Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный автор
Eğer bir gün o da kaybolursa, hemen onu evine götüreceğim…
“Anne, anneciğim,” diye cıyakladı. “Fifi’yi getirdim, yolunu kaybetmiş. Onu şimdilik bizde barındırabilir miyiz?”
Ne, ne Fifi’si? Ben Mikki’yim, Mikki! Ama ben böylesine muhteşem düşünceleri olan ben, onların insan diliyle tek kelime bile edemem. Bırak. Kendi kazdığı kuyuya kendisi düşer…
Annesi gözlüğünü taktı (sanki gözlüksüz benim kaybolduğum belli olmuyormuş gibi) ve gülümsedi:
“Ah ne kadar da tatlı! Dostum ona süt ile ekmek ver. Çok bakımlı bir hali var… Sonra bakarız.”
Kız değilim, erkeğim ben! Ben erkeğim sonuçta. Ama tıka basa yemek yemek istiyordum.
Onlara bir iyilik yapıyormuşum gibi acele etmeden yedim. İkram mı ediyorsunuz? Teşekkür ederim, yerim. Fakat, lütfen benim aç bir sokak köpeği olduğumu düşünmeyin.
Sonra baba geldi. Neden bu babalar her yere burnunu sokarlar, bilmiyorum…
“Bu köpek de ne böyle? Neyin var Lili, tüm hayvanları villamıza taşıma huyun var? Belki de veremlidir… Git, derhal git buradan! Hadi!”
Ben mi veremliyim?
Kız hıçkırarak ağladı. Ben de onurlu bir şekilde kapıya doğru bir adım attım. Ama anne, kızın babasına sertçe bir bakış attı. Baba aslında eğitimli biriydi, ofladı, omuzlarını silkip gazete okumak için verandaya gitti. “Yedin mi?”
Ben ise kızın annesinin önünde arka ayaklarımın üzerinde durdum, üç adım attım, bankın üzerinden atladım. Hop! İlerledim, odanın etrafında gezindim ve geri döndüm.
“Anneciğim, nasıl da akıllı bir köpek!”
Tabi ki, eğer bir insan olsaydım, çoktan profesör olurdum.
Yeni baba, beni görmezden geliyormuş gibi tavır alıyor. Ben de onu… Rüyamda Zina’yı gördüm ve sevinçle havladım: beni Gogol-mogollu bir kaşıkla besliyor ve şöyle diyordu: “Sen benim en kıymetlimsin, eğer bir daha kaybolursan asla kimseyle evlenmem.”
Pencerede gün aydınlanmıştı, Lili uyandı ve başını yataktan kalkmadan uzattı: “Fifi, neyin var?”
Hiç, canım yanıyor. Kediler için bir şey değişmez: bugün Zina, yarın Lili. Ama ben dürüst, yufka yürekli bir köpeğim.
Zina’sız ikinci gün. Yeni kızın ziyaretine tombalak bir çocuk olan kuzeni geldi. Köpeklerin, şükürler olsun ki kuzenleri yok… Üstüme oturdu, neredeyse eziliyordum altında. Sonra beni arabaya bağladı ve ben de direndim! Köpeği mi? Arabaya mı? Patilerimi piyanoya vuruyordu. Her şeyi yuttum ve nezaketimden ötürü onu ısırmadım bile…
Lili’nin annesi beni takdir etti ve kız bir tabak çorbayı devirdiğinde, beni işaret etti:
“Fifi’yi örnek al! Nasıl dikkatli yemek yiyor görüyor musun…”
Yine Fifi! İnsanların bir şey hoşuna gitmediğinde “fi” derler! Fifi de hiç ama hiç hoşlanmadığınız anlamına mı geliyor yani? Böyle tavuk ismi gibi bir şey insanların aklına geliyor… Dolabın altında harf küpleri buldum ve birleştirip şunu yazdım: “Mikki”. Kızın eteğinden çektim, okusun diye! Artık anlar diye düşündüm ama kız hiçbir şey anlamadı ve bağırdı:
“Anne, Fifi numara göstermeyi biliyor!”
“Güzel. Ona bir çikolata ver.”
Ah ah, beni ne zaman bulacak asıl sahiplerim? Belediyeye dahi gittim. Belki Zina buraya kaybolduğumu bildirmiştir diye. Nerdeee. Eşikte tüylü bir melez köpek yatıyor ve şöyle hırlıyordu:
Hav! Nereye böyle serseri?
Serseri mi? Sefil köpek seni!…
Dua et, sokak köpekleriyle kavga etmeyecek kadar iyi eğitimli bir köpeğim…
“Omzumdan büyük bir yük kalktı” … Kalktığı yeri bilmiyorum, ama ben bulundum!
