Karakalpak Halk Masalları. Анонимный автор
ile Biybisanem beraber büyümüşler ve birbirlerini uzaktan seviyorlarmış.
Günlerden bir gün onlar evlerine odun getirmek için ormana gitmişler. Hava çok sıcakmış. Bülbüller etrafta ötüşüyor, adeta şarkılar söylüyormuş. Jalimbet Biybisanem’in ay gibi cemaline baktıkça bakası geliyor, aşkından yüreği çarpıyormuş. İç çekerek kıza ne diyeceğini bilemeyip bir süre lal olmuş. Kendini toparladıktan sonra Biybisanem’in kulağına:
– Ey sevgilim, beni bir kere öpsen kendimi dünyanın en mutlu erkeği olarak görürüm, demiş.
– Sevdiğim, Jalimbet, seni bir kere öpmek değil, senin için hayatımı vermeye hazırım, ama şimdi değil, demiş kız.
– Niye böyle, dilberim, diye sormuş Jalimbet.
– Sen de biliyorsun, bizim buralarda anne babanın izni olmadan sevmek çok ayıp. Adam gönderip beni istet. Ondan sonra her gün sevişsek de hiç kimse bir şey söyleyemez, demiş kız. Odunları toplayıp akşam evlerine dönmüşler. Jalimbet eve geldikten sonra Biybisanem’in evine acaba elçi gönderip göndermesem mi diye düşünmekten başı ağrımış. En sonunda kızın babası başlık parası isterse nereden bulacağım, en iyisi başka şehre gidip çalışayım, para kazanıp gelip kızı isteteyeyim diye karar vermiş. Bu düşüncesini Biybisanem’e de aynen söylemiş. Delikanlı anne babasının iznini alıp vedalaşarak uzun bir yolculuğa çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, bir şehre yaklaşmış. Şehre yakın yerde büyük bir bağa denk gelmiş.
Jalimbet’in evinden aldığı azığı bitmiş, gurbette aç kalmış. Bağdaki kırmızı elmalardan gözü kalmış. Karnı acıkan delikanlı bağın sahibinden izin almadan bağa girmiş ve elmalardan yemeye başlamış. Doyana kadar yedikten sonra yorgunluktan bağın gölgesinde uyuya kalmış. Bu bağ o şehrin padişahının kızının bağıymış. Padişahın kızı haftada bir kere yanına kırk kızı alıp bu bağda gezip dolaşırmış. Kızlar bağda gezerken elma ağacının altında garip, üstü başı yırtık, yalın ayaklı bir delikanlı görmüşler. Padişahın kızı yanındaki kızlara delikanlıyı uyandırmalarını emretmiş. Delikanlı yattığı yerden kalkıp etrafına baktığında, etrafı peri kızlarıyla doluymuş. Bağın sahibinin bunlar olduğunu hemen anlamış. Padişahın kızı ise Jalimbet’in yakışıklılığını, şeklini şemalini görür görmez bu delikanlıda bir şeyler var, bu boş değil. Bununla bir gece devran sürenin başka hayali yoktur diye düşünmüş ve delikanlıya oracıkta âşık olmuş. Delikanlıya bakarak:
– Ey delikanlı, burada niye yatıyorsun, nereden geldin, kimsin diye sormuş.
Jalimbet nereden geldiğini, niçin geldiğini anlatmış. Padişahın kızı bunun üzerine Jalimbet’i alıp bağdaki sarayına götürmüş. Yıkandırıp üstüne güzel elbiseler giydirtmiş. Jalimbet üstüne elbise giyince eskisinden de yakışıklı olmuş. Kız da delikanlıya eskisinden yedi kat daha âşık olmuş. Bir süre sonra Jalimbet padişahın çocuklarından biri gibi olmuş. Onlar bu bağda kalsın, sonrasını padişahtan dinleyelim.
Bu şehrin padişahı başka bir şehrin padişahı ile savaşıyormuş. Savaşta kızın babası yenilip düşmanlara esir olmuş. Kız bağdayken düşmanlar şehri yerle bir etmişler. Bu haber kızın da kulağına gelmiş. Yanındaki kızları silahlandırıp Jalimbet’e savaşa gittiğini haber etmiş. Delikanlı da altına bir at bulup savaş meydanına atlanmış. Çok çetin bir savaş olmuş. Aradan üç gün geçtikten sonra padişahın kızı savaş meydanında ölmüş. Jalimbet de her yeri yara içinde düşmanın eline esir düşmüş. Padişah onu bir zindana kapattırmış. Bu zindanda sevdiği Biybisanem’i düşünüp efkârlı acılı türküler söyleyerek yatmış.
