Gurur ve Ön Yargı. Джейн Остин
de kendi atları yok.”
“Arabayla gitmeyi yeğlerdim.”
“Ama canım, baban atları arabaya koşamaz ki! Çiftlikte onlara ihtiyaç var, değil mi Bay Bennet?”
“Onlara çiftlikte her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var, öyle ki onları hemen kullanabilirim.”
“Ama onları bugün kullanırsanız annemin istediği olur.” dedi Elizabeth.
Sonunda bizzat babasından atlara ihtiyaç olduğu cevabını almıştı. Jane de bu sayede at sırtında gitmek zorunda kalmış, annesi de kötü havadan bahsedip durarak, neşe içinde ona kapıya dek eşlik etmişti. Umutları da karşılığını bulmuş, Jane çıkalı çok olmadan bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlamıştı. Kız kardeşleri onun için endişelendiyse de annesi durumdan hoşnuttu. Yağmur bütün gece aralıksız yağmayı sürdürmüştü, Jane kesinlikle geri dönemezdi.
“Gerçekten akıllıca bir fikirdi!” diye durup durup böbürlendi Bayan Bennet, sanki yağmuru yağdıran kendisiymiş gibi. Yine de kurduğu kumpasın keyfine ertesi sabaha dek tam anlamıyla varamamıştı. Kahvaltı daha yeni bitmişti ki Netherfield’dan bir uşak gelip Elizabeth’e aşağıdaki notu getirdi:
Sevgili Lizzy’m,
Kendimi bu sabah hiç iyi hissetmiyorum, sanırım dün ıslandığım için. Sevgili arkadaşlarım, iyileşene dek beni bir yere bırakmayacak. Ayrıca Bay Jones’u görmem konusunda da ısrarcılar. Bu yüzden, olur da beni muayene ettiğini duyacak olursan endişelenme, boğaz ve baş ağrısı dışında pek bir şeyim yok.
Elizabeth notu yüksek sesle okuyunca Bay Bennet “Ee, canım…” dedi, “Eğer kızın tehlikeli bir hastalığa yakalanmışsa ve ölürse hepsinin Bay Bingley’nin yolunda ve sizin emrinizle gerçekleştiğini bilmek teselli olacak.”
“Hah! Ölmesi gibi bir tehlike yok ortada. Ufak, zararsız bir nezleden kimsenin öldüğü duyulmuş değildir. Ona gayet iyi bakacaklar. Orada kaldığı sürece her şey yolunda. Eğer fayton olsaydı ben gider görürdüm kızımı.”
Cidden endişelenen Elizabeth, kardeşini görmeye gitme konusunda kararlıydı ancak fayton gelmediği ve ata binmeyi bilmediği için yürümekten başka çaresi yoktu. Kararını açıklayınca “Nasıl bu kadar aptal olabilirsin!” diye bağırdı annesi, “Bu havada böyle bir şeyi nasıl düşünebiliyorsun? Oraya vardığında tanınmayacak derecede perişan görüneceksin!”
“Jane’i göreyim yeter. Tek istediğim bu.”
“Bana bir imada mı bulunuyorsun Lizzy?” dedi babası, “Atları çıkarmam için?”
“Hayır, gerçekten ben yürümekten korkmuyorum. Aklına koyduğun bir şey varsa mesafe önemsizdir, zaten üç millik yol. Yemeğe kadar dönmüş olurum.”
“Bu fedakârlığını takdir ediyorum.” diye fikrini belirtti Mary, “Ama akıl, duyguya rehberlik etmelidir ve bence katlanılan güçlükle amaç her zaman orantılı olmalıdır.”
“Meryton’a kadar seninle gelelim.” dedi Catherine ve Lydia. Elizabeth bu teklifi kabul etti ve üç genç hanım birlikte yola çıktı.
Yürürlerken Lydia, “Acele edersek gitmeden önce biraz da olsa Yüzbaşı Carter’ı görebiliriz.” dedi.
Meryton’da yolları ayrıldı, daha küçük olan ikisi, subayların eşlerinden birinin yanına gitmek için yola koyuldular. Elizabeth de yalnız devam etti. Hızlı adımlarla tarlaların yanından geçti, sabırsızlıkla kazıkların üzerinden zıplayıp su birikintilerinin üzerinden atladı ve sonunda eve ulaştığında yorgunluktan bitap düşmüş, çorapları leş gibi olmuş, suratı koşuşturmaktan kıpkırmızı kesilmişti.
