Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3. Артур Конан Дойл
gün Bayan Mary Sutherland bize basit meselesini anlatmadan önce konuştuklarımızı hatırlıyor musun? Alışılmamış sonuçlar ve olağanüstü uyuşmaların hayatın içinde olduğunu ancak bunları görmek için hayal gücünden çok cesaret gerektiğini söylemiştim.”
“Şüphe etmeye cesaret ettiğim bir düşünce.”
“Evet doktor, ama yine de biraz sonra benim bakış açıma geleceğine inanıyorum. Böyle olmasaydı üst üste bir sürü gerçeği sıralardım; ta ki kendi söylediklerinin altında ezilip benimkileri kabul edene kadar. Her neyse, Bay Jabez Wilson, tüm iyi niyetiyle bu sabah bana uğradı ve öyle bir hikâye anlattı ki uzun zamandır böylesine rastlamamıştım. Daha önce de söylediğim gibi en tuhaf ve en ilginç olayları büyük suçlarla değil, ufak suçlarla bağdaştırabiliriz ve tabii ki kesinleşmiş suçlarda her zaman şüphe için yer vardır. Dinlediğim kadarıyla şu anki davanın bir suçla ilgisi olup olmadığını söylemem zor; ama olaylar zinciri, bunun, dinlediğim en ilginç hikâyelerden biri olduğunu ortaya koyuyor. Belki, Bay Wilson, hikâyenizi yeniden anlatma lütfunda bulunursunuz. Sadece arkadaşım Dr. Watson giriş bölümünü kaçırdığı için değil, ben de oldukça tuhaf hikâyenizi sizin ağzınızdan hevesle tekrar dinlemek istiyorum. Alışkanlığım gereği, olayların en ufak ayrıntılarını dinlerken aklıma gelen binlerce benzer davayı göz önüne alıp onları sonuca ulaşmak için rehber olarak kullanıyorum. Oysa itiraf etmeliyim ki şimdiki olayda anlattıklarınızın eşi benzeri yoktur.”
Bu iri yarı müşteri, söylenenlerden gururlanarak göğsünü biraz kabarttı ve paltosunun iç cebinden pis ve buruşuk bir gazete çıkardı. İlanı bulup gazete sayfasını düzeltti ve dizlerinin üzerine koydu. Arkadaşımı taklit ederek adamı iyice incelemeye çalıştım ve kıyafetiyle dış görünüşünün sunduğu ipuçlarını yorumlamakla uğraştım.
Ancak pek ilerleme kaydedemedim. Ziyaretçimiz ortalama bir İngiliz eşrafı gibi şişman, görkemli ve yavaştı. Bol, gri kareli çoban pantolonu, düğmeleri açık ve çok temiz olmayan bir redingot ile açık kahverengi bir yelek giymişti. Yeleğinin cebindeki Albert zincirinin ucundan, sivri uçlu pirinçten yapılmış kare bir metal parçası sarkıyordu. Yıpranmış bir şapka ile buruşuk kadife yakalı, solmuş kahverengi bir palto, yanındaki sandalyede duruyordu. Kıpkırmızı saçları ve çok üzüntülü, memnuniyetsiz yüz ifadesi dışında pek belirgin bir özelliği yoktu.
Sherlock Holmes keskin gözleriyle ne yapmaya çalıştığımı hemen anladı ve inceleyen bakışlarımı fark edince gülümseyerek kafasını salladı. “Müşterimizin bir ara işçi olarak çalışması, enfiye çekiyor olması, Mason oluşu, Çin’e gitmiş olması ve son zamanlarda bol bol yazı yazması dışında bir şey bulamadım.”
Bay Jabez Wilson sandalyesinde doğruldu, parmağı hâlâ gazetede olduğu hâlde arkadaşıma bakakaldı.
“Tanrı aşkına bütün bunları nereden bildiniz, Bay Holmes?” diye sordu. “Örneğin benim işçilik yaptığımı nereden bildiniz? Bu söylediğiniz İncil kadar gerçek ve iş hayatına da gemide doğramacı olarak başladım!”
“Elleriniz sevgili bayım. Sağ eliniz, sol elinizden gözle görülür ölçüde daha büyük. O elinizle çalıştınız ve dolayısıyla kasları daha gelişmiş.”
“Peki ya enfiye çekmem, masonluk?”
“Onları nasıl anladığımı zekânıza hakaret etmiş gibi olmamak için anlatmayacağım, özellikle koyduğunuz katı kurallardan sonra. Ama şunu belirteyim ki yay ve pusula şeklinde bir kravat iğnesi kullanıyorsunuz.”
“Ah, tabii, bunları unuttum! Peki, çok yazı yazdığıma dair öngörünüze nasıl bir açıklama getireceksiniz?”
