İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar. Стефан Цвейг
Comagre’nin yakındaki deniz ile ilgili verdiği ilk haber gerçekleşmişti. İncilerin kumsalını ve Mar del Sur’u keşfetmişti. Belki bu ikinci mesajı, İnkaların Krallığı’nı da keşfedip ele geçirecekti; dünyanın Altın Ülkesi’ni.
Tanrılar Nadiren Bağışlar…
Núñez de Balboa hâlâ özlem dolu bakışlarla uzaklara bakıyor. Altın bir çan sesi gibi “Biru”, “Peru” kelimesi içinde salınıyor. Ama -acı veren bir vazgeçiş!– bu defa keşfe devam etmeyi göze alamaz. İki veya üç düzine yorgun adamla ülkeler fethetmek mümkün değildir. Öyleyse önce geri Darien’e ve daha sonra topladığı güçlerle şimdi bulduğu yollardan yeni Altın Ülkesi’ne gitmeliydi. Ancak bu geri dönüş de pek kolay olmayacaktı. İspanyollar bir defa daha vahşi ormandan geçmek için mücadele edecek, yerlilerin baskınlarına yine göğüs germek zorunda kalacaklardı. Ve dört ay süren korkunç sıkıntılı bir yolculuktan sonra 19 Ocak 1514’te tekrar Darien’e varan artık bir savaş birliği değil, ateşli hastalıkları olan ve son güçleriyle sallanarak yürüyen bir gruptu. Balboa’nın kendisi de ölüme yakındı ve yerliler tarafından bir hamakta taşınmaktaydı.
Ancak tarihin en büyük olaylarından biri başarılmıştı. Balboa verdiği sözü tutmuş ve kendisiyle birlikte bilinmezliğe gelme cesaretini gösteren herkes zengin olmuştu; onun askerleri, Kolomb’un ve öteki askerlerin hiçbir zaman yapamadıkları gibi Güney Denizi kıyılarından hazinelerle dönmüşlerdi ve diğer sömürgeciler de bu işten paylarını almışlardı. Ganimetin beşte biri de taht için hazırlandı ve hiç kimse, bu zafer kazanmış komutanın, ganimetin paylaşılması sırasında zavallı yerlilerin etlerini vahşice parçalayan köpeği Leoncico’yu bile unutmayıp savaşçılarından biriymiş gibi beş yüz altın peso ile ödüllendirmesini ayıplamadı ve kızmadı.
Böyle bir başarıdan sonra onun vali gibi otoriter davranmasına kimse karşı çıkmıyor. Maceraperest ve haydut olan bu adam şimdi bir tanrıymış gibi kutlanıyor ve Kolomb’dan beri Kastilya tacı için en büyük olayı gerçekleştirdiği haberini gururla İspanya’ya gönderiyor. Yükselişi sırasında şansının güneşi, o zamana kadar hayatını karartan tüm bulutları dağıtmıştı. Şimdi artık zirvedeydi.
Ancak Balboa’nın mutluluğu kısa sürüyor. Birkaç ay sonra, güneşli bir haziran gününde Darien halkı şaşkın bir hâlde kumsala koşuyor. Ufukta bir yelkenli belirmişti ve bu bile dünyanın bu kaybolmuş köşesinde bir mucizeydi. Ama o da ne, onun yanında bir ikincisi daha beliriyor, bir üçüncüsü, bir dördüncüsü, bir beşincisi ve az sonra on, hayır on beş, hayır yirmi tane, bütün bir filo limana doğru geliyor. Ve kısa bir süre sonra durum anlaşılıyor: Bütün bunların sebebi Balboa’nın krala yazdığı mektuptu ama zaferinin mesajı olan değildi; o henüz İspanya’ya ulaşmamıştı, aksine daha önceki kabile reisinin yakındaki Güney Denizi ve Altın Ülkesi’yle ilgili sözlerini bildirip buraları ele geçirmek için bin kişilik bir ordu istediği bir önceki mektuptu. İspanya tahtı, bu araştırma için çok güçlü bir filo hazırlamakta hiç tereddüt etmiyor. Ancak Sevilla’da ve Barcelona’da hiç kimse bir an için bile olsa böyle önemli bir görevi, Vasco Núñez de Balboa gibi kötü bir şöhreti olan bir macerapereste, bir asiye vermeyi düşünmüyor. Bu filo ile birlikte kralın valisi olarak nihayet kolonide düzeni sağlamak, şimdiye kadar işlenen bütün suçların hukuki sonuçlarını yerine getirmek, bahsedilen Güney Denizi’ni bulmak ve sözü edilen Altın Ülkesi’ni fethetmek için zengin, asil, saygı gören, altmış yaşında, çoğu zaman Pedrarias diye bahsedilen Pedro Arias Davilla’yı gönderiyorlar.
Ama Pedrarias için ortaya nahoş bir durum çıkıyor. Bir taraftan, eski valiyi kovduğu için haydut Núñez de Balboa’dan hesap sormak ve eğer suçu ispatlanırsa onu zincire vurmak veya yargılamak için görevlendirilmişken; diğer taraftan da kendisine Güney Denizi’ni bulma talimatı verilmişti. Ama gemisi karaya yanaştıktan hemen sonra mahkeme önüne çıkartmak için geldiği Núñez de Balboa’nın, bu harika olayı kendi başına yaptığını, bu haydudun kendi zaferini çoktan kutladığını ve İspanya tahtı için Amerika’nın keşfinden beri ilk büyük hizmeti gerçekleştirdiğini öğreniyor.
