Devlet. Платон
bir devlete atfetmekte güçlük çekmemize rağmen en iyi kuralı kesinlikle, ilkel tarih fikirlerini kendi iyi hükûmet fikirleriyle bağdaştıran filozofların arzusuydu. Platon, sonrasında, devletinin yöneticilerine birtakım testler uygulamada ısrarcı olur. Bu testlerle, belirlenmiş standartlara uymayanlar ya hükûmet görevinden alınır ya da hükûmete girmesine izin verilmez. Ve bu “akademik” disiplin bir noktaya kadar Yunan devletlerinde, özellikle Sparta’da başarılı oldu. Aynı zamanda, eski zamanların büyük bir kısmında varlığını sürdüren ama hiçbir şekilde Avrupa dünyasında var olmamış kast sisteminin, liyakat hatrına zaman zaman kenara kaldırılması gerektiğini belirtir. İnsan ırkının büyük kısmının toplum düzenine yapılan müdahalelere ne kadar derinlemesine alındığının farkındadır ve bu yüzden alışılmışın dışındaki yeni fikrini, kendisinin “korkunç kurgu” dediği bir biçimde sunar. (Beşinci kitaptaki “iki büyük dalga” için yapılan hazırlık töreniyle kıyaslayınız.) İki prensip gösterilir; ilki, bireyden önceki durumlara bağlı olan bir sınıf farkı olduğu ve ikincisi, bu farkın kişisel özellikler sayesinde kırıldığı veya kırılmak durumunda olduğudur. “Fenike hikâyesi”ni kendi fikirleri için bir araç yaparak Homeros’un şiirleri gibi mitolojiyi kendi devletinin ihtiyaçlarına uyarlar. Her Yunan devletinde kendi kökenine ilişkin bir efsane vardı. Platon’un devletinin de fanî insanoğluna ait bir hikâyesi olabilir. Hikâyenin ve Yunan geleneğinin paralelliğinin anlatımındaki ciddiyet ve doğruluk payı, “korkunç yalanın” yeterli bir doğrulamasıdır. Eski şiir, birbirini takip eden altın, gümüş, pirinç ve demir çağlarından söz eder ama Platon, bu birbirinden farklı insan doğalarının hep birlikte tek bir devlette mevcut bulunduğunu varsayar. Mitoloji, bir dersin öğretilmesi için bir figür görevi görür (Protagoras’ın dediği gibi, “Efsaneler daha ilgi çekicidir.”) ve Platon’un detaylara inmeden yeni prensiplere de değinmesine olanak sağlar. Bu bölümde genel doğruyu belli eder ama hangi adımlarla sınıf değişikliğinin gerçekleştiğini anlatmaz. Cidden, Devlet’in her yerinde düşük sınıfların gözden kaybolmasına izin verir. Bu insanların silah taşımak için mi var olduğunu veya beşinci kitapta mülke ve evliliğe ilişkin komünist düzenlemelerde yer alıp almadığını bilmiyoruz. Birkaç tesadüfi kelimeden, Platon’un sessizliğinden yola çıkarak veya onun görüşünün ötesinde sonuçlar çıkararak tam olarak bir şey öne sürmek gereksizdir. Aristo, düşük sınıfların durumları hakkındaki eleştirisinde, şiirsel yaratılışın “hava gibi, dayanıklı” olduğunu ve mantığının oklarıyla delinmeyeceğinin farkına varamaz. (Pol.)
6. Günümüz okurunu en üst derecede fantastik ve kusursuz gibi vuran, ona birçok derin düşünce getiren iki çelişki, Devlet’in üçüncü kitabında bulunabilir. İlki, müziğin müthiş gücü. Bu güç, sanat ve bilimin bu kadar ilerlediği, melodi ile ahengin sırrını bulduğu bu çağdaş devirde bizim deneyimlediğimiz etkiden çok daha fazladır. İkincisi, ruhun beden üzerinde kurması gereken belirsiz ve neredeyse mutlak kontroldür.
İlkinde bir nebze abartıdan şüpheleniyoruz, günümüzde bilinmeyen belirli sanat dallarının uzmanlığında gözlemlediğimiz gibi. Yalnızca bir grup insan tarafından hissedilen bu doğal şevk ile Platon’a, Aristo’nun yabancı olduğu, sayılara ve sayısal orana duyulan bir tür Pisagorsal hürmetin karıştığı görülür. Ses aralıkları ve sayıları ona göre, duyu değişimlerine bağlı olmayan ve kendi yasaları olan kutsal şeylerdir. Duyunun da üstünde yükselir ve idealar dünyasıyla bir bağlantı işlevi görür. Fakat Platon’un kendisine gerçek durum gibi görünen şeyi anlattığı barizdir. Sade ve karakteristik bir melodinin Yunanların duyarlı zihinleri üzerindeki gücü, bizim kolayca takdir edebileceğimizden fazlasıdır. Ulusun kulağının etkisi onunla bir kıyas ortaya çıkarabilir. Ve bütün bunların yanında, müzikal notaların ahengi ve ruhla bedenin uyumu arasında bir kafa karışıklığı vardır. Ki bu da muhtemelen onlardan dolayıdır.
