Karakalpak Halk Masalları. Анонимный автор
ihtiyar. Çocuğu yanına alarak üç gün ilmini öğretmiş. Çocuk bu dua ilmini iyice öğrenmiş. Bir gün arkada kalan iki ağabeyini hatırlamış. Onları gidip görüp geleyim diye düşünmüş ve ihtiyardan izin istemiş.
– Evladım, çabuk gidip gel diyerek hayır dua edip izin vermiş, ihtiyar.
Çocuk akşam namazı vaktinde atmaca donuna girip yurduna doğru uçmuş. Tan atarken eski köyüne varmış. Evine vardığında, ağabeyleri evde yokmuş. Aramaya çıkmış ve onları göl kenarında olta atıp balık tutarken bulmuş. Onların malı olarak bir uyuz tay kalmışmış. Ağabeylerinin kıble tarafında yayılıp duran bir kaz sürüsünü görmüş. Çocuk onları görür görmez bir bir avlamaya başlamış. Atmacaya kaz mı dayanır, ortaya dağ gibi yığmış hepsini. Güneş doğduktan sonra atmaca donundan delikanlı haline geri dönmüş ve ağabeylerinin yanına varmış. Onlar kardeşlerini görünce kucaklaşarak sevinmişler. Ağabeyleri eskiden kardeşlerini öldürmek istemiş olsalar da şimdi sevinçle hasret gidermişler.
Delikanlı ağabeylerini peşine takmış avladığı kazların yanına götürmüş. Ancak sırrını onlara söylememiş. Kazların derisini yüzüp ağabeylerine elbise, taya da koşum yapmış. Etini yiyerek beraber zaman geçirmişler.
Bu şekilde birkaç ay abi kardeş üçü birlikte hasret gidermişler. O sırada çocuğun ülkesinin padişahı Arap padişahına savaş açmış ve asker toplamaya başlamış. Padişah, “Eğer üç kardeş ise üçünden biri, iki kardeş ise ikisinden biri, tek çocuk ise kendisi mutlaka falan gün padişahın sarayına gelmelidir.” diye ferman çıkarmış. Bu fermanı duyan kardeşler düşünüp taşınıp küçük kardeşlerini göndermek üzere anlaşmışlar.
Gün geldiğinde çocuk atına binip padişahın sarayının önüne varmış. Sarayın önünde adamlar toplanmış ve bekliyorlarmış. Çocuğa geldin mi, gidiyor muyuz diyen hiç kimse olmamış. O da askerlerin peşinden yola devam etmiş. Kırk gün yol gitmişler. O gün akşam padişah çelik kılıcını evinde unuttuğunu fark edip askerlere:
– İçinizden kim, kırk günlük mesafede kalan kılıcımı sabaha kadar buraya getirirse onu yönetici yapacağım ve de kızımı vereceğim, demiş. O kadar asker arasından bir kişi bile buna talip olmamış. Çocuk ben onu getiririm diye düşünmüş ve askerlerin uykuya daldığı bir vakit çocuk doğan olup uçmuş. Doğana yol mu dayanır? Kırk günlük yolu iki saatte uçarak varmış. Hanın sarayının önüne inip delikanlı haline dönüşmüş.
Hanın kızı da babasının kılıcının sarayda kaldığını görmüş ve kendi kendine “Babam durumu farkedince bir adam gönderir. Gelen adam gece gelirse korkmasın diye meşale yakıp uyumadan bekleyeyim.” demiş. Delikanlı ışığın olduğu yere doğru vardığında padişahın kızının oturup beklemekte olduğunu görmüş. Onun halini, hatrını sormuş babasının verdiği görevi kıza söylemiş.
Kız delikanlıya hürmet göstermiş. Karnını doyurmuş, delikanlıya kılıcı verecekken kız ona:
– Kılıcı alıp gideceksen bana vereceğin bir nişanın var mı, diye sormuş.
– Benim nişanım bu diyerek delikanlı bir şeyler fısıldamış ve doğana dönüşmüş. O vakit kız doğanın kanadından bir tüy koparıp almış. Delikanlı atmaca olmuş, kız ondan da bir tüy almış. Delikanlı tuygun olmuş, kız ondan da bir tüy almış. En sonunda delikanlı asıl haline geri dönmüş.
– Nişanımı aldım, şimdi yolun açık olsun, demiş ve delikanlıya izin vermiş, kız. Çocuk dışarı çıkınca atmaca olmuş ve kılıcı boynuna asarak uçmuş. Tan atarken padişahın konakladığı yere gelmiş. Askerler hâlâ uyuyorlarmış. Delikanlı da sabah olana kadar uyuyayım demiş ve kılıcı başucuna koyup uyumuş.