Tabii ki böyle bir adamı şimdi artık adi bir suçlu gibi giyotine gönderemez, onu saygıyla selamlaması ve içtenlikle kutlaması gerekir. Ancak o andan sonra Núñez de Balboa mahvolmuştur. Pedrarias, yapmak için gönderildiği ve kendisine tüm gelecekte ebediyen ün sağlayacak bu çok büyük işi kendi başına yapmış olan bu rakibi hiçbir zaman bağışlamayacaktır. Gerçi kolonicileri şimdiden kızdırmamak için onların kahramanına duyduğu öfkeyi saklamak zorunda kalıyor, soruşturma erteleniyor ve hatta Pedrarias, İspanya’daki kızını Núñez de Balboa ile nişanlayarak sahte bir barış bile yapıyor. Ancak onun Balboa’ya karşı olan nefreti ve kıskançlığı hiçbir zaman azalmayacak hatta şimdi Balboa’nın yaptıklarının nihayet öğrenildiği İspanya’dan, bir zamanların asisine uygun görülen unvanın verildiğine dair bir kararname çıkmasından, üstelik ona bir de soyluluk unvanı verilmesi ve Pedrarias’ı, her önemli konuda onunla görüşüp tartışmak zorunda bırakan talimat gelmesinden sonra, bu kin ve kıskançlık duygusu daha da artacaktır.
İki vali için bu ülke fazla küçüktü, birinin uzaklaşması, birinin yok olması gerekecekti. Vasco Núñez de Balboa, kılıcın başının üzerinde dolaştığını hissetmektedir zira askerî güç ve yargı Pedrarias’ın elinde bulunmaktadır. Bu yüzden, ilkinde kendisine o harika başarıyı sağlamış olan kaçışı ikinci defa tekrarlamak istiyor; ölümsüzlüğe kaçışını. Pedrarias’tan, Güney Denizi’nin kıyılarını araştırmak ve daha büyük bir çevreyi fethetmek üzere bir araştırma gücü hazırlamak için iznini rica ediyor. Ancak bu eski asinin gizli amacı, denizin öteki kıyısında bağımsız olmak, her tür denetimden uzak, kendisi bir filo kurmak, kendi eyaletinin efendisi olmak ve belki de o efsanevi Biru’yu, Yeni Dünya’nın bu altın ülkesini fethetmekti. Pedrarias, art düşüncelerle onun bu isteğini onaylıyor. Balboa bu girişiminde başarısızlığa uğrarsa iyi olur. İstediğini yapabilirse de bu fazla hırslı adamdan kurtulmak için yine de zamanı olacaktır.
Böylece, Núñez de Balboa’nın ölümsüzlüğe yaptığı bu ikinci yolculuğu başlıyor; hatta bu yeni denemesi, birincisinin başarısının (her zaman en başarılı olanları önemseyen) tarihte ulaştığı şöhrete ulaşmasa da çok daha görkemli geçiyor. Bu defa Balboa, bu kıstağı geçme yürüyüşünü sadece ekibiyle yapmıyor. Birincisinin aksine, dört yelkenli yapmaya yetecek kadar kereste, kalas, halat, yelken, çapa ve bocurgatı binlerce yerliye taşıtıyor. Çünkü orada bir filosu olursa o zaman bütün kıyılarda güç kazanır, inci adalarını ve Peru’yu, efsanevi Peru’yu fethedebilir. Ama bu defa şans bu cesur adamın tarafında değildir ve karşısına sürekli yeni engeller çıkar. Nemli vahşi ormanlardan geçerken tahta kurtları tahtaları yer, uzun kalasları çürütür ve işe yaramaz hâle getirir. Balboa cesaretini kaybetmez, Panama Körfezi’nde yeniden ağaçlar kestirir ve yeni kalaslar yaptırır. Enerjisi gerçek mucizeler yaratır, her şey başarılmış gibidir, Pasifik Okyanusu’nun ilk yelkenlileri hazırlanmıştır.
O sırada, birdenbire çıkan müthiş bir tornado fırtınası, yelkenlilerin olduğu nehirleri çalkalar. Bitmiş vaziyetteki yelkenliler sürüklenir ve denizde parçalanır. Üçüncü bir defa daha baştan başlamaları gerekir ve nihayet sadece iki yelkenli yapabilirler. Sadece iki tane fakat Balboa’nın üç yelkenliye daha ihtiyacı vardır. O zaman yola çıkıp kabile reisinin eliyle güneyi gösterdiği ve ilk defa o cazip “Biru” kelimesini duyduğu andan beri gece gündüz hayal ettiği o Altın Ülkesi’ni fethedebilir. Arkasından birkaç cesur asker daha gelmeli, arkadan iyi bir ekibin daha katılmasını istemeliydi, o zaman kendi devletini kurabilirdi! Sadece birkaç ay daha zamana, biraz da içindeki cesaretin ve şansının sürmesine ihtiyacı vardı. İşte o zaman