Tanrı İnsanlar. Герберт Джордж Уэллс
prensipleri, mantığı, belirgin özellikleri ve diğer sıkıcı şeylerle dolu, haftalar süren bir süreci atlatıp şu andaki gibi rahatlıkla iletişim kurabileceğimiz bir seviyeye nasıl ulaşabileceğimizi düşünemiyorum bile.”
“Çok önemli bir nokta, gerçekten de!” dedi, Bay Burleigh, dostça bir tavırla Bay Barnstaple’a dönerek. “Gerçekten çok önemli bir nokta. Eğer siz bunu belirtmeseydiniz bunu asla fark etmeyecektim. Oldukça sıra dışı, kesinlikle hiç dikkatimi çekmedi bu ayrıntı. İtiraf etmeliyim, kendi düşüncelerime dalmıştım. Onların İngilizce konuştuğunu düşünüyordum. Bunu öylece kabul ettim.”
3. BÖLÜM
Bu muhteşem deneyim artık öylesine şüpheden arınmış görünüyordu ki Bay Barnstaple için mutlak güvenilirliğinden başka merak edilecek hiçbir yanı kalmamıştı. Bu güzel küçük binada, dışarıdaki muhteşem çiçeklere, uzakta ışıldayan gölün güzelliğine ve etrafındaki hafta sonu kıyafetleri içindeki İngilizlerle artık onu şaşırtmayan, neredeyse Olimposlular kadar çıplak Ütopyalılara bakarak oturuyor, ilk konuşmaların ardından gelişen gayriresmî sohbeti dinliyor, ara sıra kendi de bu sohbete katılıyordu. Bu iki dünya arasındaki temel ahlaki ve sosyal farklılıkları ortaya koyan bir sohbetti; ancak artık her şey kesin bir gerçeklik kazandığından doğal olarak eve gittiğinde bu yaşadıklarını Liberal’de yazacağını ve bugüne kadar bilinmeyen bu dünyadaki davranışları ve kıyafetleri, -şartların elverdiği ölçüde- karısına anlatacağını düşünüyordu. Uzaklık konusunda hiçbir şüphesi yoktu. Sydenham hemen şuracıkta olabilirdi.
İki genç kız, binanın dışında çay hazırlamış, herkese ikram ediyordu. Çay! Çin çayı olarak adlandırılabilecek bir çaydı, son derece lezzetliydi ve kulpsuz fincanlarda servis ediliyordu, Çin usulüydü ama gerçekti ve oldukça da tazeleyiciydi.
Dünyalıların merakları devlet sistemine yönelmişti. Bay Burleigh ve Bay Catskill gibi iki siyasetçinin bulunduğu bir ortamda bu kaçınılmazdı elbette.
“Nasıl bir yönetim biçimine sahipsiniz?” diye sordu Bay Burleigh. “Monarşi mi yoksa otokrasi mi? Veya demokrasi? Yasama ve yürütme organlarını ayırıyor musunuz? Ve tüm gezegeniniz için tek bir merkezî yönetim mi var, yoksa ayrı ayrı farklı devletler mi?”
Bay Burleigh ve diğerleri için kabul etmesi biraz zor olsa da Ütopya’da hiçbir merkezî yönetim yoktu.
“Ama mutlaka…” dedi Bay Burleigh, “bir yerde, ortak çıkarların korunması gereken durumlarda karar alacak, biri veya bir şey, belki bir konsey, büro veya herhangi başka bir organ, nihai bir merci olmalı. Bana göre, mutlaka olmalı…”
“Hayır!” dedi Ütopyalılar; onların dünyasında böyle bir otorite yoktu. Geçmişte vardı ve toplumun geneli üzerinde hâkimdi; ancak bu, uzun zaman önceydi. Belli bir konu hakkındaki kararlar, o konu üzerinde en çok bilgi sahibi kişilerce veriliyordu.
“Peki ama genel olarak üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu varsayalım… Toplumun sağlığını etkileyecek bir durum örneğin… Kararları uygulanmasını kim mecbur kılacak?”
“Mecbur kılınmasına gerek olmayacaktır. Neden olsun ki?”
“Birinin kurallarınıza uymayı reddettiğini düşünün.”
“Neden itiraz ettiğini araştırırız. İstisnai durumlar olabilir.”
“Bunda başarısız olursanız?”
“Zihinsel ve ahlaki sağlığını değerlendiririz.”
“Akıl doktoru polisin yerini alıyor.”
“Ben polisi tercih ederdim!” dedi Bay Rupert Catskill.
“Evet, Rupert…” diye cevap verdi Bay Burleigh, “Haklısın.” demesi gerekirken. “O hâlde…” diye devam etti büyük bir ilgiyle Ütopyalılara bakarak, “tüm ilişkileriniz özel topluluklar ve organizasyonlar tarafından yönetiliyor, onları nasıl nitelendireceğimi bilmiyorum faaliyetleri arasında herhangi bir koordinasyon olmadan?”
