Elçine Armağan. Анонимный автор
ine/>
Doğumunun 80. Yılında Elçin’e Armağan
Takdim
Edebiyat, tiyatro, resim ve sanatın diğer türleri meydana geldiği toplumun kültürel belleğinden önemli izler taşır. Özellikle yazılı edebiyatın beslendiği kaynaklar arasında halk kültürü önemli bir yer tutar. Bazı sanatçılar ise eserinin iz taşımasından öte yapıtını bu kültür birikiminin üzerine inşa eder. Elçin, Azerbaycan Türk edebiyatının önemli bir evresi olan 60 Nesri’nin mühim kalemlerindendir. Sovyet sisteminin dikte ettiği katı ve tekdüze edebiyatı yıkan ve millî değerlere bağlı, insanlığın temel meselelerini, bizzat insanın kendisini edebiyatın odağına alan bu kuşakta Elçin, sembol bir isimdir.
Elçin’in edebiyatında coğrafyasıyla, geleneğiyle ve insanıyla Azerbaycan Türklüğü vardır. O, kültür düzeyi yüksek biri olarak roman ve hikâyelerinde folklorik unsur olarak sözlü kültür, maddi kültür ve manevi kültür gibi kültürün farklı boyutlarına sıkça yer vermiştir. Elçin metnini kurgularken özellikle sözlü kültürden bir hayli faydalanmış; efsane, menkıbe, ağıt, masal, halk hikâyesi türkü ve mâni gibi sözlü kültür ürünlerine başvurmuştur.
Çok yönlü ve üretken kişiliğiyle Elçin; roman, hikâye, povest, senaryo gibi çeşitli tür ve alanlarda eser verirken millî kimlik ve millî kültür hususiyetlerinde hassas bir yaklaşım sergiler. Elçin, milletinin kültürünü, Türk kültürünün bilinen halk hikâyelerinden Kerem ile Aslı’nın alt metni üzerine oturttuğu Mahmut ile Meryem romanı ve kültürel imgelerle dolu Ak Deve adlı romanında, Azerbaycan toplumunun sosyo-kültürel yaşamını Gümüş Beyazı Karavan hikâyesiyle gözler önüne serer.
Elçin, yalnızca Türk kültürünün folklorik zenginliğini yansıtmakla kalmaz, Azerbaycan’daki sosyal ve kültürel yaşamı, toplumsal çatışmaları, ayrıca II. Dünya Savaşı’nın toplumda yaşattığı travmaları, bıraktığı izleri de eserlerinde yansıtıp tarihsel bilinç oluşturmak ister. Metinler, yaşadığı coğrafya ve kültüründen bağımsız olarak düşünülemez ve Elçin de yaşam sürdüğü coğrafya ve bu coğrafyanın tarihini bilmek önem arz eder ve Mahmut ile Meryem ve Kafa romanlarını tarihî bilgilerden de faydalanarak kaleme almıştır.
Türkiye’de Elçin üzerine yapılan çalışmalar sınırlıdır. Yukarıda da ifade edildiği üzere gayet üretken bir kalem olan Elçin’in eserleri, birçok bakımdan incelenmeye açıktır. Bu eser ise, bu büyük yazarın 80. yaşına armağan olarak hazırlanırken bu boşluğu bir nebze olsun doldurmayı amaçlanmıştır. Eserde Elçin’in hem romancılığı hem de hikâyeciliği irdelenmiştir. Bu itibarla eserin oluşmasında payı olan her yazarı ayrı ayrı tebrik ederken eserin yayıma hazırlama işini üstlenen Prof. Dr. Salim Çonoğlu, Doç. Dr. Mehdi Genceli, Dr. Yasin Yavuz ve Dr. Cem Sevinç’e de ayrıca teşekkür ederim.
I.BÖLÜM
ELÇİN’E DAİR
ELÇİN’E MEKTUP: ÖLÜM HÜKMÜ! KİME? NEYE?
Bahtiyar Vahapzade Türkiye Türkçesine Aktaran: Serdar Acar1
Hürmetli Elçin!
Ölüm Hükmü romanını hevesle ama acele etmeden, her noktayı, her imayı içe içe, akıl ve duygu süzgecinden geçire geçire okudum. Yaşadığım acı günleri, korku ve endişe dolu yılları, yeniden yaşadım ve hemen senin yaşını düşünüp hayrete düştüm. Çünkü acı, işkence, korku ve endişe dolu yılları sen bir insan olarak yaşamamışsın ama yazar olarak yazmışsın. O acımasız ve korkunç yılların bu kadar doğal ve bu kadar inandırıcı şekilde kaleme alabilmene şaşırdım. Sen o yılların talihsizliklerini o kadar doğal kaleme almışsın ki bunların senden yaşça büyüklerin sohbetlerinden değil yalnız kişisel gözlemlerin ürünü olabileceği sonucuna varmamak elde değil. Eğer bu romanı benim yaşıtlarımdan biri yazsaydı ben buna şaşırmazdım. Örneğin, ben “İki Korku” şiirimi yaşadığım şahsi korku hissimden yola çıkarak, gözlemlerime dayanarak yazdım. Bunun için de burada hayret edilecek hiçbir şey yoktur.
