Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
bir zamanda geldin!”
Sonra ona prensesin durumundan bahsetmiş ve eklemiş:
“Eğer onu iyileştirir, delilikten kurtarırsan dile benden ne dilersen!”
“Allah, kralı korusun ve yardımcısı olsun. Sevdiğinizin rahatsızlığını bana tarif edin ve ne kadar zamandır böyle olduğunu söyleyin. Ayrıca ona, bilgeye ve ata nasıl rast geldiğinizi de bilmek isterim.”
Kral da baştan sona bütün hikâyeyi anlatmış ve eklemiş: “Bilge şu an hapiste.”
“Ey yüce kralım! Peki ata ne oldu?”
“Şimdilik en iyi atlarımın arasında.”
Bunun üzerine prens kendi kendine şöyle demiş:
Yapacağım en iyi şey atı kontrol etmek… Eğer sağlamsa sorun yok ama bozulmuşsa sevdiğimi götürecek başka bir yol bulmalıyım.
Bunun üzerine krala dönmüş ve şöyle demiş:
“Kralım, öncelikle mevzubahis atı görmeliyim. Umarım genç kadını iyileştirmeme yardımcı olur.”
“Elbette…” diye cevap vermiş kral.
Sonra genç adamı atın olduğu yere götürmüş. Prens, atın etrafında şöyle bir dolanıp durumunu incelemiş. Hâlâ sapasağlam olduğunu görünce sevinçle krala şöyle demiş:
“Allah kralımızı korusun ve yüceltsin! Şimdi seve seve genç kadının yanına gidebilirim. Durumunun ne olduğunu görür ve Allah’ın izniyle onu iyileştiririm.”
Sonra prens, ata iyi bakmalarını söylemiş ve prensesin yanına gitmek üzere kralı takip etmiş. Genç kadın kendini yerden yere vuruyor, kıyafetlerini parçalıyor, kendini harap ediyormuş fakat onun içine cin falan girmemiş. Bunu yapmasının tek sebebi insanların yanına yaklaşmasını engellemekmiş. Bunu gören prens, ona şöyle demiş:
“Sana zarar vermeyeceğim. Benim güzeller güzeli sevgilim…” Ve güzel konuşmasıyla onu yatıştırmış. Sonra kulağına fısıldamış: “Ben Kamer El-Akmar’ım.”
Bunun üzerine genç kadın çığlık atmış ve sevincinden yere yığılmış. Fakat kral, adamdan korktuğu için nöbet geçirdiğini düşünmüş.
Prens, kadının kulağına şöyle demiş: “Şems El-Nahar, hayatımın aşkı, senin ve benim hayatımızı düşün. Bu tiranın elinden kurtulabilmemiz için sakin olmalısın. Seni buradan çıkaracak bir planım var. İlk önce krala gidip içine cin girdiğini, deliliğinin sebebinin bu olduğunu söyleyeceğim. İyileştirip kötü ruhları kovabilmem için de seni çözmesini… Yanına yaklaştığında ona güzel şeyler söyle ki seni iyileştirdiğimi düşünsün. Eğer istersek buradan kurtuluruz.”
Prenses, “Emrin başım üstüne!” demiş.
Genç adam bunun üzerine büyük bir keyifle kralın yanına gitmiş ve ona şöyle demiş:
“Yüce kralım, onun hastalığının tedavisini buldum ve onu iyileştirdim. Şimdi yanına gidin. Kendisiyle güzelce konuşup ona kibar davranın ve ne istiyorsa yapın ki muradınıza erebilesiniz.”
Prensin tavsiyesi üzerine kral, genç kadının yanına gitmiş. Prenses onu görünce ayağa kalkmış ve yeri öpmüş.
Krala, “Hoş geldiniz!” diyerek konuşmaya devam etmiş: “Bugün ben kölenizi ziyaret etmek için buraya geldiğinize ne kadar sevindiğimi anlatamam.”
Bu sözleri duyan kral, sevincinden havalara uçmuş ve etrafında bekleyen hizmetçiler ile harem ağalarına genç kadını hamama götürmelerini, sonra da ona güzel giysiler giydirmelerini emretmiş.
Onlar da genç kadının yanına giderek onu selamlamışlar. O da onların selamına çok nazik bir şekilde mukabele etmiş. Sonra ona kraliyet elbiselerini giydirip boynuna mücevherler takmışlar. Bu hâliyle gökyüzündeki yıldızlara benziyormuş. O kadar güzel, o kadar parlak… Kadını iyice aklayıp pakladıktan sonra kralın huzuruna götürmüşler. Genç kadın, kralın önünde yeri öpmüş ve onu selamlamış. Bu durum karşısında büyük bir sevinç duyan kral, prense şöyle demiş:
“Ey bilgeler bilgesi, bütün bunlar senin sayende oldu. Allah bizleri senin şifalı nefesinle şereflendirdi.”
