Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt. Чарльз Диккенс
arada Bob.” dedi Hopkins, Mr. Pickwick’in ilgili yüzüne belli belirsiz bir bakış atarak. “Geçen gece tuhaf bir kaza yaşadık. Kolye yutmuş bir çocuk getirdiler.”
“Ne yutmuş dediniz efendim?” diye lafa girdi Mr. Pickwick.
“Bir kolye.” diye yanıtladı Jack Hopkins.
“Ama hepsini bir anda yutmamış, o da fazla olurdu. Siz bile tamamını yutamazdınız, çocuk nasıl yutsun değil mi Mr. Pickwick? Ha, ha!” Mr. Hopkins kendi esprisinden dolayı epey eğlenmiş görünüyordu. Devam etti: “Hayır, şöyle olmuş. Çocuğun ailesi meydanda bir yerde yaşayan fakir kimselermiş. Bir gün en büyük ablası bir kolye almış. Bu, kocaman ahşap boncuklardan yapılma, sıradan bir kolyeymiş. Çocuk da n’apsın, oyuncak sevdiği için almış bu kolyeyi bir yere saklayıp gizli gizli oynamış. Sonra ipi kesmiş, bir tane boncuk yutmuş. Ne eğlenceli oyun bu diye düşünmüş ve ertesi gün bir tanesini daha yutmuş.”
“Üstüme iyilik sağlık.” dedi Mr. Pickwick. “Ne korkunç bir şey bu! Affedersiniz beyefendi, lütfen devam edin.”
“Çocuk ertesi gün iki boncuk yutmuş, ondan sonra üç tanesiyle ziyafet çekmiş. Hafta ve kolye bitene kadar bunu yapmış durmuş. Toplamda yirmi beş boncuk yutmuş. Çalışkan bir kız olan ve kendine çok nadiren bir güzellik yapan abla gözleri kuruyana kadar ağlamış, evin altını üstüne getirmiş ama elbette ki kolyeyi bulamamış. Birkaç gün sonra aile akşam yemeği yiyormuş -fırında kuzu but ve patates- karnı aç olmayan çocuk da odada oynuyormuş ki dolu fırtınası gibi şeytani bir ses duyulmuş. ‘Yapma canım oğlum.’ demiş baba. ‘Ben bir şey yapmadım ki.’ demiş çocuk. ‘Neyse yapma dedim işte.’ demiş baba. Kısa bir sessizlik olmuş ve sesler bu sefer daha kuvvetli olacak şekilde yeniden başlamış. ‘Sözümü dinlemezsen oğlum…’ demiş baba. ‘Ne olduğunu anlamadan kendini yatakta bulursun.’ Çocuk laf dinlesin diye şöyle bir sallayıvermiş ve öyle bir tıkırtı sesi duyulmuş ki böyle bir şey hiç duyulmamıştır. ‘Başımıza gelenler, ses çocuğun içinden geliyor!’ demiş baba. ‘Çıngırak olmuş oğlan!’ ‘Hayır olmadım baba.’ demiş çocuk ağlamaya başlayarak. ‘Kolyeden geliyor ses, kolyeyi yuttum baba.’ Baba çocuğu kaptığı gibi hastaneye koşmuş, tabii bu sırada midesi yol boyunca takır tukur etmiş. İnsanlar da bir yere bir göğe bakmış bu tuhaf ses nereden geliyor diye düşünmüşler. Çocuk şimdi hastanede.” dedi Jack Hopkins. “Yürürken öyle tuhaf bir ses çıkarıyor ki hastaları uyandırmasın diye onu bir battaniyeye sarmak zorunda kalıyoruz.”
“Bu hayatımda duyduğum en olağan dışı vaka.” dedi Mr. Pickwick, sözlerini vurgularcasına masaya vurarak.
“Bu da bir şey mi!” dedi Jack Hopkins. “Öyle değil mi Bob?”
“Kesinlikle.” diye yanıtladı Bob Sawyer.
“Sizi temin ederim ki bizim meslekte çok tuhaf şeyler olur efendim.” dedi Hopkins.
“Ancak hayal edebilirim.” diye yanıtladı Mr. Pickwick.
Kapının bir kez daha çalınması koca kafalı, siyah peruklu, yanında uzun atkılı, iskorbüt hastalığından muzdarip bir genç olan adamın gelişinin habercisiydi. Sonra gelen de üstünde pembe çapa desenli bir gömlek olan adamla, hemen ardından gelen kaplamalı saat kösteği olan solgun yüzlü adamdı. Temiz gömlekli ve bez ayakkabılı, resmî görünümlü şahsiyetin de gelmesiyle birlikte ekip tamamlandı. Üzerinde yeşil örtü olan ufak masa kenara çekildi, beyaz bir sürahinin içindeki ilk parti panç içeri getirildi ve sonraki üç saat, el başı altı peniye yirmi bir oynamaya adandı. Oyunu tek bölen şey iskorbüt hastası gençle pembe çapa desenli gömlekli adam arasındaki anlaşmazlık oldu. Tartışma sırasında iskorbütlü genç, umut amblemleriyle bezeli adamın burnunu çekmesiyle ilgili olarak karşı koyamadığı bir arzu hissetti ve bunun karşılığında o adam da ne bu çabuk öfkelenen iskorbütlü gencin ne de gözünün üstünde kaşı olan herhangi birinin arsızlığına katlanma isteği içinde olmadığını kesin bir dille anlattı.
