neler yapacağım!” diye yazıp gittim. Şimdi adamlar beklediler, baktılar ki âmin diyen yok nihayet içlerinden biri:
“Yahu! Ben dayanamıyorum çıkacağım!” dedi.
Bir de başını çıkarıp baksın ki ne hoca var ne elbiseleri. “Eyvah! Mahvolduk!” diye bağrıştılar. Bu iş valinin kulağına gitti. “Şu Keloğlan’ı görmek istiyorum.” dedi; fakat nereden bulunacaktı? İçlerinden biri, “Bir deve süsleyip sokağa bırakalım.” dedi. “Bunu Keloğlan alır. Eğer devenin arkasına bir gözcü koyarsak onu buluruz.” Bir deve süsleyip şehrin içine bıraktılar. Arkasına da bir gözcü koydular fakat ben gözcünün gözlerine bir avuç kül serptim. Zavallı adam, gözlerini ovuştururken deveyi alıp götürdüm.
Bunun sonucunda daha önce deveyi şehre salıvermeyi akıl eden adam:
“Bu sefer bir tellal çıkaralım. ‘Vali hastadır. Deve pastırması istiyor.’ diyelim.” dedi. “Herhâlde Keloğlan bu deveyi pastırma yapmıştır. Hangi evden deve pastırması verilirse tellal üzerine işaret koysun!”
Ertesi günü bir tellal çıkıp bağırdı:
“Vali rahatsızdır. Kimde bir parça deve pastırması varsa versin, karşılığı verilecektir.”
Ben kahvede olduğumdan ihtiyar kadın:
“Bir parça deve pastırmasından ne çıkar? Sevaptır vereyim gitsin.” demiş. Tellal pastırmayı alınca evin kapısına kırmızı bir işaret koymuş. Ben kahvede tellalın bağırdığını duyunca “Sakın bizim kocakarı pastırma vermesin!” diye koşa koşa eve geldim. Bir de baktım ki kapının üzerinde kırmızı işaret var. Yapılan kurnazlığı anladım. Bütün o sokaktaki kapıların üstüne aynı işareti koydum.
Bu hile de bir sonuç vermeyince vali başka bir tellal çıkardı:
“Bu Keloğlan kimse meydana çıksın, faydam dokunur zararım dokunmaz!”
“Teyze....” dedim. “Senin eski kocan, kestiği ördeklerin tüylerini ne yapardı?”
“Yastık yapardı.”
“Getir o yastıkları. Bakkaldan iki okka da bal al, bir de büyük zembil bul.”
Çırılçıplak soyunup bal süründükten sonra yastıkların içindeki tüylerin üzerinde yuvarlandım. Başıma çıngıraklı bir külah geçirdim. Sırtıma bir zembil aldım. Doğru efsuncubaşının evine gittim. Zavallı adam kederinden hasta olmuş yatıyordu; kapıyı çaldım.
“Kim o?” dediler.
“Açın, Azrail geldi. Beyefendinin canını alacağım.”
Uşaklar korkudan kaçıştılar. Efsuncubaşının yanına gittim.
“Sen kimsin? Ne istiyorsun?” dedi.
“Azrailim, canını alacağım.” dedim.
Sonra tuttuğum gibi onu zembile tıkarak doğru valinin konağına gittim. Beni tüylü tüylü ve başımda bir çıngırak ile gören valinin adamları kaçışıyorlardı. Orada da:
“Azrailim, vali hasta imiş, canını almaya, geldim.” dedim.
Vali bu sözümü duyunca işi anlayıp gülerek:
“Bırakın gelsin!” demiş.
Valinin yanına çıkıp selam verdim.
“Sen kimsin?” dedi.
“Azrailim, canınızı alacağım.” dedim.
Gülerek “Efsuncubaşı nerede?” dedi.
“Bağırın, cevap verir.” dedim.
Vali bağırdı: “Ey efsuncu, neredesin?”
Efsuncubaşı korkudan titreyerek zembilden başını çıkardı:
“Buradayım efendim.”
“Seni efsuncubaşılıktan azlettim. Yerine Keloğlan’ı tayin ettim, yıkıl karşımdan!”
(Keloğlan’ın anlattıkları burada bitti. Şimdi onun macerasını anlatmaya biz devam edelim.)
Köyünden akılsız olarak çıkan, kısa zaman içinde kurnaz bir delikanlı kesilen Keloğlan, valinin yanında uzun müddet kalmadı. Yeni bir maceraya atılma hevesine kapıldı. Evinde yatıp kalktığı kocakarıya:
“Ana....” dedi. “Ben başımı alıp gideceğim; hakkını helal et çünkü kendime münasip bir kız arayacağım. Bulursam derhâl evleneceğim. Bulamazsam ne yapacağımı ben bilirim.”
Ev sahibi, kendisine çok yardımı dokunan Keloğlan’ın gitmesini hiç arzu etmiyordu fakat onu yolundan alıkoymak elinde değildi.
“Ah evladım!” dedi. “Gitmesen çok iyi olurdu. Sen kararını verdikten sonra, yolun açık olsun demekten başka elimden ne gelir? Eğer beni unutmayacağına söz verirsen sana bir tılsım öğreteceğim. Bu tılsım sayesinde bütün canlı mahlukları birbirine yapıştırabilirsin.”
Keloğlan sevinerek “Çabuk söyle ana, zira bu tılsım benim çok işime yarar.” dedi.
Kocakarı, koynundan mavi bir boncuk çıkarıp Keloğlan’a uzattı:
“Bu boncuğu al, başın dara düşünce dudaklarına sürdükten sonra üç kere ‘yapışın’ veya ‘ayrılın’ diye bağır. Yapışın dediğin zaman yapıştırmak istediğin mahluklar yapışırlar; ayrılın dediğin zaman ise ayrılırlar.”
Keloğlan, mavi boncuğu alır almaz yola çıktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Nihayet bağ ve bahçeleri bol bir kasabaya ulaştı. İlk defa karşılaştığı güzel bir kıza âşık oldu.
“Beni buraya kısmetim çekip getirmiş.” dedi ve kızın peşine takıldı. On dakika kadar ilerledikten sonra kız büyük bir bahçe kapısından içeri daldı; arkasından da Keloğlan. Bahçenin ortasındaki köşke giren kızın çıkmasını beklemek üzere çiçeklerin arasına saklandı.
Köşkün öte tarafında bir sürü kaz ve ördeğin dolaştığını gördü. O tarafa gitti; koynundan mavi boncuğu çıkardı. Dudaklarına sürdükten sonra “Yapışın!” diye bağırdı. Kazlarla ördekler hemen birbirlerine yapıştılar. Tılsımlı boncuğu veren kocakarının yalan söylemediğine bu şekilde kanaat getiren Keloğlan, son derece memnun oldu.
Meğer o bahçe, kasabanın en zengin adamına aitmiş. Bu adam, kaz ve ördek meraklısı imiş.
Biraz sonra gelip onları yapışmış bir hâlde görünce şaşıp kaldı. Bir de baktı ki ilerideki ağaçlardan