İkinci çelişki bazı merak uyandırıcı ve ilginç sorulara yol açar: Zihin vücudu nereye kadar kontrol edebilir? Bu ikisinin arasındaki ilişki ortak düşmanlık mı ortak uyum mudur? İkisi bir midir ayrı mıdır ve biri diğerinin nedeni midir? Bazı zamanlar ikisi arasındaki zıtlaşmayı ve bize pek tanıdık olmayan ama yine de güçlükle kesin bir anlam taşıyan onları tanımlama yöntemimizi bırakabilir ve kompozit bir varlık olan insanı daha basit bir şekilde inceleyebilir miyiz? İnsanlarda kesin çizgilerle ayrılmamış, kimi zaman çatlayan ve birbiriyle kavgaya hazırlanan daha ileri ve daha alçak prensipler olduğunu bir nebze kabul edebilir miyiz? Ya da yine, ya bilinçsiz şekilde sıradan iş yaşamında ya da soylu bir amaç ve bilinçli şekilde çaba olmadan elde edilmek için düşünce ve sinirleri gerildiği için uzlaşıp birlikte hareket ederler. Ve sonra vücut, zihnin iyi bir arkadaşı, dostu ya da kölesi, bir vasıtası oluverir. Ve zihin çoğu zaman, müthiş ve neredeyse insanüstü olan hastalık ile güçsüzlüğü geçirme ve gizli bir gücü ortaya çıkarma gücüne sahiptir. Mantık ve arzular, zihin ve duyular, uyum ve itaat ile bir araya gelip tek bir insanı oluştururlar. Asla ayrılmaz ve bir araya gelmezler. Eğilimlerinin özdeşlikleri veya çeşitlilikleri ile yaptıkları işlemler büyük çoğunlukla bizim tarafımızdan fark edilmez. Zihin, arzular yoluyla bedene değdiğinde birbirlerine olan sorumluluklarını kabul ederiz. İçimizden bir ses “İç.” derken başka bir ses “İçme; sana iyi gelmeyecek.” der. Hepimiz biliriz ki haklı olan üstün gelir. Bu alana kontrolümüz dışında olan bazı ihtiyaç unsurları girmesine rağmen sağlığımızdan sorumluyuz. Kendimize çok yüklenmezsek ve bütün insan özgürlüğünün doğanın, zihnin yasaları ile kısıtlandığını idrak edersek yıllarca devam eden sağlığın, bakımın ve düşüncenin yönetiminde bile bizi neredeyse kendi işlerimizde yetkili kılabilir.
Platon’un kendi döneminde yaygın olan tıp uygulamalarında devam ettirdiği genel kınamada diyetin etkilerini küçümsediğini görmekten hayal kırıklığı duyarız. Kesin tedavisi olan ve belirli özelliklere sahip hastalıklar almayı isterdi. Hayat uğraşı ile çatışan sakatlıktan korkar. Zamanın hem zihinsel hem bedensel hastalıkları iyileştirdiğinin, aşamalı ve ufak ufak ilerleyen tedavilerin ani sonuçlar verenlerden daha güvenli olduğunun farkına varmaz. Zihnin vücudu yeme içmenin yaptığından veya irade özgürlüğünün daha doğru, basitçe ileri sürüleceği herhangi bir diğer davranış ya da durumun daha fazla etkileyebileceğini de görmez.
7. Daha az önemli biçim konuları şöyle gösterilebilir.
(1) Platon’un şakaya vurduğunu ifade etme biçimi olan müziğin taklitçi cahilliği.
(2) Burada da ikinci kitaptaki gibi devletin yapısıyla devam ettirdiği belli belirsiz tavır.
(3) Devletin bazen gerçeklik olarak, sonra yine yalnızca hayalî bir çalışma olarak betimlenmesi; bunlar okuyucunun ilgisini sürdürmeye yönelik sanatlardır.
(4) Bağlantılar veya onuncu kitapta ozanların tamamen gözden çıkarılmasına hazırlık.
(5) Davaseverin rehber resimleri, Phocylides’in özdeyişiyle ilgili satirik espri, altın ve gümüş vatandaşların görüntüsünün konuya dâhil oluş biçimleri ve Asklepios’un uygulamasından çıkan tartışma gözden kaçmamalıdır.
DÖRDÜNCÜ KİTAP
Adeimantos, “Bir insanın, senin vatandaşlarını sefil ettiğini ve kendi özgür iradeleriyle bunu yaptırdığını söylediğini düşün. Onlar şehrin efendileri ama yine de diğer insanlar gibi toprak, ev veya para sahibi olmak yerine paralı askerler olarak yaşadıklarını ve her zaman artmakta olan yönetici olduklarını düşün.” dedi. Şunu da ekleyebilirsin, dedim; ücret değil sadece yiyecek aldıklarını ve bir seyahat veya bir eşe harcayacak paraları olmadığını. “Öyleyse ne cevap veriyorsun?” Cevabım, yöneticilerimizin en mutlu insanlar olmak durumunda kalmamalarıdır. Uzun vadede öyle olduklarını bulmak beni şaşırtmamalı.