Lili benimle sahile geldi. Ve birden o göründü; elinde çizgili bir top, beyaz elbiseli ve sarı bukleli kız. Zinaa!
Nasıl öpüştük, nasıl bağrıştık, nasıl ağlaştık!
Lili sessizce yaklaştı ve sordu:
“Bu sizin Fifi’niz mi?”
“Evet! Yalnız o Fifi değil, Mikki…”
“A, Mikki! Kusura bakmayın, bilmiyordum. İzninizle onu size geri vereyim. Kaybolmuştu, ben de ona barınma sağladım.”
Ancak Lili’nin gözlerinde büyük bir “üzüntü” seziliyordu.
Zina onu teselli etti. “Çok-çok-çok” teşekkür etti ve benimle birlikte onu ziyaret edeceğine dair söz verdi. Bakışlarından iyi arkadaş olacaklarını sezinledim.
Ben de tabi ki Lili’nin önünde eğildim ve ön patilerimi çaprazlama uzattım: Mersi! Çok çok çok…
Zina’nın arkasından sessiz bir şekilde, onun o tatlı esmer küçük bacaklarından bir adım dahi uzaklaşmadan yürüdüm.
Bizim tren garında uzun tekerlekli evler ortaya çıktı. Araba mı vagon mu belli değil. Kırmızı, yeşil duvarlara sahip, çatısında bacası olan ve duman çıkan. Bir evin merdiveninde koca kafalı ve kırmızı gözlü bir cüce oturmuş haşince sigara içiyordu. Avlunun ortasında da parmaklıklı evler-vagonlar vardı ve yoğun bir şekilde hayvanat bahçesi kokusu geliyordu.
Afişlerde mucize tasvir edilmiş… Üç aslan, terbiyecilerinin üzerinden atlıyor ve onunla körebe oynuyorlar. Denizaygırı yanan ateşle ve bilardo toplarıyla hokkabazlık yapıyor. Böylesine hantal bir asalak olan denizaygırının bunları yapabileceği kimin aklına gelir ki! Ünlü kaniş köpeği Flaks toplama ve çıkarma sorusu çözüyor. Aman ne büyük marifet. Ben çarpma ve bölme bile biliyorum… Ama şöhret olmaya tenezzül etmiyorum. Bayan Karavella bir tayın üzerinde denizci dansı yapıyor. Zenci Bul-Pul… “Dur! Önden koşmaya gerek yok Mikki, nasıl bir köpek alışkanlığı bu.”
Zina’nın babası bana ve Zina’ya bir yatak aldı. Yatak aynen bir köpek kulübesi gibi ama çatısı yok. Kötü kokulu calico tarzı ile döşenmişti. Sandalyeler katlanabilir ve sert, çünkü sirk sürekli taşınmakta.
Orkestra berbattı! Ben normalde müziğe, özellikle de gramofona dayanamam. Lakin bir iskelet flüt çalıyor, şişman olan diğeri diklemesine koca bir kemanı yere koyup inatla onu cetvel gibi birşeyle cızırdatıyor, üçüncü kişi trampete sopalarla vuruyor, dirsekleriyle bakır bağları çalıyor, kocaman bir davula ayağıyla vuruyor, mor bir tavuk olan dördüncüsü de piyanonun üzerinde tepinerek sesler çıkartıyorsa durum değişir. Zina’nın bekâr amcasının kendisine evlilik teklif edildiğinde dediği gibi “emriniz olur.”
Palyaçolar sadece boyanmış aptallar. Onların boşuna aptal taklidi yaptığını düşünüyordum, muhtemelen zaten öyleler. Hiç akıllı biri suratına bir şaplak vurur mu, pis talaş üzerinde kayar ve görevlilerin halıyı almasına engel olur mu? Hiç komik değil. Tek bir şeyi beğendim, geniş pantolonlu palyaçonun birinin sırtında güneş resmi çizilmişti ve başındaki perçem kalkıp iniyordu… Hadi kulağı anlayabiliyorum, ya perçem? Çok ilginç bir numara!
Şişman aygır neden eğelenmemiş, hiç önemli değil. O kadar geniş ve çukurlu bir sırtı var ki sahibinin yatağındaymış gibi oyna ne kadar istersen. Hantal bir şekilde atılıyor. Tıpkı vals eden bir inek gibi. Miss Karavella barikata ürkekçe bir göz attı ve dünyadaki ilk kadın biniciymiş gibi bir tavır sergiledi. Kostümü hoştu; üst kısımda hiçbir şey yoktu,