Hazan Bülbülü. Hüseyin Rahmi Gürpınar
şeye karışıyorsunuz. Hem böyle nafile telaş etmeyiniz… Efendi “güzel kadın” dediyse ne senin için söyledi ne de Ayşe Kadın için…
SELİME: Oh iki gözüm kokoroz! Senin için söyledi değil mi?
REFİ EFENDİ: Gençlik… Bu da bir rüya… Rüyaların en yaldızlısı, en parlağı, en umulanı, ömür boyunca yalnız bir kere görülebileceği için en aldatıcısı… Of, gençlik geri gelmeyecek uzak hayat noktalarının sisleri içine gömülmüş, her lahza bizden kaçan bir varlığımız… Yoklukla varlık sözlerinde mana farkı arayan mantıkçıların, ıstılahçıların bu iddialarına ben şimdi gülüyorum, işte ben varım. Fakat varlığımın geçmiş kısımları yok olmuş, yalnız beynimin hücrelerinde bıraktığı her dakika uçabilecek bir zayıf iz, şimdi beni ağlatan, hem ruhu okşayan hem yüreği yakan, tatlı acı bir hatıradan başka beni geçmiş ömrüme bağlayan başka bir şey yok… Demek ki ömür denilen şey bir masuradan boşanıp ötekine sarılan uçları bilinmeyen bir yaratılış ipliğidir. Demek ki ömrümüz her saniye ölüyor da haberimiz yok. Biz yalnız bu ölen şeylerin sonunda vereceği toplamı bekliyoruz. (Durur, sağına soluna hazin hazin bakınarak öksürür.) Şimdi bulunduğum yılların yükü altından silkinip hayatımın kırk yıl evvelki parlak ufuklarına doğru arzumun kanatlarını açabilmek için kafamın içinde bile bir ataklık, bir cesaret, daha, doğrusu, bir kuvvet kalmamış… Bana bir feylesof dostum, “Yaşlıları gençleştirmek için bir iki vasıta, daha doğrusu hayat mucizesi vardır, bunların en tesirlisi… (etrafına bakınıp elini ağzının üzerine getirerek yavaşça) ve en tesirlisi “Genç kadındır.” dedi. Genç kadın… (yanlarına ürkek ürkek göz gezdirerek yavaşça) Genç kadın… (Yorularak yastığına dayanır.)
SELİME: Ne dedi? Anlayabildiniz mi? Sanki birinin kulağına fısıldar gibi yavaş söylüyor. Bu zavallı ihtiyarın büyük bir derdi var ama biz anlayamıyoruz.
AYŞE KADIN: Benim kulaklarım alıştı. Onun en yavaş fısıltılarını anlayabiliyorum. “Genç kadın” diyor, genç… Geçen günü yine böyle genç kadın diye sayıklayıp durdu.
SELİME: Şu döşeğe yatalı bu zavallı adamın bizden başka kadın yüzü gördüğü var mı? Acaba içimizden hangimizi geçiriyor?
AYŞE KADIN: Haydi bakalım bunun için de aramızda bir kavga çıkaralım. Ben daha yirmi altısına gelmedim.
SELİME: Daha neler?.. Geçen gün imam senin nüfus tezkereni okurken yaşını hesaplamış; otuz beş dedi.
AYŞE KADIN: Dilin tutulsun karı, yavaş söyle! Belki efendinin kulağına gidiverir de sahih zanneder. İmam on beş demiş olsa bile sen hemen hasedinden otuz beşe çıkartırsın. Bilmez miyim seni kıskanç karı?
ANİKA: (bir kahkaha salıvererek) Yok… Yok… Ayşe Hanım on beş değil daha dokuz yaşındasın, aman bebeciğim…
AYŞE KADIN: Bu evde Matmazel Anika varken gencim, güzelim demek kimin ne haddine, içimizde en güzelimiz, en körpemiz o…
ANİKA: Tuhaf söylüyorsun. Burada en genci ben değilim de ya sen misin? Benim tezkere kâğıdımda yazıyor, daha yirmi beşime girmedim.
SELİME: Hay aman matmazel daha yirmi beşinde yokmuş… Daha küçül… Ayol daha küçül de seni elinden tutup mektebe götüreyim. Şurada kilise mektebine başlatayım…
REFİ EFENDİ: (Gözlerini açar, başını yastıktan kaldırır.) Genç kadın yaşlılığın başlıca devası, en tesirli iksiri imiş… Bu doğru mu acaba? Yoksa genç kadın bir ihtiyarı derleyip toplayarak öbür dünyaya göndermek için en hızlı bir vasıta mıdır? Geçmiş ömrüm içindeki bu genç kadın yüzlerinden bir tanesi hâlâ kalbimde yaşar. Kırk beş yıllık sevgi ufkumda batmak bilmez bir güneş gibi hâlâ parıl parıl gönlüme karşı nurlarını saçar. Nezihe, adını söyleyince şu hastalık saatimde bile damarlarımda bir kımıldanma, kalbimde tatlı bir çarpıntı oluyor. Bazı karanlık görüşlü feylesoflar gerçek saadeti, hayat zevkini esastan inkâra kalkışırlar. Aşk adı ne olduğunu ben senin kollarının arasında duydum. O can artıran neşeyi tattım. İşte hâlâ onun şevkinin artığıyla yaşıyorum. Evet, itiraf ederim. Çabuk kaybolan bir saadet, kısa bir zevk, işte bakınız, şu acıklı zamanımda hatırlanan bir dakikası, bana yine bir koca saadet dünyası bağışlıyor. Nurdan yaratılmış sanılan o saf alnının altını süsleyen o kavisli, ince, samur kaşların, sık uzun kirpiklerin gölgesi altında baygın duran o ela gözlerin, evet işte dağınık kumral saçlarınla çerçevelenen güzel yüzün tamamıyla gözümün önüne geldi. Ruhumun gözleriyle bu tatlı hayali saatlarce seyretmeye doyamam. Bu hayal en tesirli iksirlerden çok bana ilaç oluyor.
