Ölüler Yaşıyor mu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar
hep Zeliha veriyordu:
“Biz bir şey görmedik.”
“Ama hesapça hayalet buradan sizin oda kapınızın önünden geçmiş olacak…”
“Geçsin. Biz bir şey görmedik.”
“Zeliha, senin odan ayrı değil mi?”
“Evet, ben karşıki odada yatıyorum.”
“Eh, sen görmedinse belki Şerife Kadın görmüştür. Ben ona soruyorum.”
“Beyefendi, hayalet patırtısı koptuğu vakit ben buradaydım.”
“Gece yarısı odanı bırakıp ne münasebetle burada bulunuyordun?”
“Efendim, gök gürledi. Şimşek çaktı. Hasta kadın belki korkmuştur diye yanına geldim. Onun da sancısı tutmuştu. Tuğla ısıttım, verdim. Zavallı kadın ovunup duruyordu? Hayaleti nereden görecek?”
“Dışarıda kopan gürültüyü işittiğinizi söylüyorsun. Ne olduğunu merak edip de kapıyı açıp bakmadınız mı?”
“Açıp baktım.”
“Ne gördün?”
“Hiçbir şey.”
“Kopan gürültünün nedenini anlamak için odadan dışarı çıkmadın mı?”
“Çıktım.”
“Peki, ne anladın?”
“Hiçbir şey.”
“Nasıl olur?”
“Yüzlerini seçemediğim birkaç kişi çığlık çığlığa merdivenden yukarı kaçışıyorlardı. Hırsız mı var, nedir diye ben de korktum. İçeri kaçıp kapıyı sürmeledim.”
“Köşkün bahçeye olan kapıları sürgülü değil miydi?”
“Nasıl değil, efendim… Hepsi hem sürgülü hem kilitliydi.”
“Bu hayalet denilen meret nereden girdi? Nereden çıktı?”
“Hiç onlara kapı baca olur mu? İyi saatte olsunlar…”
Talat Bey düşündü. Şerife’nin yerinden kalkamayacak derecedeki hastalığına, Zeliha’nın düzmeceye benzeyen sözlerine pek inanmadı. Ama inanmış gibi görünmek gereğini duyarak sustu. Soruşturmaya ondan ileri varmadı. Aldanmış görünerek onlara böyle bir komedyayı ikinci kez oynamak için cesaret vermeyi düşünmüştü. O zaman tertibat alarak hilecileri yakalayacaktı.
Dilaver, her zaman çalçenelik eden bu çocuk, Talat Bey’in sorguya çekmesine söz karıştırmamak için hiç ağız açmamıştı.”
XII
RUHLARIN ÇIĞLIKLARI
Ertesi gece iki kardeş gene odalarına çekildiler. Perili Evler cildinin artakalanını okuyorlar. Ortadaki masanın önünde karşı karşıya, Turhan okuyor, ağabeyi dinliyor:
3 Kasım Çarşamba:
Saat 10’u yirmi geçe merdivenden hızla çıkan ayak sesleri gürültüsünden hepimiz uyandık. Bir sıraya vurulan vuruşlar duvarları titretiyor… Hemen döşeklerimizden fırladık. Ağır ve elastiki bir cisim yukarı kat merdiveninden basamaktan basamağa sıçraya sıçraya alt kata iniyor gibi oldu. Aşağıya varınca koridoru geçerek sahanlıkta durdu. Derhâl sonuncu çok şiddetli üç vuruş işitildi. Ve sonra yeşil odanın kapısına kolunun olanca gücüyle bir dülger keseri iner gibi bir gürültü patladı. Takır takır birçok hayvan gezinir gibi bir şeyler işitildi.
(Kısaltmaya uyarak vuruşların duyulduğu gecelerin gösterilerini geçiyorum. Yalnız görülmedik olayları yazacağız.)
