İzlanda Balıkçısı. Pierre Loti
tüm balıkçılar tarafından anlaşılmış ve kimsenin kızgınlığıyla yüzleşmek zorunda kalmamıştı. Hayatlarında her şeyi denizin beklenmedik olaylarına, balıkların gizemli göçlerine göre ayarlamaları gerekmişti hep, herkes bunu biliyordu. Diğer İzlandalılar bu göçten daha erken haberdar olamadıkları için üzülmüşlerdi o kadar.
Artık yapacak bir şey kalmamıştı, geç kalmışlardı. Kol kola girdiler, dışarıdan gelen keman sesleri eşliğinde yola koyuldular.
En başında Yann, her düğünde, her kıza söylenen sıradan iltifatları sıralamıştı ona, düğündeki tüm çiftler arasında birbirlerine yabancı olan sadece ikisiydi. Alandakilerin geri kalanı ya kuzen ya da nişanlıydı. Elbette birkaç sevgili de vardı aralarda, malum Paimpol’de bu basit aşk hikayeleri çok hızlı ilerleyebiliyordu.
Fakat akşam konu yine, birden balık sürüsüne gelince Yann genç kızın gözlerinin içine bakarak “Paimpol’de, hatta tüm dünyada bir tek sizin için bu hazırlıkları kaçırırdım Matmazel Gaud, başka kimse için avımdan vazgeçmem.”
Genç kız başta bir düğüne kraliçe gibi hazırlanarak gelmiş olmasına karşın, bir balıkçıdan duyduğu bu sözlerle biraz afallamış ama hemen ardından tatlılıkla yanıtlamıştı.
“Teşekkür ederim Mösyö Yann, ben de bir başkasıyla değil sizinle olmayı yeğlerim.”
Bu kadardı ama o andan itibaren şarkı bitene kadar kendi aralarında kısık ve hoş bir tonla sohbete başlamışlardı.
Keman ve viyel sesleri eşliğinde hep aynı simalar dansa katılıyordu. Yann her uzaklaşıp genç kıza döndüğünde sohbete aynı dostane gülümseme ve samimiyetle devam ediyorlardı. Aralarda Yann, tüm saflığıyla balıkçı yaşamından da söz ediyordu elbette. Yorgunluğundan, aylığından, en büyüğünün kendisi olduğu dört küçük kardeşini daha yetiştirirken ailesinin ne kadar zorlandığından bahsediyordu. Tabii, şimdilerde sıkıntılardan kurtulmuşlardı, Manş Denizi’nde babasının bulduğu ve on bin frank elde ettiği batık sayesinde. Bu sayede Ploubazlanec sınırında bulunan, Manş Denizi manzaralı evlerinde bir kat daha çıkma imkânı bulmuşlardı.
“Şubat ayı gelir gelmez çok zor oluyor hayat, zor İzlandalı mesleği çok zor. Ayrıca kışın o soğukta, karda, kışta oralara gitmek de istemiyor bazen insan.”
Gaud, Paimpol’un gecesini izlerken, baloda aralarında dönen sohbeti tıpkı dünmüş gibi tekrar zihninde canlandırıyordu. Sanki her şey daha dünmüş gibi en baştan tekrar ve tekrar düşlüyordu. Madem Yann evlenmek istemiyordu, neden kendi hayatıyla, sorunlarıyla ilgili bir nişanlıya anlatılacak onca şeyi kıza anlatmıştı? Hayatının tüm detaylarını önüne gelen herkese döken birine de hiç benzemiyordu.
“Mesleğimiz oldukça iyi, kazancı da öyle” demişti. “Ben de asla değiştirmeyi düşünmüyorum, yıllar sonra sekiz yüz frank ve en sonunda ise döndüğümüzde bana ödenen ve anneme vereceğim on iki bin frank daha.”
“Annenize mi veriyorsunuz Mösyö Yann?”
“Elbette, hepimiz bu parayı annemize veririz. Biz İzlandalılarda âdet böyledir Matmazel Gaud.” Bunu o kadar içtenlikle ve o kadar inanarak söylemişti ki bunu normal gördüğü çok açıktı.
“İnanmazsınız ama benim neredeyse hiç param olmaz. Ne zaman Paimpol’e gelecek olsam annem biraz para verir, hepimizde de aynı şey geçerlidir. Bu sayede bugün yanınıza gelirken giydiğim bu giysileri annem diktirebildi, şüphesiz ki geçen seneki elbisemle yanınıza gelip kolunuza giremezdim.”
Sürekli Parisli erkekleri görmeye alıştığından Yann’ın kıyafeti ona göre pek de şık sayılmazdı. Buna rağmen kısacık ceketi, altına giydiği modası geçmiş yeleği bedeninin güzelliğini etkilemiyor, her dans hareketinde kendisine karizmatik bir hava katmaktan geri durmuyordu.
