Kayıp Zamanın İzinde Guermantes Tarafı 3. Kitap. Марсель Пруст
endişelerin sona ermesi o kadar hoş bir şeydir ki kırgınlıklar bir kez kesinleştikten sonra barışma, Robert’in gözünde cezbedici bir hâle dönüştü. Bir müddet sonra ızdırap çekmeye başladığı şey ikincil ve tesadüfi bir kederdi; bu hisler en derinlerinden ardı arkası kesilmeyen bir şekilde ortaya çıkıyor, düşünceleriyle daha da güçleniyordu; her ne kadar akıl almaz şey olsa da belki de metresi ondan tek bir haber bekliyordu, hatta belki de bu arada ondan intikam almak için bir akşam bir mekâna gidip bir şeyler yapacaktı ve bunun gerçekleşmemesi için Robert’in yollayacağı tek bir telgraf bile yeterli olurdu, belki de onun kaybettiği fırsatı başkaları değerlendiriyordu, belki de birkaç gün sonra onu geri almak için çok geç olacaktı, belki de metresi başkasıyla konuşuyor olacaktı. Tüm bu olasılıklar arasında hiçbir şeyden emin değildi; metresinin suskunluğu onu öyle bir kederin içine sürüklüyordu ki, Doncières’de gizlendiğini ya da Hint Adaları’na doğru yelken açmış olabileceğini bile düşünmeye başlamıştı.
Sessizliğin de bir güç olduğu söylenir; bambaşka bir anlamda, sevilen kişinin elinde muazzam bir güce dönüşür. Beklemek zorunda kalan sevgilinin endişesini artırır. Bizi başka bir kişiye yaklaşmaya cezbeden, sessizlik kadar aşılmaz olan engel nedir? Sessizliğin de bir tür işkence olduğu, hapishane hücresine mahkûm edilen kişiyi delirtmeye yetecek bir güce sahip olduğu söylenir. Lakin sevdiğin kişinin sessizliğine maruz kalmak -sessizlikten daha şiddetli- en büyük işkencedir! Robert’in zihninde şu cümleler dolaşıp duruyordu: “Bana tek bir haber bile göndermedi, kim bilir şu anda ne yapıyor? Belki de benden nefret ediyor, belki de nefreti sonsuza kadar sürecek.” Ardından kendisini suçlayıp durdu. Böylece sessizlik onu kıskançlık ve pişmanlıktan deliye döndürmüştü. Hapishanelerdeki sessizlikten daha acımasız olan bu sessizlik başlı başına bir hapishaneydi. Boşluğa rağmen, terk edilmiş kişi tarafından etrafa yayılan görsel ışınların içinden geçemediği boş atmosfer dilimi kuşkusuz manevi fakat girilmesi imkânsız bir kaledir. Gözden ırak olan sevgiliyi bize bir değil, bin gösteren ve her birinin yeni bir ihanetle son bulacağını bize izhar eden sessizlikten daha korkunç bir aydınlatma var mıdır? Bazı zamanlar gerginliğinin ani gevşemesiyle Robert, hâkim olan bu sükûnet döneminin çok geçmeden sona ereceğini, uzun zamandır beklediği mektubun yolda olduğunu hayal ederdi. Mektubu görürdü, geldiğini görürdü, her kapı çaldığında yerinden fırlardı, şiddetli arzusunu dindirmiş olurdu: “Mektup! Mektup!” diye mırıldanırdı. Hayalî bir sevgi vahasına attığı kısa bir bakıştan sonra kendisini yeniden sonsuz sessizliğin gerçek çölünde didinir hâlde bulurdu.
Tek bir tanesini bile ihmal etmeden sevgilisinden kopuşunun tüm kederini ve acısını beklenti içinde yaşıyor; bazı anlarda da bu kopuşa engel olabileceğini düşünüyordu; bütün işlerini bu zamana kadar hiç yapmadıkları bir yurt dışı göçüne göre düzene koyan ertesi gün nerede olacağından artık bihaber düşünceleri, ölmek üzere olan bir insanın bedeninden çıkarılan, vücudun geri kalanından kopmuş olmasına rağmen atmaya devam eden bir kalp misali her şeyden kopuk hâlde çaresizce dolaşan insanlara benziyordu. Her şeye rağmen, birinin savaştan sağ olarak dönebileceğine olan inancının ölüme meydan okumak konusunda yardımcı olması gibi metresinin ona geri döneceğine dair umutları da bu ayrılışa sebat etme gücünü veriyordu. Ve alışkanlık, insanda filizlenen tüm bitkiler arasında yaşamak için besleyici toprağa en az ihtiyaç duyan ve görünürde en çorak kayanın üzerinde ortaya çıkan ilk bitki olduğu için, belki de bu kopuşu sonunda gerçekten alışkanlık hâline getirebildiği bir kandırmaca olarak ele almaya başlayabilirdi. Ancak durumun belirsizliği, kadının hatırasıyla birleşince aşka benzeyen bir hissiyat sarmıştı onu. Bütün bunlara rağmen ona mektup yazmamak için kendisini zor tutuyor, belki de metresiyle