Kahvaltı salonuna götürüldüğünde Jane’den başka herkes oradaydı ve ziyareti büyük şaşkınlık uyandırmıştı. Bayan Hurst ve Bayan Bingley, onun bu kadar erken bir saatte, böylesine kötü bir havada ve tek başına üç mil yürümüş olmasına inanmakta güçlük çekiyorlardı. Elizabeth, onların bu durumdan dolayı kendisini küçümsediğinden emindi. Ancak kendisine son derece kibar davranmışlardı, kardeşleri ise kibarlıktan öte bir güler yüzlülük ve incelik göstermişti. Bay Darcy çok az konuşuyordu, Bay Hurst ise hiç konuşmuyordu. Darcy, Elizabeth’in tenindeki -yorgunluktan gelen- ışıltıya duyduğu hayranlık ve durumun bunca yolu yalnız gelmesine değip değmediği kuşkusuyla karışık duygular içindeydi. Diğerinin ise kahvaltısından başka düşündüğü bir şey yoktu.
Ablasının iyi olup olmadığına dair sorularına aldığı cevaplar pek de iç açıcı olmamıştı. Genç Bayan Bennet hasta yatıyordu, uyanık olmasına karşın çok ateşi vardı ve odadan çıkacak hâli yoktu. Elizabeth derhâl onun yanına götürülmüş olmaktan memnundu, Jane ise yolladığı notta böyle bir ziyareti ne kadar istediğini belirtmekten, boşa telaş yaratma korkusuyla çekinmişti. Bu yüzden kardeşini görmek onu çok mutlu etmişti. Ancak fazla konuşacak hâli yoktu ve Bayan Bingley onları yalnız bıraktığında büyük misafirperverliği için ona minnettarlığını yüz ifadesiyle belirtebilmişti. Elizabeth de sessizce ona katılmıştı.
Kahvaltı sona erdiğinde kız kardeşler de onlara katıldı ve Jane’e gösterdikleri şefkat ve ilgiyi görünce Elizabeth onlara ısınmaya başladı. Bu arada eczacı geldi ve hastasını muayene edince tam da beklendiği üzere ağır bir soğuk algınlığı geçirdiğini, bir an önce iyileşmesi için bol bol dinlenmesi gerektiğini belirtip bir şurup getireceğini söyledi. Söyledikleri derhâl yerine getirildi; çünkü Jane’in ateşi iyice yükselmişti ve başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Elizabeth, ablasının odasını bir an olsun terk etmiyordu, diğer hanımlar da yanlarından neredeyse hiç ayrılmamışlardı; beyler ise dışarıdaydı, başka yerde yapabilecekleri bir şey de açıkçası yoktu.
Saat üçü vurduğunda Elizabeth istemeye istemeye gitmesi gerektiğini fark etti. Bayan Bingley ona faytonu önerdiğinde kabul etmesi için birazcık ısrar yeterli olmuştu, Jane kardeşinden ayrılmak istemediğini belli edince de Bayan Bingley, Elizabeth’e yaptığı teklifi Netherfield’da kalması biçiminde değiştirme gereği duydu. O da bunu minnettarlıkla kabul etti, böylelikle aileyi durumdan haberdar etmesi ve giyecek bir şeyler getirmesi için Longbourn’a bir uşak yollandı.
8
Saat beş olduğunda iki ev sahibesi giyinmeye koyuldular, altı buçukta ise Elizabeth yemeğe çağrıldı. Her ne kadar arada Bay Bingley’nin ilgisinin farkına varmış olsa da kibarca soru yağmuruna tutulacağını bilen Elizabeth bu çağrıya olumlu cevap vermedi. Jane’de de en ufak bir iyileşme görülmüyordu. Bunun üzerine Bingley hanımları üç dört kez Jane’in hastalığının onları ne kadar üzdüğünü, bu ağır soğuk algınlığının onları ne kadar sarstığını, kendilerinin de hasta olmasından ne kadar nefret ettiklerini yineleyip konuya bir daha da değinmediler. Gözlerinin önünde olmadığı zaman Jane’i umursamıyor olmaları, Elizabeth’in başta onlara karşı hissettiği hoşnutsuzluğa büyük bir zevkle yeniden sarılmasına neden oldu.
Aslında, aralarında Elizabeth’in hoşlandığı tek kişi erkek kardeşleriydi. Jane için kaygılandığı apaçık ortadaydı, ayrıca kendisine gösterdiği ilgi de diğerlerinin gözünde davetsiz bir misafir olduğu düşüncesine engel oluyordu. Bingley dışında onunla ilgilenen hemen hiç kimse yoktu. Bayan Bingley, Bay Darcy’ye oldukça düşkündü, kız kardeşi de öyle sayılırdı. Elizabeth’in yanında oturan Bay Hurst’e gelince, yalnızca yemek, içmek, kâğıt oynamak için yaşayan ve Elizabeth’in sıradan bir yemeği yahniye yeğlediğini öğrenince söyleyecek bir şey bulamayan, miskin adamın tekiydi.
Elizabeth yemek bitince hemen Jane’in yanına döndü. Bayan Bingley, odadan