Otuz Yaşındaki Kadın. Оноре де Бальзак
kadar gençsin, güçsüzsün, incesin sen henüz. Annenle ben seni nasıl şımarttıksa d’Aiglemont’nun anası babası da onu şımartmıştır. İkiniz de bildiğinizi okumak isteyeceksiniz, iradeleriniz çatışacak; bu şartlar altında anlaşacağınız nasıl umulabilir? Ya sen onun kurbanı olacaksın ya o senin. Her iki durum da bir kadının yaşantısına eşit sayıda mutsuzluklar getirir. Fakat sen uysalsın, alçak gönüllüsün, ilkin boyun eğeceksin.” Yaşlı adam heyecandan kısılan bir sesle devam etti, “Sözün kısası, sende ince duygular var ama kimse farkına varmayacak bunların, o zaman da…”
Sözünü bitiremedi, gözleri yaşardı. Biraz durduktan sonra devam etti, “Victor senin körpe ruhunun saf meziyetlerini incitecek. Askerleri tanırım ben Julie’ciğim, ömrüm orduda geçti. İçinde yaşadıkları felaketlerin verdiği alışkanlıkları veya maceralı yaşantılarının rastlantılarını bu adamların yüreklerinin alt edebildiği seyrek görülmüştür.”
Julie yarı şaka yarı ciddi bir tavırla cevap verdi:
“Öyleyse duygularımın dikine gitmek istiyorsunuz siz babacığım. Beni kendim için değil de kendiniz için evlendirmek istiyorsunuz.”
Babası şaşırdı, “Seni kendim için evlendirmek ha?” dedi. “Oysa seni böyle tatlı tatlı azarlayan sesimi yakında işitmeyeceksin artık. Anne babalarının kendileri için yaptıkları fedakârlıkları kişisel bir duyguya yoran çocukları hep görmüşümdür! Evlen Victor’la, Julie’ciğim. Günün birinde onun hiçliğini, savrukluğunu, bencilliğini, kabalığını, gönül işlerindeki yayalığını ve ondan sana gelecek binlerce başka üzüntüyü görüp acı acı dövüneceksin. Bu ağaçlar altında yaşlı babanın olacakları önceden bildiren sesinin kulaklarında boş yere çınlamış olduğunu hatırla o zaman!”
Yaşlı adam sustu, kızının isyancı bir tavırla başını salladığı gözünden kaçmamıştı. İkisi de arabalarının önünde durduğu kapıya doğru ilerlediler. Bu sessiz yürüyüş sırasında genç kız belli etmeden babasının yüzünü inceledi, yüzündeki somurtkanlık da yavaş yavaş geçti. Yere eğik bu alında yer etmiş olan derin keder, büyük bir etki yaptı onda. Tatlı, değişik bir sesle, “Victor hakkında beslediğiniz düşünceleri değiştirmediğiniz sürece ondan bahsetmeyeceğim size, söz veriyorum.” dedi.
Yaşlı adam şaşırarak kızına baktı. Gözlerinden akan iki damla yaş, buruşuk yanaklarından aşağıya yuvarlandı. Çevrelerindeki kalabalığın önünde Julie’yi öpemedi ama elini şefkatle sıktı. Arabaya bindiğinde, alnında biriken bütün kara düşünceler yok olup gitmişti. Kızının biraz üzgün hâli, geçit töreni sırasında Julie’nin açığa vurduğu masumca sevinçten çok daha az kaygılandırıyordu onu o sırada.
1814 martının ilk günlerinde, imparatorun düzenlediği o geçit töreninin üzerinden bir yıldan az eksik bir zaman geçmiş bulunuyor ve Amboise’dan Tours’a giden yolda bir araba ilerliyordu. Frilliere adlı konak yeri, ceviz ağaçlarının yapraklarından meydana gelme yeşil bir kubbe altında gizlenmişti. Araba oradan ayrılırken öylesine hızla ilerledi ki Cise Irmağı’nın Loire Nehri’ne döküldüğü noktada yapılmış olan köprüye çabucak ulaşıverdi ve orada durdu. Genç bir sürücü, efendisinden aldığı emir üzerine konak yerindeki atların en yüğrüklerinden dördünü çok sert sürdüğü için, koşum kayışlarından biri kopmuştu.
