Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
görevli kişiye- kendisine her zamanki gibi bir bakire getirmesini emretmiş. Vezir, şahın istediği kadını aramış fakat bulamamış. Bunun üzerine şahın canını almasından endişe ederek geri dönmüş.
Vezirin iki kızı varmış: Şehrazat ve Dünyazat. Büyük kızı kitapları, tarihî metinleri, önceki şahların efsanelerini, eskilerin yaptıklarını okur incelermiş. Hatta bir söylentiye göre tarihle, antik devirlerle ve eski hükümdarlarla alakalı bin kitaplık bir koleksiyonu varmış. Şairlerin eserlerini okur ve onları kalpten hissedermiş. Felsefe, sanat ve çeşitli ilimleri bilirmiş. Oldukça hoş, kibar, akıllı ve keskin zekâlı; çok okumuş, iyi yetiştirilmiş bir kızmış. O gün babasına sormuş:
“Seni böyle kederlendiren ve endişelendiren şey nedir?” Ardından bu konuyla ilgili bir şiir okumuş:
“Acıları olanlara söyle,
Keder sürmez sonsuza dek
Neşe sabahı olmayan bir gece
Geçer dert tasa, etme merak.”
Bunun üzerine vezir, şahla yaşadığı her şeyi baştan sona kızına anlatmış.
Kızı: “Allah aşkına baba, daha ne kadar kadın öldürülecek? Sana iki tarafı da kurtaracak çözümün ne olduğunu söyleyeyim mi?” demiş.
“Söyle kızım.” demiş vezir.
“Beni Şah Şehriyar’la evlendir. Ya yaşarım ya da memleketin sağ kalan kızlarını ölümden kurtarırım!”
“Allah seni affetsin!” diye bağırmış büyük bir öfke ile vezir: “Ah seni akılsız, kendini nasıl böyle bir tehlikeye atarsın? Ne cesaretle bana bu mantıksız ve aptalca şeyleri söylersin? Bil ki hayatı anlamaktan uzak olanlar yaşarlar talihsizliği ve sonunu düşünmeden hareket edene olur hayat düşman. Bir bahtsız adam der ki: ‘Hiçbir şey rahatımı, işgüzarlığım kadar bozmadı.’ ”
“Bırak bu hayırlı işi yapayım, isterse beni öldürsün. Diğerlerine kefaret olmak için ölmüş olurum.” diye araya girmiş Şehrazat.
“Ah evladım!” demiş vezir. “Hayatını böyle tehlikeye atmanın sana ne faydası var?”
“Ah baba, başıma ne gelirse gelsin bunu yapmalıyım.”
Vezir yine öfkelenmiş, kızını azarlamış ve ona sitemle: “Aslında eşek, öküz ve çiftçinin başına gelenlerin senin de başına gelmesinden korkarım.” demiş.
“Peki, ne gelmiş onların başına baba?” diye sormuş kız.
Bunun üzerine vezir; eşek, öküz ve çiftçinin hikâyesini anlatmaya başlamış:
“Bir zamanlar çok zengin ve bir sürü büyükbaş hayvanı olan bir çiftçi yaşarmış. Bu çiftçi karısı ve ailesi ile birlikte taşrada oturur, tarım ve rençperlik ile uğraşırmış. Yüce Allah bu adama her türlü yaratığın ve kuşun dillerini anlama kabiliyetini ihsan etmiş. Fakat olur da bu yeteneğinden birine bahsederse ölümle cezalandırılacakmış. Ölüm korkusundan bunu bir sır olarak saklamış. Bu adamın ahırında bir eşek bir de öküz kendi bölmelerinde yan yana dururmuş.
Bir gün adam hizmetçileriyle ahırın yanında otururken öküzün eşeğe şunları söylediğini duymuş:
‘Selam ve esenlikler olsun sabahların efendisine ki sen rahatça dinlenip iyi bakılıyorsun. Kaldığın yer iyi temizleniyor. Senin üstüne biniyor, sana iyi bakıyorlar. Yemin elekten geçiyor ve taze kaynak suyu içiyorsun. Bense -talihsiz yaratık ben- sabahın köründe kaldırılıyorum. Boynuma saban ve boyunduruk diye bir şey bağlıyorlar ve ben, gün doğumundan gün batımına kadar toprağı sürmekten yoruluyorum, yapabileceğimden çok daha fazlasını yapmaya zorlanıyorum. Vücudum yorgunluktan yıprandığında, boynumdaki deri yüzüldüğünde, bacaklarım ağrıdan sızladığında ve gözlerim yaşlarla dolduğunda bile ancak geceden geceye dinlenebiliyorum. Beni ahıra kapatıp içine çamur karışmış fasulye ve saman veriyorlar yem olarak. Bütün gece çöpün ve pisliğin arasında yatıyorum. Sense temizlenmiş, süpürülmüş yerde her zaman rahat içinde yatıyorsun. Sadece efendinin işi olduğunda -ki nadiren oluyor- senin üstüne biniyor ve şehre gidip hemen dönüyor. Demek istediğim şu ki ben yorulup sıkıntı çekerken sen rahatsın ve dinleniyorsun. Ben uykusuzken sen uyuyabiliyorsun. Ben açken sen karnını tıka basa doldurabiliyorsun. Beni hor görürlerken sana değer veriyorlar.’
