İzlanda Balıkçısı. Pierre Loti
gibiydi.
Yaşadıkları sonsuz bir akşam mı yoksa sonsuz bir sabah mı ayırt edemiyorlardı. Güneş saatin kaç olduğunu saklıyor, sadece varlığını belli ediyordu. Sanki tüm ışınlarından arınmış soluk renkli bir halka gibi duruyordu…
Yann ve Sylvestre her zamanki gibi yan yana şarkı söyleyip avlanıyorlardı. Bitmek bilmeyen şarkının adı Jean-François de Nantes’ti ve şarkının sıkıcı hâli ile bile eğleniyorlardı, her defasında sanki daha eğlenceli olabilirmiş gibi nakarat kısmını baştan alıyor ve birbirlerine bakıp çocukça bir espri yapılmış gibi aralarında gülüyorlardı. Yanakları artık bu serinlikte hafif pembe olmuştu, ciğerlerine çektikleri nefes tertemiz ve insanı dinçleştirici özelliğe sahipti.
Etrafları henüz var olmamış bir dünya ile çevrelenmiş gibiydi. Işık ya da ışığın verdiği sıcaklık yoktu. Güneş bile sonsuza dek durmuş gibi kıpırtısızdı.
Gökyüzünün bembeyaz hâlini almış deniz, cilalanmış ya da üzerine devasa bir çarşaf atılmış gibi sakindi. Su o kadar şeffaftı ki içinde neler olduğunu yukarıdan bakan gözler bile görebilirdi. Birbirlerinin aynı, sayılamayacak kadar çok göç eden balık sürüleri… Morinaların çokluğu ve birlikte düzenledikleri gösteri denizi hafifçe dalgalandırmak ve grimsi bir çember oluşturmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Zaten bulutların arkasında varlığı belli olmayan güneş daha da batıyordu. Artık akşam olmuştu, güneş battıkça farklı renklere bürünmüş ışıkları daha çok yayılıyor, varlığını belirginleştiriyordu. Şimdi, aya nasıl doğrudan bakılabilirse güneşe de bakılabiliyordu. Sanki normalde göründüğü kadar uzakta da değil gibiydi. Sanki gemilerini ufka sürseler ulaşabilirlerdi ona…
Ay da oldukça hızlı ilerliyordu. Durgun suya da dikkat edildiğinde işlerin yürüdüğü görülebilirdi. Morinalar hızlıca gelip yemi yutuyor ve sonra sanki kendi istekleri buymuş gibi oltanın ucuna takıyorlardı. Balıkçılar sürekli iki elleriyle oltaları hızlıca çeviriyor, yeni balıklarla karşılaşıyorlardı. Ardından salamuraya yatırması gereken arkadaşlarına doğru fırlatıyorlardı iri balıkları.
Paimpollülerin her yana yayılmış gemileri bu ıssız sonsuzluğa renk katıyordu. Uzaktan bakıldığında yelkeni dahi açılmamış ufka yönelmiş birçok gemi göze çarpıyordu.
O gün bir balıkçının mesleği, hanımefendilere yaraşır bir şekilde, dingin ve kolay görünüyordu.
Jean-François de Nantes
Jean-François
Jean-François
İki kocaman çocuk şarkılarını söylüyorlardı.
Yann, asil duruşu ve bu denli yakışıklı olmasını önemsiz görüyordu. Her ne kadar Sylvestre’ın yanında çocuklaşıp şarkılar da söyleyebilse başkalarının yanında içine kapanıyor ve aksileşiyordu. Ne zaman biri ona ihtiyaç duysa ılımlı hâli geri dönüyor ve kızdırılmadığında da iyi ve yardımsever bir adam oluyordu.
İkisi önde durup kendi şarkılarını söylerken, arkalarında iki adam daha hüzne kapılmış kendi şarkılarını mırıldanıyordu.
Sıkılmıyorlardı böyle olunca, zaman geçiyordu.
Aşağıda bulunan kamarada, sobanın dibinde hâlâ ateş vardı, sobanın kapağı belki ihtiyaçları olur diye de sadece çok az hava içine girecek şekilde kapalı tutuluyordu. Gerçi uyumak için bile çok az havaya ihtiyaç duyuyorlardı.
Şehirde büyümüş olanlar, daha fazla havaya ihtiyaç duyarlardı. Fakat bizim balıkçıların güçlü göğüsleri az bir havada bile uykuya dalar ve bir daha kolay kolay uyanmazlardı. Tıpkı bir hayvan gibi yerlerinde kıvrılırlardı.
Sürekli aydınlığa ya da sürekli uykuya ihtiyaçları yoktu ama dört saatte bir yatılabiliyordu. Genelde hareketsiz, sessiz, günün tüm yorgunluğunu üzerlerinden alan kısa uykulardı bunlar. Akılları kadınlarda olanlar hariç, onların gözüne uyku girmiyordu. Belki eski yarenleri ile kavuşmak belki de yenisini bulmak için altı haftanın geçmesini bekliyorlardı.
Akıllarında eşleri, kuzenleri, nişanlıları, akrabaları geliyordu. Gerçi bu kadar uzun zaman üzerine düşülmeyince hisler de uykuya dalıyordu.
Jean-François de Nantes
Jean-François
Jean-François
Gri ufukta normal gözlerin görmesinin imkânsız olduğu bir şeye bakıyorlardı. Gökyüzünden daha koyu, yine de gri, kuyruk gibi sulardan yükselen bir dumandı bu. Derinleri taramaya alışık gözler bunun hemen ne olduğunu fark etmişlerdi.
“Bu bir vapur! Bakın, şurada!”
“Sanırım…” dedi kaptan. “Devlete ait, devriyeye çıkmış bir vapur olmalı bu.”
Bu belli belirsiz duman, Fransa’dan haberler getiriyordu. En önemlisi de genç bir kızın kaleme aldığı ama yaşlı bir kadının sözlerini taşıyan o güzel mektubu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.