“Bizim dünyamızdaki faaliyetlerin tümü…” dedi Urthred, “genel özgürlüğü sağlamak için eş güdümlü çalışır. Irkımızın genel psikolojisine yönelik pek çok birimimiz vardır ve bunlar ortak fonksiyonların her birinin birbiri ile ilişkilerini düzenler.”
“Bu birim, bir yönetici sınıfı değil mi peki?” dedi Bay Burleigh.
“Keyfî bir iradenin uygulamaları söz konusu değil.” dedi Urthred. “Sadece genel ilişkileri düzenliyorlar, hepsi bu. Daha yüksek bir sınıfı temsil etmiyorlar veya bir filozofun bir bilim adamına karşı sahip olduğu öncelikten daha fazlasına sahip değiller.”
“Bu bir cumhuriyet!” dedi Bay Burleigh. “Ancak nasıl işlediğini ve nasıl ortaya çıktığını hayal edemiyorum. Devletiniz son derece sosyalist olmalı.”
“Siz hava dışında hemen her şeyin, yolların, denizlerin ve doğanın sahiplenildiği bir dünyada yaşıyorsunuz.”
“Evet!” dedi Bay Catskill. “Mücadele edilerek sahiplenildiği!”
“Biz de bu aşamadan geçtik. Çok kişisel eşyalar hariç, özel mülkiyetin insanoğlu için sadece gereksiz bir dert olduğuna karar verdik. Böylece bundan kurtulduk. Bir sanatçı veya bir bilim adamı ihtiyacı olan tüm araçlar üzerinde mutlak bir kontrole sahiptir, hepimizin kendi araçları, evleri ve ihtiyaç duyduğu diğer gereksinimleri var ancak mülkiyet yok. Tüm bu saldırgan sahiplenme hareketinden tamamen kurtulduk ancak bunu nasıl başardığımız uzun bir hikâye. Birkaç yıl içinde olmadı tabii. Özel mülkiyet kavramının tamamen ortadan kaldırılması insan doğasının gelişimi için son derece doğal ve gerekli bir süreçti. Korkunç sonuçlara yol açtı ancak sadece bu korkunç sonuçlar ve felaketler sayesinde özel mülkiyetin sınırlanmasının önemi anlaşılmış oldu.”
Bay Burleigh onun için alışkanlık hâline geldiği belli olan bir tavır takınmıştı. Uzun bacaklarını önünde çaprazlayarak sandalyesinde iyice aşağı kaymıştı ve bir elinin parmaklarını diğerininkilerin üzerine büyük bir titizlikle yerleştirmişti.
“İtiraf etmeliyim, burada hüküm sürdüğünü gördüğüm anarşizmin bu özel formu beni fazlasıyla meraklandırdı.” dedi. “Eğer sizi tamamen yanlış anlamadıysam herkes toplumun bir parçası olarak görevlerini yerine getiriyor. Sanıyorum -eğer yanılıyorsam lütfen beni düzeltin- yiyeceklerin üretilmesi, dağıtılması ve hazırlanması için pek çok çalışanınız var, hepsi de dünyanızın ihtiyaçları doğrultusunda çalışıyor ve yaptıkları iş konusunda kendi kendilerinin kanunlarını koyuyorlar. Bazılarınız araştırma ve deneyler yapıyor. Hiç kimse onları zorlamıyor, mecbur kılmıyor veya engellemiyor.”
“İnsanlar bu konuda onlarla konuşuyor.” diyerek hafifçe gülümsedi Urthred.
“Başkaları üretiyor, imal ediyor, metaller üzerinde çalışıyor ve her biri de kendi kendilerinin kanunlarına uyuyorlar. Diğerleri dünyanızın yaşam alanlarını düzenliyor, bunları kimin ve nasıl kullanılacağını söylüyor. Kimisi saf bilimi icra ediyor. Diğerleri hassas ihtimaller üzerinde çalışıyor ve bazıları da sanatla uğraşıyor. Ve kimileri de bunlarla ilgili bilgileri öğretiyor.”
“Onlar çok önemli!” dedi Lychnis.
“Ve hepsi de bunu bir uyum içinde gerçekleştiriyor; kendi sınırlarını belirleyerek. Merkezî bir yasama veya yürütme olmadan. İtiraf ediyorum tüm bunlar hayranlık uyandırıcı, aynı zamanda da imkânsız. Bizim geldiğimiz dünyada böylesine bir şey daha önce önerilmedi bile.”
“Böyle bir düşünce daha önce Sosyalist Birlik tarafından dile getirilmişti.”