10 Kasım Çarşamba:
Saat l’de tepinerek koşuşmalar… Duvarlara inen vuruşlar arasında uzun bir korna sesine benzer bir şey işitildi. Dışarıda müthiş bir fırtına vardı. Boranın iniltilerine karışan bu acı koma çığlığı bizi titretti. Gene birçok vuruş… Sinirlerimiz bu sarsıntıdayken hepimiz yüksek perdeden ah vah iniltileri işittik. Ve bu sesler üç dört kez yinelendi. Dışarıdan gelen bu bağırmalar gittikçe şatoya yaklaşıyordu. Saat on buçukta ikinci katta sağır bir vuruştan sonra gene uzun bir haykırma ve sonra dışarıya bağırır gibi iki kez bir kadın çığlığı koptu. Daha sonra üç dört haykırma da avlu ve merdivenden geldi.
Âdet olduğu üzere gene şatonun her yanını dolaştık, inceden inceye her yeri yokladık. Saat 3’ü yirmi geçe gene koridorda koşuşmalar duyuldu. Bu sefer hafifçe iki haykırma daha oldu. Ama artık lamı cimi yoktu. Bu sesler evden geliyordu.
12 Kasım Cuma:
Birçok vuruş işitildi. Sonra gene tizden ve hızlı sesler. Avluda daha iniltili sesler… 11.45’te mahzenden gelir gibi boğuk sesler, sonra merdivenden daha kuvvetli sesler… Gece yarısı gene hepimiz döşeklerimizden fırladık. Mahzenden ve yeşil odadan sesler geliyordu. Sonunda çok ızdırap çeken bir kadının hıçkırıkları koptu.
13 Kasım Cumartesi:
Geceki rahatsızlığımız yetişmiyormuş gibi gündüzleri de bizi rahatsız etmeye başladılar. Saat 3’te yemek salonunda güpegündüz vuruşlar. Döndük dolaştık, bir şey keşfetmek imkânı yok. Saat 3.15’te de yeşil odada gürültüler… Oraya koştuk, kapı açılmıyor. Açılmasına engel olmak için koltuğu kapının önüne koymuşlar. Gene yerine götürdük.
Saat 3.40’ta madamın odasında ayak sesleri… Kendi kendine gezinen bir koltuklu… Gene yeşil odaya gittik. Gene kapı açılmıyor. Gene koltuğu kapı önüne koymuşlar. Madam ve Amelina rahiple birlikte odasına giderler. Kabinenin kapalı penceresi birden bire açılır. Rüzgâr kuzeyden esiyor. Bu pencere ise güneye bakıyor. Madamın odasında bir koltuk yerini değiştirmiş. Rahibin odasında kapatılan pencere yeniden açılıyor. Bu hareketler gündüz oluyor.
13 Kasım Cumartesi gecesi:
Önceki gibi dörtnala koşuşmalar… Merdiven sahanlığına on üç ve yeşil odanın kapısına sekiz şiddetli vuruş… Kapı hızla açılıp kapanıyor.
Gece yarısını 15 geçe, sahanlıkta kuvvetli bağrışmalar ama bu kez ağlayan bir kadının iniltileri değil. Sanki cehennemden haykıran melunların, iblislerin umutsuz avazları… Vurulan kuvvetli vuruşlar iki saat kadar sürdü.
Bu sırada minderi üzerinde uyuyan Atak, birdenbire dört ayak üzerine dinelerek kapıdan yana iki üç kez ulur gibi havladı.
Turhan gözlerini kitaptan ayırdı. İki kardeş odanın dört duvarına bakındılar.
Orhan: “Bu köpeğe ne oluyor böyle? Gözlerine bir şey görünüyor gibi havlıyor.”
Turhan: “Ürkmüş gibi şikâyetli bir ses çıkarıyor.”
“Neden ürküyor?”
“Herhâlde bir hissettiği var.”
Köpek iki ayak üzerine minderine oturdu. Bir düziye başını kapıya doğru çevirerek gözleri ve burnuyla gizlice gözetleme hâlinde bulunuyor gibiydi.
Orhan: “Devam et kardeşim…”
Turhan:
20 Aralık Pazartesi:
Gündüz saat 4’te Madam odasına girince iki sandalyenin baş aşağı edilerek koltukların üzerine çıkarılmış olduğunu görür.
Kardeşlerin odasında, bu sırada kapı yanındaki duvarın üzerine tık, tık, tık üç kez muntazam vurulur. Bu tıkırtılara Atak hemen hırlama ile karşılık verir. Köpeği azarlayarak sustururlar. Hayvan kuyruğunu iki