Kerem ile Aslı. Неизвестный автор
kadar ilgi uyandırdı. Issız bir yerde rast geldikleri vakit ilanıaşk eden dilberlerin haddi hesabı yoktu. Amma o hepsini reddediyor, birer bahaneyle başından savıyordu.
Bir gece rüyasında güzellikte emsalini görmediği bir kızın elinden şarap içti. Uyanınca kendisini değişmiş buldu, içinde ılık bir şeyin dolaştığını hissetti. Rüyasında gördüğü kızın hayali bir türlü gözlerinin önünden gitmiyordu. Bir gün Sofu’ya:
“Arkadaş.”dedi. “Bana bir hâl oldu. Rüyamda bir peri kızı gördüm, elinden şarap içtim. Şimdi ona tutuldum, aşkıyla kül olacağım. Babamdan izin alayım da seninle kısa bir seyahate çıkalım. Belki kendimi biraz toplarım. Âşık olmak ne kötü şeymiş.” dedi.
Arkadaşının razı olması üzerine gidip babasından izin aldı. Atlarına binerek, şahinlerini kollarına, tazılarını arkalarına, ok ve yaylarını omuzlarına alarak yola çıktılar. Üç saat sonra Zengi köyüne vardılar. Köyün en zengini olan Keşiş’in evine indiler. Keşiş misafirlerine çok ilgi gösterdi. Fakat iki taraf da birbirini tanımıyordu. Ahmet Mirza kendisini bir çiftlik sahibinin oğlu diye tanıtmıştı.
Bunlar Keşiş’in evinde bir haftadan fazla kaldılar. Gündüzleri ava çıkıyorlar, geceleri de gelip yıldızların altında deliksiz bir uyku çekiyorlardı. Mirza aşkı filan unutmuş, kendisini toplamıştı.
Bir gün ava çıkmışlardı, güzel bir kuş gördüler. Mirza kuşu salıverdi. Kuş da gide gide bir bahçeye indi. Şahin de arkasından onu takip etti.
Mirza atından inip:
“Aman Sofu şu atı biraz tut. Ben bahçeye girip kuş ile şahini bulayım.” dedi.
Bahçeye girip şahini ararken gördü ki, bir köşk, köşkün önünde bir havuz var… Havuzun kenarında tıpkı rüyasında gördüğü kıza benzeyen bir melek gergef işliyor.
Beyin dizleri gevşedi, gözleri karardı. Kalbindeki aşk ateşi kabardı.
Başı yastık göre mi
Gözü dilber görenin
Gözüne uyku gire mi
Zülfüne berdar olanın
diyerek üzerine atıldı. Gözlerinden, yanaklarından, dudaklarından öptü.
Kız neye uğradığını şaşırdı, kendisini gayriihtiyari meçhul delikanlının kolları arasına bıraktı. Sonra aklını başına toplayarak birdenbire silkindi. Küçücük çıplak ayaklarıyla çimenlerin üzerinden kaçmak istedi. Fakat mümkün mü! Nazik bileği, Mirza’nın çelik parmakları tarafından yakalanmıştı. Baktı ki olacak gibi değil, yalvarmaya başladı:
“Ne olur, beni üzme. İşte alacağını aldın. Daha ne istiyorsun?”
“Daha ne mi istiyorum? Bu da sorulacak şey mi? Kalbini alıp götürmek istiyorum. Ben avcıyım, bir kalp avlamadan gidersem sonra beni ayıplarlar.”
Kız bunlardan bir şey anlamadı. Hafif bir çığlık kopararak:
“Kalbimi vermem, sonra ölürüm!” diye bağırdı.
Mirza dayanamadı. Kızın yalnız güzelliğine değil, saflığına da âşık oldu. Ani bir hareketle dudaklarını dudaklarıyla birleştirdi. Onu bayıltıncaya kadar öptü.
