Otuz Yaşındaki Kadın. Оноре де Бальзак
kendinde ama çektiği bütün acıları açığa vuran ve “evet” anlamına gelen bir hareket yaptı.
“Mutsuzsun şu hâlde?”
“Yooo, hayır teyzeciğim! Victor beni tapınırcasına seviyor, ben de çok seviyorum onu, öyle iyi ki!..”
“Evet, seviyorsun onu ama ondan da kaçıyorsun, değil mi?”
“Evet… Ara sıra… Çok sık üstüme düşüyor.”
“Yalnız olduğunda gelip seni o hâlde yakalayacak diye çoğu zaman korktuğun olmuyor mu?”
“Ne yazık ki evet teyzeciğim ama inanın ki çok seviyorum onu.”
“Onun zevklerini paylaşamadığın veya paylaşmasını bilemediğin için gizliden gizliye kendini suçladığın olmuyor mu? Yasak bir sevgiye göre meşru bir sevgi beslemenin daha güç olduğunu hiç düşünmedin mi?”
Julie ağlayarak, “Tamam, doğru söylediniz.” dedi. “Benim için her şey bir bilmece iken siz, her şeyi sezip biliyorsunuz. Duygularım uyuşmuş hâlde, kafamda düşünce diye bir şey yok, kısacası zar zor yaşıyorum. Ruhum ne olduğu anlatılamaz, belirsiz bir korkunun baskısı altında. Bu korku duygularımı buz gibi soğutuyor, sürekli bir uyuşukluk içine atıyor beni. Sızlanmak için ses çıkaramıyorum; çektiğim acıyı anlatacak sözleri bulamıyorum. Acı çekiyorum, Victor’un beni öldüren şey yüzünden mutlu olduğunu görünce de acı çektiğim için utanç duyuyorum.”
Teyzenin neşeli yüzü birdenbire keyifli bir gülümseyişle ışıldadı. Gençliğinden kalma neşe yansımalarıydı bunlar, “Çocukluk, aptallık bütün bunlar!” diye bağırdı.
Genç kadın umutsuzlukla, “Siz de gülüyorsunuz demek…” dedi.
Markiz hemencecik devam etti, “Böyleyimdir ben. Şimdi Victor seni yalnız bıraktı ya yeniden genç kızlığa dönmedin mi rahatlamadın mı? Zevklerin yok ama acıların da yok, değil mi?”
Julie’nin gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmıştı.
“Sözün kısası yavrum, Victor’u tapınırcasına seviyorsun, değil mi? Ama karısı olmaktansa kız kardeşi olmayı daha çok isterdin, evlilik de senin başaracağın iş değil, öyle mi?”
“Evet, öyle teyzeciğim. Neden gülümsüyorsunuz ama?”
“Haklısın yavrucuğum; bütün bunların hiç de iç açıcı bir yanı yok. Seni kanadımın altına alıp korumazsam eski tecrübeme dayanarak da duyduğun acıların çok masum olan nedenini sezemezsem ileride başına birçok felaket gelebilir. Yeğenim olacak aptal, mutluluğunu hak etmemiş! Çok sevgili kralımız XV. Louis’nin saltanat döneminde, senin durumunda olan bir genç kadın; böyle münasebetsizlikler ettiği için kocasını çok geçmeden cezalandırırdı. Bencil herif! O imparator olacak tiranın askerleri de bilgisiz birtakım adamlar. Kabalığı çapkınlık sanıyorlar, sevmeyi bilmedikleri gibi kadınları da tanımıyorlar. Bir gün sonra ölüme gidecek olmaları, bir gün önce biz kadınlara karşı terbiyeli, nazik davranmaktan kendilerini bağışık tutacak sanıyorlar. Eskiden erkekler, zamanında ve yerinde sevmeyi de ölmeyi de bilirlerdi. Sevgili yeğenim, kocanı adam edeceğim ben. Aranızdaki acıklı anlaşmazlığı oldukça tabii bulmak gerek. Sonunda birbirinizden nefret etmenize yol açacak bu, boşanmaya kalkacaksınız ama ara yerde umutsuzluğa kapılıp ölmezseniz. İşte ben bu anlaşmazlığa son vereceğim.”
Julie, teyzesini hayretle olduğu kadar şaşkınlıkla da dinliyordu. İçlerinde gizli olan sağduyuyu anlamadığı fakat sezdiği bu sözleri duyunca afallamıştı. Görmüş geçirmiş bir hısmın ağzından fakat daha yumuşak bir biçim altında, Victor için babasının söylediği yargıyı yeniden işittiği için de çok korkmuştu. Geleceğini hemen seziverdi belki ve üzerine çökecek felaketlerin ağırlığını da duydu herhâlde. Hüngür hüngür ağlamaya başladı çünkü ve “Bana anne olun siz.” diyerek yaşlı hanımın kolları arasına atıldı.
