Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
birine sordum:
‘Gemide başka bir şey kaldı mı?’
‘Bizimle birlikte yolculuk ederken gittiğimiz adalardan birinde boğulmuş olan tüccarın birtakım eşyaları var, efendim. Eşyalarını yanımızda taşıyoruz ki uygun bir fiyata satıp parayı Bağdat’taki, yani barış şehrindeki ailesine gönderebilelim.’
‘Bu tüccarın adı neydi?’
‘Denizci Sinbad.’
Bir anda beni büyük bir şaşkınlık almıştı; çığlık çığlığa bağırdım:
‘Ben Denizci Sinbad’ım, kaptan! Diğer tüccarlarla birlikte yolculuk ediyordum. Balık bizleri fırlattığında bir kısmımız kurtulmayı başarırken diğerleri boğuldu. Ben de neredeyse boğuluyordum fakat yüce Allah bana bir fıçı yolladı. Allah’ın inayetiyle de dalgalar ve rüzgâr beni bu adaya taşıdı. Sonra Şah Mihrican’ın seyisleriyle tanıştım. Onlar da beni efendilerinin huzuruna götürdüler. Ona hikâyemi anlattığımda bana oldukça iyi davrandı ve beni liman görevlisi yaptı. Ben de ona hizmet ettim ve tarafından kabul gördüm. Bu mallar Rabb’imin bana ihsanıdır. Yani benimdir.’
Kaptan öfkeyle haykırdı:
‘Allah Allah! Yahu bu dünya üzerindeki kimsede insanlık ya da vicdan kalmadı mı?’
‘Sana hikâyemi anlatmışken bu sözlerle ne demek istiyorsun kaptan?’
‘Yüklerin sahibinin boğulduğunu duyduğunda onlara haksız yere sahip olmak istedin. Fakat bu yaptığın caiz değil. Onun boğulduğunu kendi gözlerimle gördüm. Yanımdaki birçok yolcu da şahittir buna. Boğulanlardan kimse kurtulamadı. Sen nasıl oluyor da bu malların sahibi olduğunu iddia edebiliyorsun?’
‘Kaptan, şimdi sözlerimi dikkatle dinle, gerçeği kendin de anlayacaksın. Yalan söylemek ve hile yapmak riyakârların işidir.’ Ve ona Bağdat’tan birlikte yola çıktığımızı, balık adaya gelişimizi, neredeyse boğulmak üzere olduğumuzu anlattım. Dahası, yolculuk sırasında birlikte yaşadığımız birkaç olaydan bahsettim. Bunun üzerine kaptan da tüccarlar da hikâyemin doğruluğuna ikna olup beni tanıdılar ve kurtuluşuma sevindiler. Bana:
‘Allah biliyor ya biz senin boğulduğunu düşünmüştük. Şükürler olsun ki Rabb’imiz sana yeni bir hayat bağışlamış.’
Nihayet mallarımı bana teslim ettiler, eşyalarımın üzerinde adımın yazılı olduğunu ve hiçbir şeyin kaybolmadığını gördüm.
Balyaları açıp en değerli ve en iyi olanlarını Şah Mihrican’a hediye etmek üzere ayırdım. Denizcilerden eşyalarımı saraya taşımalarını rica ettim. Şahın huzuruna çıktım ve hediyeleri ayaklarının dibine serdim, sonra ona gemiyi bulduğumu ve eşyalarımı geri aldığımı söyledim. Anlattıklarıma oldukça şaşıran şah, daha önce kendisine anlattıklarımın doğruluğuna da iyiden iyiye ikna oldu. Bana olan saygısı daha da arttı ve hediyelerime daha güzelleriyle karşılık verdi, sonra mallarımı sattım ve büyük bir kâr elde ettim. Kazandığım parayla adaya özgü envaiçeşit mal satın aldım. Diğer tüccarlar yola çıkmak üzereyken mallarımı gemiye yükledim. Sonra şahın yanına gittim, yaptığı iyilikler ve dostluğu için teşekkür edip ona kendi ülkeme ve aileme dönmek zorunda olduğumu söyledim. Bana veda edip bir sürü hediye verdi. Şah ile helalleşme işini bitirip gemiye bindim. Hemen yola çıktık ve yüce Allah’ın izni ve talihimizin de yardımıyla uzun süren yolculuğun sonunda sağ salim Basra’ya vardık. Nihayet ana vatanıma ulaştığım için çok mutluydum. Burada bir süre kaldıktan sonra Bağdat’a doğru yola çıktık. Şehre varır varmaz kendi semtime, evime gittim. Beni ailem ve arkadaşlarım karşıladı. Sonra kendime cariyeler, muhafızlar, zenci köleler; evler, araziler ve bahçeler satın aldım. Öyle ki artık eskisinden bile daha zengindim. Her zamankinden daha neşeli, daha mutlu bir hayat sürüyordum ailem ile birlikte. Yaşadığım bütün acıları, sıkıntıları, çektiğim zahmetleri aklıma bile getirmiyordum. Rahat, huzurlu bir hayatım vardı. En nefis yemekleri yiyor, en lezzetli şarapları içiyordum. Zenginliğim sayesinde bu hayat tarzını devam ettirebiliyordum.