Baygın kızı alıp bir ağacın altına götürdü. Yüzüne su serperek onu ayılttı. Kız gözlerini açıp da delikanlıyı baş ucunda görünce hafifçe gülümsedi. Demek o da memnun olmuştu. İkisi konuşmaya başladılar:
“Adın ne?”
“Kara Sultan. Ya senin?”
“Benim de Mirza. Kimin kızısın?”
“Keşiş’in kızıyım. Babam vaktiyle İsfahan hükümdarının hazinedarıymış. Bu kadar konuştuk. Şimdi kerem eyle de bizi görmesin.”
“Baban İsfahan hükümdarının hazinedarıymış, aslı nedir?”
Kız “Aslı nedir?”den bir şey anlamayıp ricasını tekrar etti:
“Kerem eyle artık ayrılalım.”
“Aslı nedir? Söyle de ayrılalım.”
“Ben de keremin ne olduğunu bilmiyorum.”
Mirza, “Aslı nedir?” diye Keşiş’in soyunu sopunu öğrenmek istiyordu. Kız, “Aslı” kelimesini şimdiye kadar hiç işitmediğinden bu sualden bir şey anlamıyordu. Delikanlı “Aslı nedir?” diye sordukça kız “Kerem eyle”den başka bir şey söylemiyordu. Bu Mirza’nın hoşuna gitti.
“Peki ayrılalım.” dedi. “Fakat bundan sonra senin adın Aslı, benim adım Kerem olsun.”
Kız kabul etti ve o dakika delikanlıya âşık oldu.
Mirza sevdiğinden ayrılıp uzaklaştı. Fakat bir türlü gitmek istemiyordu.
Oralarda dolaşmaya başladı. Bunu gören Kara Sultan şunları söyledi:
Aldı Aslı:
Ne gezersin melül melül bu yerde
Aman Kerem beni rüsva eyleme
Beni sana kısmet etmiş Yaradan
Aman Kerem beni rüsva eyleme
Hiç olur mu buralarda öyle iş
Keşiş babam duyar ederse teftiş
Durmadan öp gül yüzümden, kalk sıvış
Aman Kerem beni rüsva eyleme
Doyamadım tatlı tatlı dilinden
Gözüm kan bürüdü korkmam ölümden
Sarılma hiç ince meyatı belimden
Aman Kerem beni rüsva eyleme
Ağa Kerem, paşa Kerem, han Kerem
Ateş Kerem, tutuş Kerem, yan Kerem
Adı olsun sana kurban can Kerem
Aman Kerem beni rüsva eyleme
deyip kesti…
Mirza, kızın yalvarmasına dayanamayıp ayrıldı. Fakat bir hatıra bile almadım diye geriye döndüğü vakit, Aslı’yı bıraktığı yerde bulamadı.
Dört tarafına bakarken gergefin üstünde bir çevre gördü. Çevreyi alıp koynuna soktu.
Sofu’nun yanına gelince:
“Ey Sofu.” dedi. ”Bugün bu kadar avladığımız yeter. Haydi artık dönelim.”
“Ama elimizde bir şey yok.”
“Elimizde bir yay var mı, yok mu sonra anlarsın.”
Sofu arkadaşının hâl ve tavırlarında bir başkalık sezdi. Anlamış gibi görünerek itaat etti:
“Peki dönelim.”
Kerem günden güne kötülüyordu. Aslı’nın aşkı onun kalbini yangın gibi sarmıştı, cayır cayır yanıyordu.
Keşiş, delikanlının gün geçtikçe sararıp solduğunu görünce:
“Beyim.” dedi. “Buranın havası yaramadı galiba. İsfahan’a geri dönseniz iyi olur.”
Kerem, manalı manalı Keşiş’in yüzüne baktı:
“Beni bu hâle koyan hep senin kızındır. Lakin senin bir şeyden haberin yok.”
Ertesi gün iki arkadaş İsfahan’a geri döndüler.
Babası, oğlunun durumunda bir değişiklik, bir gayritabiilik hâsıl olduğunu ilk görüşte anlayarak sordu:
“Yavrum