Teyze ağlamadı; Devrim eski krallık dönemi kadınlarının gözlerinde az yaş bırakmıştı çünkü. Eskiden sevgi, daha sonra da Devrim’in Tethiş dönemi onları en acıklı durumlarla içli dışlı etmişti. Bu yüzden, yaşamın tehlikeleri arasında soğuk bir vakarı, içten fakat fazla gösterişli olmayan bir sevgiyi muhafaza edebiliyorlardı. Bu da onlara görgü kurallarına ve bir davranış asilliğine daima bağlı kalmak imkânını veriyordu ki yeni töreler bu türlü şeyleri bir yana bırakmak gibi bir hata işlemişlerdir. Yaşlı hanım genç kadını kolları arasına aldı, onu bu kadınların gönüllerinden çok davranışlarında bulunan bir şefkat ve bir sevimlilikle alnından öptü. Tatlı sözlerle gelinini nazlandırdı, mutlu bir gelecek vadetti ona; yatağına yatmasına yardım ederken, ona sanki kendi kızıymış gibi aşk ninnileri söyledi. Sevgili bir kız ki onun umudunu da kederlerini de benimsiyordu. Gelininin kişiliğinde kendini yine gençleşmiş, yine toy, yine güzel buluyordu.
Kontes bundan böyle kendisine her şeyini söyleyebileceği bir arkadaş, bir anne bulmuş olmaktan mutlu, uyuyakaldı. Ertesi gün teyze ile gelin duygularda bir ilerleme, iki ruh arasında daha tam bir kaynaşma olduğunu ispatlayan o derin içtenlikle, o anlaşma edasıyla öpüştükleri sırada bir atın nal seslerini duydular. Başlarını aynı anda çevirdiler ve genç İngiliz’in her zamanki gibi ağır ağır geçtiğini gördüler. Bu iki yalnız kadının sürdükleri hayat üzerinde az çok bir inceleme yapmışa benziyor ve öğle yemekleriyle akşam yemeklerinde orada bulunmaktan hiçbir zaman geri kalmıyordu. Atı, haber vermeye ihtiyaç kalmadan adımlarını yavaşlatıyordu. Sonra yemek odasının iki penceresi arasındaki mesafeyi aşmak için harcadığı zaman boyunca Arthur, oraya mahzun mahzun bakıyordu. Kontes çoğu zaman onu küçümsüyor, kendisine dikkat bile etmiyordu. Fakat taşra hayatını canlandırmak için en küçük şeylere bile gösterilen ve üstün ruhlu insanların kendilerini güçlükle uzak tuttukları o aşağılık meraklara alışık olan markiz, İngiliz’in çok üstü kapalı olarak ifade ettiği utangaç, ağırbaşlı sevgiden hoşlanıyordu. Düzenli olarak tekrarlanan bu bakışlar, markiz için bir alışkanlık hâline gelmişti ve her gün, Arthur’un geçtiğini yeni yeni şakalarla haber veriyordu. Sofraya otururken iki kadın da aynı zamanda İngiliz’e baktılar. Julie ile Arthur’un gözleri bu kez öylesine belirli duygularla rastlaştılar ki genç kadın kızardı. İngiliz hemen atını kamçıladı, dörtnala uzaklaştı.
Julie, teyzesine, “İyi ama ne yapmak gerek?” dedi. “Bu İngiliz’in geçtiğini gören kimseler benim için ne düşünürler kim bilir…”
Teyze onun sözünü keserek, “Evet.” dedi.
“Öyleyse buralarda böyle dolaşma, diyemez miyim ona?’’
“Bu onda, tehlikeli olduğu gibi bir düşünce uyandırmaz mı? Hem zaten bir kimseyi canının istediği yere gidip gelmekten alıkoyabilir misin? Yarın artık bu odada yemek yemeyiz. Bizi burada göremeyince de genç kişizade seni pencereden sevmekten vazgeçecektir. İşte yavrucuğum, toplum hayatına alışık, görgülü bir kadın böyle davranır.’’
Fakat Julie’nin mutsuzluğunun tam olması mukadderdi. İki kadın sofradan henüz kalkmışlardı ki Victor’un oda uşağı birden çıkageldi. Sapa yollardan geçerek Bourges’dan doludizgin gelmiş, kontese kocasından bir mektup getirmişti. İmparatordan ayrılmış olan Victor, karısına; imparatorluk rejiminin yıkıldığını, Paris’in düştüğünü ve Fransa’nın her yanında Bourbon hanedanı için coşkun bir sevgi gösterildiğini haber ediyordu. Fakat Tours’a kadar nasıl geleceğini bilemediğinden, karısından hemen Orleans’ya gelmesini rica ediyordu. Kendisi de kontes için hazırlanmış pasaportlarla orada bulunabileceğini umuyordu. Eski bir asker olan bu oda uşağı, Tours’dan Orleans’ya kadar Julie’ye eşlik edecekti. Victor bu yolun henüz açık olduğunu sanıyordu.
Oda