En son “kazanan” ilan edildikten ve herkesi memnun edecek şekilde alacak verecek meselesi kapandıktan sonra Mr. Bob Sawyer yemek için zili çaldı, bütün ziyaretçiler de yemek hazırlanırken kendilerini bir köşeye yerleştiriverdiler.
Yemek kimilerinin düşündüğü kadar kolay hazırlanmamıştı. Öncelikle yüzünü masaya koyup uyuyakalmış olan kızı uyandırmak gerekiyordu. Bu zaten biraz zaman almıştı. En sonunda zile yanıt verdiğindeyse onun zihninde bir mantık ışığı uyandırmaya yönelik nafile çabayla bir yarım saat daha geçmişti. İstiridyelerin sipariş edildiği adama öncesinde istiridyelerin kabuklarını ayırması söylenmemişti ve istiridyeleri kör bıçak ve iki dişli çatalla açmak çok zor iş olduğundan böyle çok az ilerleme kaydedilebilmişti. Et de pişmemişti ve pastırma (köşede Alman usulü sosis yapan yerden alınmıştı) konusunda da vaziyet benzerdi. Ancak teneke kutuda fazlasıyla bira vardı ve çok sert bir yapısı olduğundan peynir de epey idare ederdi. Yani bir bütün olarak, genelde bu tür durumlarda âdet olduğu üzere yemek gayet güzeldi.
Yemekten sonra bir sürahi pancın yanında birkaç şişe likör, bir dizi puro kondu masaya. Korkunç bir sessizlik oldu ve bu sessizlik böyle yerlerde çok sık görülen bir olayın sonucuydu ancak sık görülmesi utanç verici olmadığı anlamına gelmiyordu.
Olan şuydu, kız bardakları yıkıyordu. Evin toplamda dört bardağı vardı: Bunu Mrs. Raddle’ı aşağılamak için söylemiyoruz, zaten bugüne kadar eksik bardağı olmayan bir kiralık konut görülmemiştir. Ev sahibesinin bardakları ince, el yapımı ufak bardaklardı ve birahaneden alınmış olanlarsa büyük, şişkin, her biri kocaman saplı bardaklardı. Misafirlerin işin içyüzünü anlamaları için bu yeterli bir sebepti ancak genç kadın beyefendilerin aklındakileri şüpheleri de her biri henüz içkisini bitirmemişken elindeki bardağı zorla çekerek ve Mr. Bob Sawyer’ın göz kırpmaları ve araya girmelerine rağmen duyulabilecek bir sesle, bunların derhâl aşağı götürülüp yıkanması gerektiğini söylemesiyle birlikte kesin olarak sildi.
Olumsuzlukların ardı arkası kesilmiyordu. Oyun sırasında sürekli başarısız espri girişimlerinde bulunmuş olan bez ayakkabılı, resmî görünümlü adam, fırsat yakaladığını düşündü ve sonunda koyverdi gitti. Bardaklar kaybolduğu anda ismini hatırlayamadığı önemli bir ünlü şahsiyetin, kim olduğunu asla çözemediği tanınmış ve görkemli başka bir şahsiyetle olan neşeli konuşmasını uzun uzun anlatmaya başladı. Anlatmakta olduğu hikâyeyle uzaktan yakından alakası olan her türlü önemsiz detayı büyük bir özenle anlattı ancak aynı hikâyeyi belki on senedir anlatıp her seferinde övgü toplamış olmasına rağmen tam anlatması gereken kısım, ne kadar hatırlamaya çalışırsa çalışsın aklına gelmedi.
“Olacak iş değil.” dedi bez ayakkabılı, resmî görünümlü adam. “Bu çok tuhaf bir durum.”
“Unuttuğunuza üzüldüm.” dedi Mr. Bob Sawyer, ardından bardak şıngırtısı geldiğini sandığı kapıya hevesle bakarak: “Gerçekten de üzüldüm.”
“Ben de öyle.” diye yanıtladı resmî görünümlü adam. “Çünkü hepimizi çok keyiflendireceğine emindim. Neyse, bana kalırsa yarım saat içinde aklıma gelir.”
Resmî görünümlü adam bunu söylediği anda bardaklar geldi ve bunca zamandır aklı başka yerde olan Mr. Bob Sawyer, hikâyenin sonunu gerçekten duymak istediğini çünkü bunun bugüne kadar dinlediği hikâyeler arasında istisnasız en iyisi olduğunu söyledi. Bardakların geri gelmesi Bob Sawyer’ın, ev sahibesiyle yaptığı görüşmeden beri olmadığı kadar sakinleşmesini sağladı. Yüzü aydınlandı ve kendini çok canlı hissetmeye başladı.
“Betsyciğim.” dedi Mr. Bob Sawyer müthiş bir tatlılıkla, bir yandan