Prens cevap vermiş: “Ey kralım, iyice iyileşebilmesi için bütün askerleriniz ve muhafızlarınız ile birlikte onu bulduğunuz yere gitmeniz gerekiyor. Yanındaki siyah canavarı da unutmayın. Muhakkak ki onun içinde şeytan var. Eğer o şeytanı çıkarmazsam her ayın başında bu kadının yanına gelir ve onu yeniden hasta eder.”
“Memnuniyetle.” demiş kral. “Sen ki bilginlerin prensisin ve gün ışığını gören herkesten daha bilgesin…”
Sonra abanoz atı bahsi geçen çayıra getirtmiş. Bütün ordusu ve prensesle beraber oraya yerleşmiş; tabii ki prensin yapacaklarından bihabermiş.
Çayırın uzak bir köşesinde, kralla ve adamlarıyla arasına ciddi bir mesafe koyarak prensese atın arkasına binmesini söylemiş ve krala şöyle demiş:
“Şimdi müsaadenizle ve emrinizle bu ata büyü yaparak içindeki şeytanı sonsuza kadar hapsedeceğim ki bir daha bu hanımı rahatsız edemesin. Sonra abanozdan yapılma bu ata binip genç hanımı arkama alacağım. At, sağa sola sallanacak ve ileri gidecek. Bu iş bittiğinde siz de sevdiğinize kavuşabileceksiniz.”
Bu sözleri duyan kral neşelenmiş. Prens ata binip prensesi de arkasına alarak bütün askerlerin gözü önünde onu bağlamış. Sonra yükselme düğmesini çevirmiş ve at havalanıp süzülmeye başlamış; ta ki gözden kayboluncaya kadar… Bunun üzerine kral, yarım gün boyunca bulunduğu yerden ayrılmamış ve onların gelmesini beklemiş. Fakat onlar geri dönmemiş. Onlardan ümidi kesince de yaptığına pişman olup genç kadını kaybettiği için kederlenmiş. Sonra hapisteki İranlıyı huzuruna getirtip ona şöyle demiş:
“Seni hain! Seni alçak! Neden abanoz atın sırrını sakladın benden? Bir adam geldi ve onu benden aldı, kuşandıkları servet eden genç kız ile birlikte. Bir daha asla onları göremeyeceğim!”
İranlı, baştan sona tüm yaşadıklarını ona anlatmış. Kral öyle öfkelenmiş öyle öfkelenmiş ki neredeyse onun canını alacakmış.
Bu yaşananlar üzerine kral, bir süre kendini sarayına kapatmış ve yas tutmuş. Nihayet vezirleri yanına gelip onu rahatlatmak isteyerek şöyle demişler:
“Hakikaten de genç kadını götüren adam bir büyücüdür. Şükürler olsun ki Allah sizi onun sihrinden ve fenalığından kurtardı.”
Acısı hafifleyinceye kadar da krallarını teselli etmeye devam etmişler.
Prense gelince, genç adam büyük bir neşe ve keyifle babasının şehrine doğru yol almış. Kendi sarayına varıncaya dek de yola devam etmiş. Prensesi güvenli bir yere yerleştirdikten sonra babasının ve annesinin yanına gidip onun geldiğini bildirmiş. Bunun üzerine yaşlı çift büyük bir mutluluk duymuş. Sonra şehirde büyük bir ziyafet vererek bütün bir ay boyunca düğün yapmışlar. Kutlamalar sona erdiğinde prens ve prenses birbirlerine kavuşmuş. Prensin babası abanoz atı parçalara ayırmış ki bir daha uçamasın. Dahası, prens, prensesin babasına bir mektup yazmış ve yaşadıklarını anlatıp birçok değerli hediye göndermiş. Elçi, Sanaa şehrine vardığında hediyeleri ve mektubu hükümdara iletmiş. Mektubu okuyup büyük bir sevinç duyan hükümdar, hediyeleri kabul etmiş ve elçiyi ödüllendirerek onunla damadına çok güzel hediyeler göndermiş. Elçi de efendisine dönüp olan biteni anlatmış. Prens, her yıl kayınpederine yazmaya ve hediyeler göndermeye devam etmiş. Bir zaman sonra babası Sabur vefat etmiş ve prens onun yerine hükümdar olup insanlara adaletle hükmetmiş ki tebaası ona