“Yaklaşık beş inç boyunca sağ manşetiniz pırıl pırıl; ama masada dinlendirdiğiniz sol kolunuzda dirseğinize yakın, düzgün bir leke var. Bundan başka nasıl bir anlam çıkarabilirdim ki?”
“Ya Çin?”
“Sol el bileğinizin hemen üzerindeki balık dövmesi ancak Çin’de yapılabilirdi. Dövme konusunda ufak bir çalışma yaptım ve hatta bununla ilgili bir yazılı eserle edebiyata katkıda bulunmuşluğum bile var. Balığın pullarını hafif pembeye boyama tekniği yalnızca Çin’de kullanılıyor. Ayrıca saatinizin zincirinde Çin bozuk parasının sallandığını görünce bu çıkarımı yapmak daha da kolay oldu.”
Bay Jabez Wilson uzun uzun güldü. “Çok hoş!” dedi. “Başta çok zekice bir şeyler yaptığınızı sanmıştım ama görüyorum ki pek de abartılacak bir şey yokmuş.”
“Düşünüyorum da Watson…” dedi Holmes. “Anlatarak hata yapıyorum. ‘Omne ignotum pro magnifico.’2 Biliyorsun benim zaten az olan şanım, böyle dobra dobra konuştuğum için yok olup gidecek. İlanı bulabildiniz mi Bay Wilson?”
“Evet, şimdi buldum.” diye cevap verdi, kalın kırmızımsı parmağını gazetenin ortasına bastırarak. “İşte burada! Her şey bunun sayesinde başladı. Buyurun, kendiniz okuyun efendim.”
Gazeteyi elime alarak okumaya başladım.
“KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜNE
Lebanon, Pensilvanya, Amerika’dan merhum Ezekiah Hopkins’in vasiyeti gereği, kulüp üyeliği için bir kişilik kontenjan açılmıştır. Kabul edilecek kişiye sembolik hizmetler karşılığında haftada dört pound verilecektir. Sağlıklı, akli dengesi yerinde, yirmi bir yaşın üzerindeki tüm kızıl saçlı erkekler bu pozisyon için uygundur. Pazartesi saat 11’de, Duncan Ross ile görüşmek için kulüp ofisine, Pope’s Court, Fleet Caddesi, No:7’ye kişinin bizzat kendisinin müracaat etmesi gerekmektedir.”
“Tanrı aşkına bu ne demek oluyor?” diye haykırdım, bu ilginç ilanı iki kez okuduktan sonra.
Holmes neşelendiği zaman hep yaptığı gibi kıkırdadı ve koltuğunda bir yandan diğer yana sallandı. “Biraz alışılmışın dışında değil mi?” dedi. “Ve şimdi Bay Wilson, baştan başlayarak bize kendinizi, ev yaşantınızı ve bu ilanın sizde yaptığı etkileri anlatır mısınız? Yalnız önce gazeteye ve yayımlandığı tarihe bakar mısınız doktor?”
“ ‘The Morning Chronicle’, 27 Nisan, 1890. İki ay öncesinin bu.”
“Pekâlâ. Şimdi Bay Wilson?”
“Size anlattığım gibi Bay Sherlock Holmes.” dedi Jabez Wilson alnını silerken. “Coburg Meydanı’nda şehre yakın küçük bir tefeci dükkânım var. Öyle büyük bir şey değil, hatta son yıllarda karın tokluğuna çalışıyorum bile diyebilirim. Eskiden iki yardımcım vardı ama artık bire düşürdüm. Hatta onun maaşını bile ödeyecek gücüm yok ama işi öğrenmek için yarı ücretle çalışmaya razı olduğunu söyledi.”
“Bu yardımsever gencin adı nedir?” diye sordu Holmes.
“Adı Vincent Spaulding ve o kadar da genç sayılmaz. Yaşını tahmin etmek biraz zor. Ondan daha akıllı bir adamla çalışmayı dileyemezdim, Bay Holmes. Kendisini geliştirirse benim verdiğim maaşın iki katını kazanabileceğini çok iyi biliyorum; ama o mutluysa kafasına böyle şeyleri neden sokayım ki?”
“Elbette. Niye sokasınız ki? Piyasadan daha düşük bir ücrete çalışacak birini bulduğunuz için kendinizi şanslı saymalısınız. Hele bu dönemde bu durum, işverenler için çok sık rastlanan bir şey değilse. Yardımcınızın bahsettiğiniz kadar olağanüstü olup olmadığını bilmiyorum.”
“Ah, tabii ki onun da kusurları var!” dedi Bay Wilson. “Fotoğrafçılığa bu kadar düşkün olan birini görmemiştim. Zekâsını geliştirmesi gerekirken
2
“Bilinmeyen her şey mükemmel zannedilir.” anlamında Latince bir cümle (e.n.).