Askerlerin arasında azılı bir hırsız varmış. O bu kadar asker arasında padişahın kılıcını biri değilse biri getirmiştir. Kılıcı kim getirirse çalıp padişaha damat olayım diye düşünmüş. Gece boyu uyumamış ve çadır çadır dolaşarak kılıcı aramış. Bir vakit sonra sabah erken saatlerde çocuğun çadırına geldiğinde kılıç çocuğun başucunda duruyor çocuk da uyuyormuş. Hırsız kılıcı çocuğa belli etmeden çalmış ve padişahın huzuruna götürmüş:
– Efendim, emrinizi yerine getirdim, deyip kılıcı padişahın eline vermiş. Padişah, “Hemen hazırlanın!” diye alarm verdirmiş. Çocuk borazancıların bağırışlarıyla uyanmış ve etrafına baktığında kılıcın yerinde yeller esmekteymiş. Çocuk kılıcı çaldırdığını anlamış ve atını terkileyerek askerlerin arasına katılıp yürümeye başlamış. Baksa ki komutanın önceki komutan olmadığını değiştiğini fark etmiş. Çocuk, hemen yeni komutanın getirdiği kılıcı çaldığını anlamış. Bir süre sonra savaşılacak olan şehre yaklaşmışlar. O anda önlerine büyük bir nehir çıkmış. Nehirden nasıl geçeceklerinin yolunu aramışlar ama bir yol bulamayıp orada kalmışlar.
Çocuk orada kalmanın iyi olmayacağını düşünerek akşam namazı vaktinde atmaca donuna girip uçarak nehri geçmiş ve şehre girmiş. Padişahın sarayını bulmuş ve pencerenin önüne konmuş. Sarayın içinde padişah ile karısı konuşuyorlarmış. Çocuk da onların sözlerini dikkatlice dinlemiş
– Ey padişahım, düşman gelip şehri kuşatmak üzere sen ise kaygılanmadan burada oturuyorsun, demiş karısı.
– Dert etme, onlar o nehirden geçecek yer bulamayıp uzun vakit orada kalırlar, demiş padişah.
– Nehirden nasıl geçilmesi gerekiyordu, diye sormuş padişahın karısı.
– Düşmanların durduğu yerin aşağı tarafında nehrin içine devrilmiş bir iğde ağacı var. O iğde ağacının sağ tarafından doğru yürüdüğünde su atın karnına gelmiyor. Eğer o geçidi bulup da gelirlerse ikimiz iki kötü uyuz deve oluruz. Kızın birisini havan, birisini tokmak yaparım. Hazinedeki altınları da kütük, bütün halkımı da kızıl çalıya çeviririm. Ondan sonra o düşmanlar neyi alacaklarsa alsın da görelim, diye cevap vermiş padişah.
Bu sözleri duyan çocuk oradan hemen ayrılmış ve nehirden geçerek delikanlı haline dönmüş. Sabah padişahın huzuruna çıkmış:
– Padişahım, benim peşimden askerlerinizi alıp gelirseniz sizi bu nehirden geçirebilirim. Geçidin nerede olduğunu biliyorum, demiş. O kılıcı çalan ise suçunun ortaya çıkmasından korkmaya başlamış.
Padişah ve askerleri çocuğun peşine takılmışlar. Çocuk padişahın kendi ağzından duyarak öğrendiği yoldan hepsini geçirip şehre getirmiş. Şehirde kimse yokmuş. Sadece yayılıp duran hayvanlar varmış. Herkesin kaçmış olduğunu düşünmüşler. Padişah askerlerine hayvanları alıp şehirde kalan eşyaları toplamalarını emretmiş. Askerler eşyaların iyisini, hayvanların semizini almışlar. Çocuk ise sarayın önünde duran havan ile tokmağı, kızıl çalılardan da beş altısını alıp iki deveye kütükleri ve diğer eşyaları yükleyerek askerlerle birlikte geri dönmüş. Sonra ülkelerine geri dönmek için yola çıkmışlar. Aradan günler geçtikten sonra ülkelerine gelmişler. Delikanlı da evine varmış ve yüklerini indirmiş. Erkek deveyi kesmek için ayaklarını bağlarken deve dile gelmiş:
– İnsanoğlu, beni kesme dur, benim hünerlerim var, sana göstereyim, demiş. Delikanlı da devenin ayaklarını bağlamamış ve deveyi bırakmış. Deve hemen kalkıp silkine silkine, üstünde kaftanı, başında tacı olan bir padişaha dönüşmüş. Delikanlı eğilip padişaha selam verip el sıkışmış.
– Efendim, şimdi de havan, tokmak, dişi deve, kütükler ve kızıl çalıları eski haline dönüştür demiş delikanlı.