Devlet. Платон
bu görev, devletin bir ayrıcalığı olarak kalmalıdır. Sokaktaki adam, yöneticiye, bir hastanın doktoruna veya bir denizcinin kaptanına söyleyeceğinden fazla yalan söylememelidir.
Daha sonra, gençlerimiz ölçülü olmalıdır ve ölçülülük özkontrol ve otoriteye itaatten oluşur. Bu dersi Homeros birkaç yerde öğretir: “Achaealılar nefes alan yiğitliklerine, liderlerinin sessiz korkularıyla ilerlediler.” Ama diğer yerlerde pek farklı bir ders vardır: “Ey bir köpeğin gözlerine ama bir erkek geyiğin yüreğine sahip şarapla dolu kimse!” İkincisinin dili gençlerin zihinlerindeki öz-kontrolü etkilemeyecektir. Aynısı yeme-içmeye ve açlık korkusuna olan övgüleri, Zeus ile Hera’nın coşkulu aşkları, Hephaistos’un benzer şekilde Ares ve Afrodit’i bir ağda nasıl alıkoyduğuyla ilgili de söylenebilir. Sözlerinde daha asil bir zorlama duyulmaktadır: “Dayan, daha kötülere dayanmış olan ruhum.” Vatandaşlarımızın rüşvet almalarına veya “Hediyeler tanrıları kandırır, hediyeler saygıdeğer krallara.” demelerine izin vermemeliyiz. Akhilleus’a Yunanlara yardım etmeden önce onlardan para almasını öğütleyen Phoenix’i ya da Akhilleus’un kendisi Agamemnon’dan hediye alırkenki alçaklığını, Hektor’un bedenine karşılık fidye istemesini, Apollo’yu lanetlemesini, nehir-tanrı Skamandros’a olan küstahlığını, zaten diğer nehir tanrısı Spercheios’a atfedilmiş kendi saçından olan ölü Patroklos’a bağlanımını, Hektor’un bedenini duvarların etrafında sürüklemesini ve odun yığınındaki esirleri katletmesini takdir etmelerine müsaade etmemeliyiz. Kheiron’un öğrencisi için bu kadar fazla alçaklık ve gaddarlık hayal bile edilemez. Peirithoos ve Theseus’un aşk dolu maceraları da aynı ölçüde değersizdir. Ya bu tanrıların çocukları olduğu söylenen kişiler gerçekten tanrıların çocukları değildi ya da ozanların hayal ettiği gibi tanrıların kendileri kötülüğün mimarlarıdırlar. Damarlarında cennet kanının dolaştığı kişilerin böyle şeyler yaptığına inanan gençler, bu örnekleri taklit etmeye dünden hazır olacaklardır.
Bu kadar tanrı ve kahraman yeter. İnsanlar hakkında ne demeliyiz? Ozanlar ve hikâye anlatıcılar ne der: Kötünün işlerinin rast gittiğini ve erdemlilerin dert çektiğini mi yoksa adaletin bir başkasının kazancı olduğunu mu? Böyle yanlış betimlemeler bizim tarafımızdan onaylanamazlar. Fakat bunda, adaletin tanımını önceden görüyoruz ve böylece soruşturmaya daha iyi uyarız.
Şiirin konuları yeteri kadar işlendi, sonra biçim gelir. Bütün şiirler geçmiş, günümüz ve gelecekteki olayları anlatır ve bu anlatıların üç türü vardır; basit, taklit ve ikisinin birleşimi. Bir örnekle daha iyi açıklanabilir. Homeros’un ilk sahnesi karışık türe bir örnektir çünkü hem betimlemeler hem diyaloglar vardır. Ama eğer diyaloğu “oratio obliqua”ya9 dönüştürürseniz paragraf şöyle ilerler: Papaz geldi ve Apollon’a Akaların Truva’yı alması, Agamemnon ona kızını ve anlaşılan Yunanları verirse güvenli şekilde geri dönmesi için dua etti fakat Agamemnon hiddetliydi. Tamamı betimlemeye dönüşür ve ozan da konuşan tek kişidir. Eğer anlatımı çıkarırsanız tamamı diyaloğa dönüşür. Bu üç biçimin hangisi bizim devletimizde kabul edilmiştir? “Trajedinin veya komedinin mi kabul edildiğini soruyorsun?” Evet ama bir şey daha; yöneticilerimizin taklitçiler olması şüphe uyandırmıyor mu? Ya da bir insanın hayatta birçok rol, trajedya ve komedyadan daha fazlasını ya da aynı anda anlatıcı ve oyuncu, oynayamadığına karar verdiğimiz için soru zaten cevaplanmadı mı? İnsan doğası çok küçük parçaları uydurmuştur ve yöneticilerimizin zaten özgürlüğü korumak gibi kendi işleri olduğundan, taklit olmadan yeteri kadar yapacak işleri olur. Eğer taklit edecekse de yapsın, bu bir eziklik veya rezillik değildir, iyilik içindir. Çünkü oyuncunun taktığı maske onun yüzüyle bütünleşmeye meyillidir. İnsanların münakaşa eden, ağlayan, azarlayan ya da tanrılara karşı atıp tutan kadın rolü oynamasına izin veremeyiz, en azından sevişirken ya da doğum sancısı çekerken. Köleleri, zorbaları, korkakları, ayyaşları, demircileri, kişneyen atları, bağıran boğaları, çınlayan