bazı şartlar altında yaşamanın onsuz yaşamaktan daha acı verici bir işkence olduğunu ya da son yaşananlardan sonra metresinin kendisine karşı hissettiğini düşündüğü, aşk olmasa da saygı ve itibarı kaybetmemek için ilk olarak onun özür dilemesi gerektiğini düşünüyordu. Doncières’e yakın zamanda bağlanan telefona gidip, metresinin yanına yerleştirdiği hizmetçi kadından haber almakla ya da talimatlar vermekle yetiniyordu. Görünen o ki, iletişim kurmak için başvurduğu bu yol daha zahmetli oluyor ve daha çok vaktini alıyordu; çünkü edebiyatçı dostlarının başkentin çirkinliği hakkındaki yorumlarından etkilenip, fakat özellikle hayvanlarının, köpeklerinin, maymununun, kanaryalarının ve papağanlarının iyiliğini düşünen ve Paris’teki ev sahibinin sonu gelmeyen dırdırlarına artık bir dakika bile tahammül etmek istemeyen Robert’in metresi, Versailles yakınlarda küçük bir eve taşınmıştı. Bu sırada Doncières’de kalan Robert’in gözüne geceleri uyku girmiyordu. Bir keresinde benim odamda yorgunluktan bitap düşüp bir süreliğine uyuyakaldı. Fakat aniden konuşmaya başladı; ayağa kalkıp koşmaya çalıştı, bir şeyi engellemek istiyormuşçasına: “Onu duyuyorum, bunu… Bunu…” diyordu. Ardından uyandı. Rüyasında kıdemli Başçavuş’la birlikte bir taşra evinde olduğunu görmüş. Başçavuş onu evin bir bölümünden uzak tutmaya çalışıyormuş. Saint-Loup, metresine karşı çok şiddetli arzular beslediğini bildiği, son derece zengin ve bir o kadar da ahlaksız bir teğmenin, onun evinde olduğunun farkına varmış. Ve aniden, metresinin haz anında dile getirdiği kesik kesik, düzenli çığlıkları çok net bir şekilde duymuş. Metresinin içeride olup olmadığını anlamak için Başçavuş’u, kendisini odaya götürmesi için zorlamaya çalışmış. Başçavuş da, bir misafirden böylesine münasebetsiz bir istek duyduğu için sinirlenmiş bir havayla Robert’in oraya gitmesine engel olmuş, bu yüzden de Robert bu yaptığını asla unutmayacağını söylüyordu.
“Çok aptalca bir rüyaydı.” diye bitirdi; hâlâ nefes nefeseydi.
Bununla birlikte, sonraki bir saat boyunca, defalarca metresini telefonla arayıp barışmak için yalvarma noktasına geldiğini görebiliyordum. Babamın bir süredir telefonu vardı; fakat bunun Saint-Loup’ya bir faydası olup olmayacağından şüpheliydim. Üstelik Saint-Loup’nun metresine karşı hissettiği zarif ve yüce gönüllü duygulara tercüman olmak için ailemi, hatta ailemin evindeki bir eşyayı alet etmek bana pek yakışık almaz gibi geliyordu. Kötü rüyası da hafızasından silinmeye başladı. Sabit ve dalgın bakışlarıyla, beni görmeye geldiği o birbiri ardını izleyen korkunç günlerde benim hafızamda yer edinmiş Robert, sert metalden yapılmış bir merdivenin tırabzanlarına yaslanmış metresi konusunda vereceği kararı düşünüyordu.
Sonunda kendisini affedip affetmeyeceğini sormak için yazdı. Kesin bir kopuş olmadığını anladığı anda, barışmanın tüm sakıncalarını görmeye başladı. Zaten çektiği acılar azalmaya başlamıştı ve yeniden yakınlaşma gerçekleşirse birkaç ay içinde ilişkilerinin üzüntü dolu pençelerini çıkaracağını neredeyse kabul etmiş olacaktı. Tereddüdü çok uzun sürmedi. Tereddüt etti; çünkü artık metresine yeniden kavuşabilecekti, bunu yapabilecekti yani kavuşması kesinleşmişti. O yüzden sadece metresi ona, metanetini geri kazanabilmek için yeni yılda Paris’e gitmemesi konusunda ricada bulundu. Robert’te ise Paris’e gidip onu görmeyecek yürek yoktu. Öte yandan, metresi Robert’le birlikte yurt dışı seyahatine çıkmayı kabul etmişti, fakat bunun için izin başvurusunda bulunması gerekiyordu ve Yüzbaşı Borodino bu konuya hiç de sıcak bakmıyordu.
“Yengemle gerçekleştireceğin buluşmanın ertelenmesi konusunda gerçekten çok üzgünüm. Sanırım Paris’e Paskalya zamanı gideceğim.”
“O hâlde Mme. de Guermantes’ı ziyaret edemeyeceğiz; çünkü yılın o vaktinde Balbec’te olacağım. Ama gerçekten hiç önemli değil.”
“Balbec’te mi? Ama ağustosa kadar gitmezsin ki sen oraya.”
“Haklısın ama önümüzdeki yıl sağlığım için beni oraya erkenden gönderecekler.”
Saint-Loup’nun tek