AYŞE KADIN: İşittiniz mi? Samur kaşlı, kumral saçlı kadını severim diyor. (aynanın önüne koşar, eliyle saçlarını düzelterek) İçinizde benden başka samur kaşlı, kumral saçlı kim var?
SELİME ile ANİKA: (ikisi birden aynaya koşarak bir ağızdan) Vay samur kaşlı, kumral saçlı hanım vay!..
AYŞE KADIN: Artık çekemediğinizden ne diyeceğinizi bilemiyorsunuz. Selime’nin kaşları kelek külek… Ona kaşı var bile denmez. (Anika’ya doğru) Seninkiler de sarı çıyana benziyor. Doğru doğru dosdoğru, efendi içinizden beni tarif ediyor ama söylemek bir türlü işinize gelmiyor.
REFİ EFENDİ: Nezihe ile birbirimizi tanıdığımız vakit ikimiz de evli bulunuyorduk. İşte hayatımızı zehirleyen cihet bu oldu. Onun kocası kıskanç, hırçın bir adamdı. Benim karım da pek sinirli ve titizdi. Dünyada akla gelmeyecek engelleri aşmayı göze aldırdık. Geçirmediğimiz tehlike kalmadı. Bu zorluklar sevgimizin ateşini bütün bütün yelpazeledi. Evet, hâlâ şimdi Nezihe’den laf açınca vücudumda bir canlılık, sesimde bir kuvvet duyuyorum. Nezihe, hayatın ihtiyarlık düşkünlüğünü görmeden gençliğinin parlaklığı içinde söndü. Ah, o kara gün… Bunu hiç hatırlamak istemem. Karım da bana bir kız evlat bıraktıktan sonra o da yirmi yıl evvel öldü. Kalbi temizdi fakat çok hırçındı. Zavallının bu titizliğini göz önüne getirdikçe doğrusu ikinci evlenmeye bir türlü cesaret edemedim. Kızım Naime’yi üvey anaya hırpalatmamak bahanesiyle evlenmedim. Kızımı büyüttüm. Evlendirdim. Kızım, kocasıyla şimdi taşrada bulunuyor. Bir saatçik gözümün önünden ayıramazken dört senedir hasret kaldım. Bir buçuk aydan beridir de mektup alamadım. Kocayı bulunca babayı unutuyorlar. Dünyanın hâli böyle. Ben meraktan, ayrılıktan ölüyorum. Hastalık birdenbire üstüme çöktü. Birkaç hafta evvel ne kadar dinç, âdeta genç, ne kadar kuvvetli idim. Bu kısa hastalığı geçirdikten sonra yine eski hâlimi bulacağımı doktor bana sağlamca vadetti. (öksürerek) Bir şey değil, enfluançe. Ama insanı yıkıp bitiriyor… Evet, şimdi böyle hizmetçi kadınların eline kalmış bir hasta bekâr oldum. Hâlimi sormaya gelen eş dostum bana hep evlenmekten laf açıyorlar. Fakat bakıyorum her birinin satılık bir malı var. Evlenmek nasihatinin hemen arkasından kız sağlık veriyorlar. “Filan yerde çok iyi bir duvak düşkünü var. Onu size yapıversek pekâlâ olur.” demekten çekinmiyorlar. Hepsinin dilinde bu… Sonra el altından bu kadınların kim olduğunu öğreniyorum, hiçbiri istediğim gibi değil… En genci kırk beş yaşında. Kart karı suratı görecek olduktan sonra benim evdeki hizmetçilerin ne kabahatleri var?
AYŞE KADIN: Kız Selime ne oluyorsun?
SELİME: Ne olacağım? Efendi kart karı diye senin yüzünü tarif ediyor.
AYŞE KADIN: Hay çenen tutulsun! Efendi seni benden, beni senden ayırmadı. Hepimize birden “kart karılar” dedi. Aman ya Rabbi, büyükbabamız yerinde adam. Pinpon kendini ne sanıyor acaba? İhtiyarlıktan beli bükülmüş, gözleri belerekalmış… Ayıptır söylemesi mendillerini,