Yann gülümseyerek genç kızın gözlerinin içerisine bakıyor, ne istediğini ve ne düşündüğünü çözmeye çalışıyordu. Zengin olmadığını özellikle anlatan konuşmalarına rağmen, delikanlının dürüstlüğü ve iyi niyetli olduğu gözlerinden anlaşılıyordu.
Neredeyse söylediğine hiçbir karşılık vermeden ama tüm ruhuyla dinleyerek ve her ifadede daha çok şaşırarak genç kız da ona bakıp gülümsüyordu. Yabani bir kabalık ile çocuksu bir yakınlık karışımı ilişkileri vardı. Ne zaman başkasıyla konuşsa daha da kabalaşan ve sertleşen sesi Gaud’un karşısında her sözcükte daha da yumuşuyordu. Yaylı çalgılardan oluşan bir müzik ekibi gibi kendi sesini onun için istemsizce yumuşatıyor ve titretiyordu.
Umursamaz tavırlarından, evden sürekli çocuk muamelesi görüp bunu normal karşılamasına, dünyayı dolaşıp birçok maceraya atılmasına ve tüm bunlara rağmen hâlâ ailesine yakından bağlı olmasına… Onda farklı bir şeyler vardı.
Gaud zihninde sürekli onu önceden tanıdığı erkeklerle kıyaslıyordu hani şu onun peşinde parası için koşan üç beş tane Parisli hayta, kendini yazar diye tanıtan gençler, tezgâhtarlar… Bu adam hepsinin arasında en yakışıklı olmasının yanı sıra kesinlikle aralarında en ilgi çekici olandı.
Yann’ın kendi seviyeleri arasında pek bir fark görmemesi için genç kız küçükken çektiği sıkıntıları, babasının da eskiden balıkçı olduğunu ve hatta bu yüzden İzlandalı balıkçılara oldukça değer verdiğini, annesinin küçükken öldüğünde yapayalnız kaldığını, kumsalda çıplak ayak koşturmalarını… Her şeyini anlattı.
Ah! O düğün gecesi, asla unutamayacağı, her zaman mükemmel hatırlayacağı, hayatının dönüm noktası olan o gece! Fakat geride kalalı çoktan aylar olmuştu. Aralıktan, mayısa… O gün düğünde bulunan tüm İzlandalı balıkçılar şimdi uzak kuzey denizinin bir yerlerine dağılmış, balık avlıyorlardı. Bretagne toprakları güneşe karışırken ve yavaşça gün kararırken şimdi onlar yapayalnızdı.
Gaud pencereden bir an olsun ayrılmamıştı, her yanı eski evlerle kaplı Paimpol meydanı gece çöktükçe daha da hüzünlü bir hâl alıyordu, hiçbir yerden ses gelmiyordu. Evlerin üzeri hâlâ aydınlıkken, yan boşluklarında alaca karanlık çöktükçe daha da üçgenleşen bir gölge oluşuyordu. Siyah silüet sonunda gökyüzü ile bağlarını koparırcasına yere iniyordu. Arada bir kapı ya da pencere kapanma sesi geliyordu. Geç kaldığı belli olan genç kızlar ellerinde mayıs çiçekleriyle dönüyorlardı. Gaud’u tanıyan bir kız elindeki hanımelini sanki ona koklatmak istercesine havaya kaldırmış aynı anda da ufak bir selam vererek yoluna devam etmişti. Karanlığa rağmen güzelim çiçek buketleri hâlâ biraz seçilebiliyordu. Bunlar hariç sokakları denizden gelen yosun kokusu ve duvarlardan yükselen hanımellerinin kokusu sarmıştı. Yarasalar masallardan çıkmış gibi sakince tepelerden süzülüyordu.
Gaud kasvetli meydana gözlerini dikerek giden İzlandalı balıkçısını düşlüyordu. Aynı pencere kenarında hep aynı gece zihninde canlanıyordu.
Düğünün sonuna geldiğinde hava iyice ısınmış, vals yapanların hafifçe başları dönmeye başlamıştı. Sevdiği adamın ona nasıl olduysa âşık olan diğer kızlarla da dans edişini hatırladı. Onlara yanıt vermesi gerektiği zaman değişen kibirli bakışlarını… Hayır kesinlikle, ona farklıydı!
Dans edişi çok etkileyiciydi, dimdik uzun sırtı ve soylu hareketlerle her dönüşünün ardından başının zarifçe eğilmesi… Dalgalı, kumral saçları her hareketinde yavaşça alnına değer, dansın rüzgârı ile tekrar havalanırdı. Gaud’a göre çok uzun kalan Yann’ın hızlı hareketlerde onu tutmak için öne eğilmesiyle kızın başlığı ve oğlanın alnı temas ediyordu. Gaud her detayı anımsıyordu.
Arada dans