İşte bu, ilk yolculuğumun hikâyesi. Yarın inşallah ikinci yolculuğumun hikâyesini de anlatacağım.”
Daha sonra Denizci Sinbad, Hamal Sinbad’la akşam yemeği yemiş ve ona yüz altın verip:
“Dostluğunla bizi keyiflendirdin.” demiş.
Hamal ona teşekkür edip hediyeyi almış ve denizcinin yaşadığı maceralara hayret edip uzun uzun düşünmüş. Geceyi kendi evinde geçirdikten sonra ertesi sabah erkenden Denizci Sinbad’ın evine gitmiş. Adam onu saygıyla karşılamış ve yanına oturtmuş. Misafirine yemek ikram edip onu ağırladıktan sonra da maceralarını anlatmaya devam etmiş.
DENİZCİ SİNBAD’IN İKİNCİ YOLCULUĞU
“Canım kardeşim, rahat ve keyifli bir hayat sürüyordum. Dün de anlattığım gibi büyük bir huzur ve neşe içerisindeydim; ta ki Allah’ın evrenini ve insanların şehirlerini gezme düşüncesi beni zapt edinceye dek… Yine yola çıkmak ve ticaret yapıp para kazanmak arzusu duyuyordum. Bu düşünceyle büyük miktarda bir parayı, ticari malları ve yolculuk eşyaları almak üzere harcadım. Satın aldıklarımı toparladım ve limana gittim. Talih bu ya orada yola çıkmaya hazır heybetli bir gemiye rastladım. Öyle bir gemi ki en kaliteli malzemelerle donatılmış. Tıpkı benim gibi ticaretle meşgul olan birkaç yolcuyla birlikte gemiye bindim. Eşyalarımızı yükler yüklemez demir aldık. Yolculuğumuz, ilk başlarda oldukça rahattı. Farklı yerlere, adalara gittik. Gittiğimiz her yerde kalabalık bir tacir grubuyla karşılaşıyor, mal alıp satıyorduk. Sonunda kader bizi, yeşilin en güzel tonlarını içinde barındıran, çeşit çeşit meyvelerle dolu, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü, derelerin billur gibi aktığı muhteşem bir adaya sürükledi. Fakat bu adada insan varlığına işaret edecek herhangi bir şey mevcut değildi. Ne bir ses ne bir görüntü… Kaptan bu adaya demir attı. Tüccarlar ve mürettebat hemen karaya çıktı ve kuşların barındığı ağaçların gölgesindeki çimenlerde temiz havayı solumaya başladı. Doğanın bu fevkalade güzelliği, hepimizi büyülüyor, her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan yüce Rabb’imizin eseri, herkeste muazzam bir hayret duygusuna yol açıyordu. Ben de diğerleri gibi adaya çıktım ve Yaradan’ın bana lütfettiği yiyecekleri çıkarttım. Meltem rüzgârı o kadar tatlı, çiçeklerin kokusu o kadar güzeldi ki bir anda mayıştım ve yere uzanıp uykuya daldım.
Uyandığımda yalnızdım. Gemi çoktan yola çıkmıştı. O an terk edildiğimi anladım. Bana haber vermek belli ki hiç kimsenin aklına gelmemişti. Adayı baştan aşağı taradım fakat in cin top oynuyordu. Bu durum bende şiddetli bir ızdıraba ve endişeye yol açtı. Üzüntüden âdeta ölecek gibiydim. Dokunsalar ağlayacaktım. Yorgundum ve büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Sonunda ümidimi iyice kaybettim. Kendi kendime şöyle dedim:
Kedi her zaman dört ayağı üzerine düşmez! İlk seferde beni bulunduğum ıssız yerden kurtaran biri olmuştu fakat şimdi hiç şansım yok…
Sonra ağlayıp sızlanmaya başladım. Büyük bir öfkeye kapılmıştım. Bir kez daha yolculuğun tehlikelerine ve sıkıntılarına maruz kaldığım için kendimi suçluyordum. Kendi ülkemde, kendi evimde, yediğim önümde yemediğim arkamdayken ıssız bir yerde yapayalnız ve çaresiz kalmış olmayı kendime yediremiyordum. Bağdat’tan ayrıldığım için çok pişmandım. Üstelik bütün bunları kıl payı kurtulabildiğim ve çok büyük acılar çekmeme sebep olan ilk yolculuğumun sonrasında yaşamıştım. Birden kendi kendime şöyle söylediğimi fark ettim: Allah’tan geldik yine Allah’a döneceğiz.
Tıpkı cin çarpmış gibi deliye dönmüştüm. Ayağa kalktım ve bütün adayı