nehirleri ve öfkeli denizleri temsil etmemelidir. İyi ve bilge bir adam iyi ve bilge davranışlar sergilemeye heveslidir ama daha önce hiç denemediği alt derecede bir rolü oynamaktan utanır. Betimleyici biçimi olabildiğince az taklitle kullanmayı tercih eder. Öz saygısı olmayan adam ise öte yandan, herkesi ve her şeyi taklit edecektir; doğanın sesleri, hayvanların bağırışları gibi. Bütün gösterisi hareket ve seslerin taklidi olacaktır. Şimdi, betimleyici biçimde bazı değişiklikler vardır fakat dramatik olanda çok daha fazlası söz konusudur. Ozanlar ve müzisyenler ikisini de kullanabilir ya da ikisinin birleşimini. Bu birleşim gençlere, öğretmenlerine ve görgüsüzlere çok çekici gelir. Fakat bizim devletimizde bir kişinin bir rolü oynaması yalnızca karışıklık için tercih edilmemiştir. Bu polifonik pandomim beyefendileri kendini ve yaptığı işi göstermeyi teklif ederse ona her türlü saygıyı gösteririz. Fakat aynı zamanda, ona devletimizde onun gibi birine değil; yontulmamış, dürüst bir ozana yer olduğunu ve asıl kalıplarımızdan uzaklaşmayacağımızı söyleriz. (Yasalar)
Sonra müziğe gelirsek bir şarkı ya da övgünün üç kısmı vardır: Konu, ahenk ve ritim. Son ikisi, ilkine bağlıdır. Ağıtları yasakladığımız için ağıt türünün ahengi olan karışık Lidya ahengini de yasaklarız. Vatandaşlarımız ölçülü olduğu için İyonya ve saf Lidya gibi neşeli ahenkleri de yasaklarız. Geriye iki tane kalır: Dor ve Frigyen. İlki savaş, ikincisi barış için. Biri cesareti anlatmak, diğeri itaat, talimat ve dinî duygular için. Ve ahengin çeşitlerini reddettiğimiz için onlara ses veren çok telli ve çeşitli şekillerdeki enstrümanları da reddederiz. Özellikle de diğerlerinden daha karmaşık olan flütü. Lir ve arpa şehirlerde, Pan flütüne de çayırlarda izin verilebilir. Böylece müziği arındırmış olduk, şimdi de ölçüsünü arındıracağız. Bunlar da ahenkler gibi basit ve duruma uygun olmalıdır. Dört tellilerde dört nota ve üç ölçü oranı vardır, 3/2, 2/2, 2/1. Bunların hepsinin kendi özellikleri vardır. Fitin de ritimler gibi kendi özellikleri vardır. Fakat bunu, doğru hatırlıyorsam daktilik, bir uzun bir kısa ölçülü ve beşli ritimlerle heceleri birbirine dengeleyip her birine uygun miktarı verip savaşsal ölçüden bahseden büyük müzisyen Damon’a sormalıyız. Biz yalnızca biçimin konuya ve ölçünün de biçime uyum sağladığı; ruhun sadeliği ve ahengininin hepsinde yansıtıldığı genel ilkesini kabul etmeyi göze alırız. Bu sadelik ilkesini herkesin gençlik yıllarında öğrenmesi gerekir, yaratıcı ve yapıcı sanatlardan hayvanların, bitkilerin şekillerine kadar bir yerde toplanmalıdır.
Ozanlar gibi başka sanatçılar da alçaklık ve uygunsuzluğa karşı uyarılmalıdır. Heykelcilik ve ressamlık müzikle aynı derecede sadelik yasasına itaat etmelidir. Yasayı ihlal eden kişinin şehrimizde çalışmasına ve vatandaşlarımızın zevkini mahvetmesine izin verilmemeli. Çünkü yöneticilerimizin ruhlarını çürütecek ve zehirleyecek birer bozukluk şeklinde değil, tatlı olan her şeyden içebilecekleri sıhhat ve güzellik dolu bir diyarda, ahenkli etkilerle büyümeleri gerekmektedir. Bütün etkiler içinde en büyüğü müzikle verilen eğitimdir. Bu eğitim, güzellik ve bozukluk açısından en derindeki ruha ulaşmanın bir yolunu bulur. İlk başta etki bilinçsizdir fakat sonra mantık devreye girdiğinde eğitim görmüş kişi onu uzun süredir tanıdığı bir arkadaş gibi buyur eder. Okumayı öğrenirken olduğu gibi ilk başta parçaları ya da harfleri ayrı ayrı öğreniriz. Daha sonra onları birleştiririz. Harflerin kendilerini öğrenmeden yansımalarını ayırt edemeyiz. Bir anlamda, erdemlerin önce parçalarını veya esas biçimlerini öğrenmek, sonrasında hayatta ve deneyimlerimizde bunların birleşimlerinin izini sürmek gibidir. Ruhta dünyanın ahengine karşılık veren bir müzik vardır ve müzikal bir ruhun en zarif amacı, zarif bir zihin ve zarif bir vücuttur. İkincisindeki bazı kusurlar görmezden gelinebilir ama ilkinde olmaz. Gerçek sevgi ölçülülüğün kızıdır ve ölçülülük bedensel hazların
9
Latince: “Dolaylı konuşma” anlamına gelen modern felsefe terimi. (ç.n.)