Okuyucu benim şaşkınlığımı “O zaman edebiyatımızda yaratılan birçok tarihî romanın doğallığına neden şaşırmıyorsunuz?” diye yorumlayabilir. Kuşkusuz başarılı tarihî romanlarımız da var. Ancak o romanların başarısı, kaleme aldıkları dönemin genel tutkusunu umumî olarak düzgün yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Tarihî romanlarda dönemin, zamanın hadiseleri, ortamın atmosferi gibi ayrıntılardan ziyade hayatın öncelikli tutkusunda genel olarak yansıtılır. Bu başka türlü mümkün değil.
Ölüm Hükmü romanının ilk sayfaları 30’lu yıllardan, Stalin repressiyasının şiddetli döneminden bahsediyor. Ancak genel bir şekilde değil, özellikle mühim detaylarıyla romanı okumak beni dehşete düşürüyordu. Lisans ve lisansüstü öğrencisi olduğum 40’lı yıllar, beraber okuduğumuz Gülhüseyn, İsmihan, Hacı, Azer gibi düşünen gençlerimizin başına gelen talihsizlikler aklıma geliyor, o yılları nasıl bitirdiğimize, o dönemin kasırgalarından nasıl sağ kurtulabildiğime şaşırıyorum.
Sevgili Elçin, sen kaleminin gücüyle o yılları bir daha kalbimden geçirip beni okur olarak sarsabildiysen o zaman burada tasvir ettiğin hadiselerin doğallığına istinaden sanatının büyüsüne ve yeteneğinin gücüne şaşırmak lazımdır. Böylelikle sen beni bir kez daha kaleminle yeteneğin gücüne ve sanatın kudretine inandırdın. Bak, bu Ölüm Hükmü’nün esas başarısıdır. Bu başarından dolayı seni tebrik ediyorum.
Romandan birkaç örnek vermek istiyorum. Tepesinden tırnağına kadar kendi döneminin yetiştirdiği biri olan Eflatun’un okul müdürü Elesger muallime “Cemaat birdenbire 10 tane düşman ifşa ediyor… Biz ise var yok iki tane.” demesi, böylece Elesger muallimin 10 yaşındaki pioner2 kızı Arzu’nun ziyafetten sonra Hüsrev muallimi duvar gazetesinde ifşa edeceğini bildirmesi, “Üzeyir Bey ‘Köroğlu’nu bu yüzden yazmış ki yani modern hayattan yazması” yargısıyla büyük sanatçıyı ifşa etme niyeti, onları değil günümüzü ifşa ediyor. Böylece o zamanın masumlarını ifşa etme eğilimi, bugün o zamanın ifşası hâline geliyor. O dönemde insanları ifşa etme yiğitlik, güzellik ve namus sayılıyor, vay o dönemde yaşayanların hâline! Böyle bir zamanda hangi güzellikten, hangi yücelikten söz edilebilir?
İkinci örnek: roman boyunca insanperver ve necip bir insan olarak tanıdığımız Elesger muallim tutuklanma korkusuyla karşı karşıya kaldığında sevdiği, derin hürmet beslediği, Eflatunlar ve Hıdırlardan koruduğu Hüsrev muallimi “ifşa etmesi” okuyucuyu sarsıyor. Bu romanın sonu da eserin en başarılı kısımlarındandır. Romanın başında güzel ve kibar bir insan olarak tanıdığımız Elesger muallimin bu uygunsuz hareketi için de biz onun kendi tabiatını değil yine zamanı sorumlu tutuyor, “Bak zaman iyi insanları da nasıl çirkinleştirebiliyormuş?” diye döneme lanet okuyoruz. Biz roman boyunca Eflatun ve Hıdırların çirkin tabiatına, “iftiralarına”” şaşırmıyoruz. Çünkü zaman mihenk taşı gibi onların tabiatındaki sahtekarlığı, alçaklığı gün yüzüne çıkarmıştır. Ancak Elesger muallim gibi iyi insanların vicdansız davranışlarının suçu onların değil sadece zamanın omuzlarına düşer. Iago, Iago’dur. Onun elinden zamanına göre her türlü fenalık gelebilir. Peki, ya Othello? Onun katilliği tabiatındaki masumiyetten değil düştüğü durumun çaresizliğinden kaynaklanır. Bu yüzden de biz Othello’dan nefret etmiyor, sadece ona acıyoruz. Aynı şekilde biz Elesger muallimin ihanetini haklı çıkaramasak da onun bu ahlaksız davranışının suçunu Othello’da olduğu gibi durumunun çaresizliğinde görüyoruz. Shakespeare’in ustalığı, Iago’nun aşağılık eylemlerini betimlemesinde değil, Othello’nun katil olmasına üzülmemizi sağlama becerisindedir. Elesger muallimin alçakça davranışıyla okuyucuyu incitmemesi, bu romanda üçüncü zaferidir.
Romandaki Abdül Gafarzade çok ilginç ve orijinal bir karakterdir. Bu karakter de bütün çirkinliği ve dönemin tipikliği ile tam olarak kendi döneminin meyvesidir. Bu adam 30-40 yıl öncesi değil bugün de ortaya çıkan bir mafyanın bütün karakteristik özelliklerini özünde topluyor. Günümüz hayatından kitaba düşen bu insana hepimiz her gün rastlıyoruz, onun tenden tene geçişine ve bütün girdaplardan zarar görmeden çıkabilmesine şaşırmıyoruz.
1
2
Sovyet Dönemi’nde gönüllü çocuk komünist teşkilatı üyesi.