Böylece, bir rastlantı sonucu, arabada bulunan iki kişi uyandıklarında, Loire Nehri’nin o çok büyüleyici kıyılarının gösterebileceği en güzel manzaralı yerlerinden birini seyretmek imkânını buldular. Yolcu, sağında, çayırların arasından gümüşi bir yılan gibi akan Cise Irmağı’nın bütün kıvrımlarını bir bakışta görür. Baharda yeni yeni biten otlar o sırada zümrüt yeşili bir renkte idiler. Solda, Loire Nehri bütün ihtişamıyla ortaya çıkar. Biraz soğukça bir sabah rüzgârının meydana getirdiği birkaç sağanağın sayısız küçük yüzeyi, bu heybetli nehrin geniş sularının yüzünde güneş ışınlarını yansıtıyordu. Tıpkı bir gerdanlığın taneleri gibi suyun yüzünde yeşil adalar yer yer birbirini izliyordu. Nehrin öbür yakasında Touraine’in en güzel kırlarıyla köyleri, hazinelerini göz alabildiğine ortaya seriyorlardı. Ta uzaklarda göz, Cher ilinin tepelerinden başka bir engele rastlamıyordu. O sırada da bunların dorukları, gökyüzünün saydam maviliği üzerinde ışıklı çizgiler meydana getirmekteydi. Bu tablonun bitiminde, adaların körpe yapraklarının arasında Tours şehri, tıpkı Venedik gibi suların içinden çıkıveriyordu sanki. Eski katedralinin çan kuleleri havada yükseliyor ve orada, beyazımsı birkaç bulutun meydana getirdiği gerçek dışı şekillere karışıyorlardı.
Arabanın üzerinde durduğu köprünün ilerisinde yolcu, Loire Nehri boyunca ta Tours’a kadar, sıra sıra kayalar görüyordu karşısında. Tabiatın bir cilvesiyle bunlar, nehri zapt etmek için buraya kondurulmuşlardı sanki. Nehrin dalgaları boyuna taşı kemiriyor, bu hâl ise yolcuyu şaşırtıyordu her zaman. Vouvray köyü bu kayaların boğazları ve çöküntüleri üzerine kuş yuvası gibi konmuştu; kayalar da Cise Köprüsü önünde bir dirsek meydana getiriyorlardı. Daha ileride, Vouvray’den Tours’a kadar, bu sarp tepenin korkunç çukurluklarında bağcılar oturmaktaydı. Birçok yerde kayalara oyulmuş, üst üste üç kat hâlinde evler vardır. Bunlara taşa oyulmuş çok tehlikeli merdivenlerden ulaşılır. Bir damın tepesinde eteklikli bir kız, bahçesine koşar. Bir asmanın çubukları ile yeni filizlenen dalları arasından bir bacanın dumanı yükselir. Bahçıvanlar dik tarlaları ekip biçerler. Yerinden kopmuş bir kaya parçasının üzerinde kımıltısız oturan yaşlı bir kadın, bir badem ağacının çiçekleri altında çıkrığını çevirir. Ayaklarının altından yolcuların geçişini seyreder, onların korkuşlarına gülümser. Ne yerdeki çatlaklarla yarıklar ne de eski bir duvarın eğik yıkıntısı tasalandırır onu. Duvarın üstüne oturduğu taşları, sadece bir sarmaşığın eğri büğrü kökleri tutmaktadır artık. Fıçıcıların çekiç sesleri açık hava mahzenlerinin tonozlarında çın çın öter. Ve nihayet, insanların toprağı işlemesine tabiatın engel olduğu bu yerde toprak, her yerde ekilidir, her yerde verimlidir.
Onun için Loire Vadisi’nde hiçbir şey, yolcunun gözleri önüne Touraine’in serdiği zengin manzarayla kıyaslanamaz. Görünüşleri kısaca belirtilen bu sahnenin üçlü tablosu, insanın ruhuna, anısı bir daha silinmemecesine akılda kalacak manzaralardan birini sunar. Bu manzarayı bir ozan seyretti mi bunun masallara yaraşan romantik etkileri çoğu zaman hayalinde yeniden canlanır. Araba, Cise Köprüsü üzerine geldiği sırada Loire’nın adaları arasından birçok beyaz yelken çıktı ve bu hoş manzaralı yere yeni bir güzellik kattı. Nehrin kıyısındaki söğütlerin kokuları da nemli rüzgâra, içe işleyen rayihaların tadını katıyordu. Kuşlar durmadan ötüşüyorlar; bir keçi çobanının tek düzenli türküsü bu cıvıltılara bir çeşit hüzün ekliyor; kayıkçıların bağırışları ise uzaklarda bir çalkantı olduğunu haber veriyordu. Bu geniş alan içindeki ağaçların çevresine nazlı nazlı dolanmış olan gevşek buğular, manzarada son bir güzellik daha yaratıyorlardı. Bütün ihtişamı içinde Touraine’di, bütün parlaklığı içinde ilkbahardı bu. Yabancı orduların rahatını bozmadıkları tek yer olan Fransa’nın bu bölgesi, bu sırada sakin olan biricik bölgeydi; istilaya meydan okuyordu sanki.
Araba durur durmaz asker şapkası giymiş bir baş dışarıya uzandı. Az sonra da öfkeli bir asker arabanın kapısını kendisi açtı ve sanki sürücüye çıkışmak istermiş gibi yere atladı. Bu Touraine’linin koşum kayışını işten anlar bir tavırla onardığını görünce Albay Kont d’Aiglemont rahatladı, uyuşmuş kaslarını gevşetmek ister gibi kollarını açarak yine arabanın kapısı önüne geldi. Esnedi, manzarayı seyretti ve kürklü bir mantoya sımsıkı sarınmış