Öküz konuşmasını bitirdiğinde eşek ona dönmüş ve: ‘Ah seni koca kafalı, zavallı! Öküz kafalı diye boşuna dememişler. Ey öküz efendi sende bir gram akıl yok! Sen budalaların en budalasısın ve belli ki hiç nasihat dinlemiyorsun.
Bilge bir adamın dediğini duymamışsın:
Başkaları için katlanıyorum dertlere, çilelere
Onlar zevküsefa sürerken ben tüketiyorum kendimi
Adam ki karartır yüzünü güneşte
Ağartmak için başkalarının elbiselerini.
Ama sen aptal, efendi için çalışıp didiniyorsun. Kendini başkasının rahatı için yorup hırpalamaya, harap etmeye hazırsın. Şu sözü hiç duymadın mı? Kişinin faydası da zararı da kendine. Sabah ezanında çalışmaya başlayıp gün batımında dönüyorsun. Gün boyunca her türlü sıkıntıya, dayağa ve hakarete maruz kalıyorsun. Şimdi beni dinle öküz efendi! Kokan yemliği boynuna bağladıklarında yere çök, tepinmeye başla, onları boynuzla ve böğür. Önüne yem koyduklarında iştahla ye, koca karnını doyur. Eğer tavsiyemi dinlersen benimkinden bile daha rahat bir hayatın olur. Tarlaya gittiğin zaman boynuna boyunduruk denilen şeyi bağladıklarında yere çök, seni dövmeye başlasalar bile kalkma. Kalksan da tekrar yat. Eve geldiğinde önüne o fasulyelerden koyarlarsa geri çekil, sadece kokla, tadına bile bakma, yalnızca samanla idare et. Sonra hastalanmışsın gibi yap. Bir gün, iki gün, hatta üç gün boyunca bunu yapmaya devam et. Böylece çalışıp didinmekten kurtulursun.’
Bu sözleri duyan öküz, eşeğin arkadaşı olduğunu düşünmüş ve ‘Nasihatin çok doğru.’ diyerek ona teşekkür etmiş. Bütün hayırlarının onun üzerine olmasını diledikten sonra şöyle haykırmış: ‘Sen ki hatalarımı görmemi ve uyanmamı sağladın. Teşekkür ederim.’
Meğer eşekle öküz kendi aralarında böyle konuşurken çiftçi onları kapı aralığından dinliyormuş. Ertesi gün öküzü götürmüş, boynuna sabanı asmışlar, her zamanki gibi çalışmaya zorlamışlar. Ama öküz, eşeğin tavsiyesi üzerine çalışmaktan kaçınmış ve sabanı süren işçi onu dövmeye başlayınca boyunduruğu kırıp kaçmış. Fakat adam onu yakalamış ve öldüresiye kırbaçlamış. Buna rağmen öküz kıpırdamamış ve akşama kadar yerde yatmaya devam etmiş. Sonra işçi onu götürüp ahıra bağlamış. Fakat öküz yemini yememiş; tıpkı sabahleyin yaptığı gibi… Tepinmemiş, ayağını yere vurmamış, boynuz atmamış ya da böğürmemiş. Dolayısıyla adam da meraklanmış. Öküze fasulyeleri ve samanı getirmiş. Fakat öküz sadece koklamış, sonra yatmış, yemden olabildiğince uzak durmuş ve bütün gece âdeta oruç tutarcasına aç kalmış.
Ertesi gün işçi gelip yemliğin fasulyelerle dolu olduğunu, samanın yenmediğini ve öküzün ayaklarını yayıp şişmiş karnıyla çok kötü bir hâlde yattığını görünce onun için endişelenmiş ve kendi kendine şöyle demiş: Allah biliyor ki bu hayvan mutlaka hastalandı ve dün bu sebepten tarlayı sürmedi.
Sonra çiftçinin yanına gitmiş ve olanları anlatmış: ‘Ah efendim! Öküz hasta, dün gece de bu sabah da yemini yemedi.’
Çiftçi, eşek ile öküz arasındaki konuşmaya kulak misafiri olduğu için ne olduğunu