Sonrasını Biybisanem’den dinleyelim. Kız Jalimbet’i bekleyip gözü yollarda kalmış. Sevdiği gelmemiş. Yoldan geçen kervanlara sevgilisinden haber sormadığı gün olmamış. Geçen kervanlara:
– Dur kervan, nerelerden gelirsin, Bizim yârdan ne haber verirsin, Haber versen Jalimbet yârimden, Müjde alıp muradına erersin, demiş.
Aradan bir yıl geçmiş, iki yıl geçmiş ama yâri gelmemiş. O şehrin bir padişahı varmış. Yaşı da 60-70’lerdeymiş. Bir gün o kuş uçururken geçidin ağzında, “Jalimbet yârim.” diye ağlayan kızı görmüş. Padişah bu durumdan etkilenmiş. Biybisanem’in yanına gelip:
– Ne yapıyorsun, evin nere, kimin kızısın, diye sormuş. Biybisanem bu adamın padişah olduğunu anlamamış. Ona kimin kızı olduğunu söylemiş ama niye ağladığını söylememiş.
Padişah oradan ayrılıp sarayına gitmiş. En sevdiği vezirini çağırıp şöyle demiş:
– Şehrin kenarında Kalimbet adında fakir bir kişi yaşıyor. Onun ay gibi ağzı, güneş gibi gözü olan güzel bir kızı var. Ona ölesiye âşık oldum. Yanına iki asker alıp o eve git ve kızı iste. Verirse güzellikle, vermezse zorla çekip getirin, diye emretmiş.
Padişah emreder de vezir durur mu, yanına iki asker alıp kızın evine gitmiş. Kalimbet’e durumu anlatmışlar. Ancak o kızım bilir deyip söz hakkını kızına vermiş. Biybisanem gelen misafirlere:
– Canımı şimdi alsanız da o ihtiyara varmam. Bana padişahlık lazım değil. Padişahın kırk karısının üstüne kuma olmaktansa ölmek yeğdir, diye cevap vermiş Bu sözü duyan vezir yanındaki iki askere:
– Kızı hemen bağlayın, diye emretmiş.
Biybisanem’i bağlayıp saraya götürüp padişaha teslim etmişler. Padişah âşık olduğu kızın ayaklarına gelmiş olmasına sevinip kızı kendisinin gizli odasına kapatmış ve kapıya kilit vurdurmuş.
Biybisanem gizli odanın sağını, solunu incelemiş. Kendisini asmayı düşünmüş. Odada bir bıçak bulmuş. Bıçağı yenine saklayarak oturup beklemeye başlamış. Güneş batıp akşam olunca padişah odaya gelmiş. Kıza elini uzatıp oynamaya başlamış. Biybisanem de bu duruma çok karşı çıkmamış. Padişahın niyeti yavaş yavaş bozulmaya başlamış. Boş bir anda Biybisanem padişahın tam kalbine bıçağı saplamış. Padişah sessizce oracıkta ölmüş. Kız padişahı öldürdükten sonra ne yapacağını bilemeyerek paniklemiş. Eli ayağı dermandan kesilmiş. Odanın kapısını kapatıp düşünmeye başlamış. Erkek elbisesi giyip başka yerlere gitmeye karar vermiş. Hemen padişahın çıkardığı elbiselerini eline alıp bir şeye sarmış. Padişahı da odanın bir tarafına yatırıp herkes yatarken odadan dışarı çıkmış. Odayı da iyice kilitleyip anahtarını cebine koymuş. Bir yolunu bulup saraydan çıkıp şehrin dışına çıkmış. Elindeki padişahın elbiselerini giyip delikanlı kılığına girerek gece karanlığında yola koyulmuş.
Tan atarken Biybisanem uçsuz bucaksız bir ormana denk gelmiş. Ormana girip yürürken bir ateş yanıdığını görmüş. Çekinse de bir bakayım deyip ateşin yanına yaklaşmış. Yaklaşıp bakmış ki altı erkek ortalarına ateş yakmış, oturup sohbet ediyorlarmış. Onlardan biri:
– Şu halıyı kolay bir şekilde padişahın sarayından çaldım. Buna binip yarın falan ülkeye gidelim. Orada padişahın hazinesinde çeşit çeşit değerli eşyalar var gibi, demiş. Diğeri kalkarak:
– Bu halının ne özelliği var, diye sormuş.
– Sorma, arkadaş, bunun üstüne binip nereye götür desen, oraya götürür, demiş. Halıyı çalan yanındakine dönüp:
– Sen ne çaldın, diye sormuş.
– Ben bu taş tabağı çaldım. Bunu önüne koyup ne yemek istediğini söyleyince isteğini hemen yerine getirir, demiş tabak çalan. Sonra diğerlerine dönerek:
– Sizler ne çaldınız